çeşit çeşit durumlar..

 Resimde tam çıkmamış ama sinek kovucu bu alete bayıldım .Pilli, üzerinde iki yumuşak kayış var ,sürekli dönüyor.Sipariş verdik eve gelecek bakalım.Yazlığa giderken götüreceğim. Kahvaltı masasında sinek kovalamak hoş olmuyor, herkesin eli peyniri, zeytini, domatesi yellemekle meşgul olmasın:) Sinek gelirse pervane , kedi gelirse fıs fıslı su. Garson her türlü çareyi hazırlamış. Kedileri severiz ama yemek yemek için üzerimize atlamalarına gerek yok, hepimiz temastan hoşlanmayız sonuçta. Tabi o kadar şımartılmışlar ki herkesi aynı sanmaları normal.

Mahallenin dondurmacısı ünlü olup şubeler açınca mekanı çok şık hale getirmiş. Her masada sarı limonlar, kendileri siyah beyaz çizgili tişört, beyaz pantolon ve hasır şapkalarla İtalya'da dondurma yiyoruz hissini vermişler. Amalfi'de miyiz acaba?
Tam böyle hissedecek gibi oldum yan masada telefonu görüntülü açıp limon saksına dayamış bir adam var. Bıdır bıdır tek düze konuşan kadına ''Hayattan bezdirdin beni be'' diyerek telefonu kapatınca, İtalya'dan memlekete kesin bir dönüş yaptım. Dondurmacıda bile mutsuz olmak , üzücü..
Kafalar karışık diyorum ya hep ondan. Arka masanın pidesi geldi; Müşteri; ''yok ben bunu istemedim, dışı yarım içi tam olacak dedim'' dedi. Garson ustasının çağırdı ,usta da anlayamadı. Müşteri ısrar ediyor 'Dışı yarım , içi tam, daha önce yedim burda '' Hayır anlaşamadılar , ustanın yaptığı pideyi yedi mecbur.
Biz de anlamadık önce 'Dışı yarım ,içi tam' nedir diye.. Hatta üzerine bir süre geyik yapıp güldük eve dönerken.

istemeyen okumasın

 

Türk milleti olarak üzgünüz yine şehitlerimiz var. Gencecik evlatlarımız hayatlarına başlamadan şehit oldular. Tek tek hepsi için üzgünüz, makamları cennet olsun. Onları kaybederken bir de öğrendik ki daha önceden şehit olup ,devlete teslim edilmeyen bir şehidimiz varmış ve onu arama çalışmaları sırasında oluyor bu vahim olay, bu felaket. Çok üzücü.

***

         Kafalarımız karışık, bir de sıcak mı sıcak havalar, hepimiz ambale olduk. Sadece kendi sorunlarımız,aile içi olaylarımız, dertlerimizle meşgul olabilsek, ne iyi olur. Öyle yapmaya çalışıyoruz. Üç eski arkadaş buluştuk mesela geçen gün , sohbet muhabbet, biraz gıybet sonra konu bir yerden ya hayat pahalılığına ya hapisteki henüz yargısı başlamamış ilimizin belediye başkanına falan geliyor. Bilmiyorum benim çevrem mi böyle ilgili bu kadar memleketle.Hafta sonu magazin programlarını izleyelim diyoruz bazen. O programlar ilk başladığında neyse o şekil devam ediyor. O şunla, bu ötekiyle Bodrum plajları ile başlıyor Çeşme ile devam ediyor.  Bu programları yapanlarda '' beach'' fiyatlarının yüksekliğinden, herkesin alınmadığından konu açıyorlar.   Gezi programlarını izliyoruz ,orada da yine en ucuz sezlong-şemsiye fiyatı sahil beldelerinde 250-300 TL lerden başlıyor ,diye anlatıyor Mert Savaş. Sonra bir bakıyoruz bu güzelim cennet parçaları, Çeşmesi, Seferihisarı çatır çatır yanıyor, köyler boşaltılıyor, canlılar ölüyor, tarlalar, ağaçlar toptan yanıyor. Bu seferde hayda! yangın uçağı konusu tekrar tekrar önümüze geliyor, hatta bazıları para toplayıp biz alalım ,paylaşımlarına getiriyorlar konuyu.  Her şey o kadar sırtımıza yüklenmişken bir uçak almadığımız kalmıştı yardımlaşarak!                    ****

Daha önce de yaşanmıştı bir kez daha yaşanıyor . Televizyon haberciliği yapan kanallardan SözcüTV on gün süreyle yayın yapamayacak. RTÜK 'e göre yayın ilkeleri ihlal edilmiş ve böyle bir ceza öngörülmüş. Dolayısı ile yine bizim istediğimiz haber kanalından haber izleme hakkımıza engel olunmuş oluyor. RTÜK'e göre sakıncalı sayıldığı için. Oysa bu bizim yani seyircinin, halkın, vatandaşın kendi kararı olmalı.Bizim de beğenmediğimiz bir çok şeyi konuşan kanallar var .Seyretmeyi tercih etmiyor ve seçim yapma hakkımızı televizyon kumandasının tuşlarına o kanalların tuşlarına basmayarak kullanıyoruz.

Sözcü'nün yanındayız . Bizim haberleri istediğimiz kanaldan izleme hakkımız olmalı. Yayın yapmama cezası kanala olduğu kadar ,seyircisine de verilmiş bir ceza olmuyor mu?                                                       

                                                                                 


 


Kesmece Bunlar..

         Çekirdeksiz karpuz mu olur dedim önce,ama oluyormuş. Oldukça güzel oluyormuş. Sanırım aşılı üzerinde 'iyi tarım' etiketi vardı.Lakin şimdiye kadar bu kadar sert kabuğu olan bir karpuz kesmemiştim. Kasap bıçağı olsa ancak.. Eşime devrettim o kesti. Oysa çoğu karpuz kabuğu bıçak değdi mi  çatırt diye yarılabilir ,bile. Oysa bu kaya gibiydi. Çekirdeklerde aslında var ama güdük bırakılmışlar, ufacık. Hem sonra çekirdek olmazsa toprağa ekip acaba seneye çıkar mı?/ çıkıyor/ diye beklemenin de heyecanı kalmaz.Zaten bahçemizde yok ki , apartmanda yaşıyoruz. Neyse yinede tadı da çok nefisti.

         ''Karpuz kabuğu düşmeden denize girilmez'', denilirdi . Karpuz yaz mevsimi meyvesi olduğuna göre ancak karpuzlar bir çıksın havalar ve deniz bir ısınsın , öyle girersin denize diye söylenirdi. Yani bir şeyleri yapmak için zamanını bekle ,anlamında bir şeyler.Herşeyin bir vakti var.

         Bir de şöyle bir şey ; ''eşeğin aklına karpuz kabuğu sokma!''  Tabii ki hoş bir söz değil hem benzetmeleri hem manası ile. Daha çok kendini kurnaz sananların  kullanacağı bir atasözü gibi. Aman bırak uyandırma, aklına getirme , olayları karıştırmasın , iş çıkarmasın başımıza vs. gibi anlamlarda kullanır. Kimbilir eşekler karpuz kabuğunu çok seviyorsa , aklına düşünce yapmadığı kalmaz.Teper mi teper.

       Ya ''bir koltuğa iki karpuz sığmaz'', sözüne ne demeli. Ey büyükler, sizin zamanında öyleymiş belki, şimdi değil, şimdilerde  herkes çok karpuzlu. İki işi aynı anda yapmayın beceremezsiniz, aksilik çıkar anlamında. Teker teker yapın ne yapacaksanız ki bir şeye benzesin yoksa yarım yarım olur,ikisinden de bir şey çıkmaz gibi. Tabi eskiden babalar koltuk altına bir karpuz sıkıştırıp gelirlermiş eve, adam eline iki karpuzu nasıl sığdırsın, bu söz de oradan esinlenilmiş herhalde. Kesin bir tanesi iki karpuzu aynı anda taşımaya kalktı, belki de! Kim bilir bir tanesi yerlere serilip çatladı karpuzlardan, mesela.. Karpuz bekleyen hanımdan da lafı yedi.. Neden olmasın.

Karpuz muhabbeti bu kadar yetsin mi?

Yoksa karpuz yanına beyaz peynir bir dilimde taze ekmek şöyle güzel bir öğle sofrası mı kursak.
Ya da küçülsek, çocuklaşsak elimize bir dilim karpuz verseler kaldırıma oturup yanaklarımızdan sularını akıta akıta ,içini sıyırana kadar karpuz mu yesek.
Ya da köyde pikniğe gitmişiz, buz gibi akan dereye karpuzu bırakmışız ki soğusun da yiyelim. Su yeşil kabuğun üzerinde atlaya zıplaya parıl parıl akıp hızla giderken karpuz soğumaya başlamış bile.Tatilin, yazın ,çocukluğun en güzel anılarına doğru akar gider zaman.
İnstagramdan alıntı


Başlıktaki söz Yazlıkçılar dizisindeki karakterlerden karpuzcu Hıdır'a ait. 
Aykut Oray(1942-2009)'ın canlandırdığı karakter ,dizide yazlık bir beldede karpuz satıyordu ''Karpuuz kan, kesmece bunlar'' diyerek. Uzun yıllar TV'de oynayan güzel bir diziydi. 
Tıpkı çocukluk gibi, yaz tatili gibi ve karpuz gibi..

çocuk yüzünden.

 Hava serince bu akşam. Gece ilerlemekte, masalar teker teker boşalıyor. Garson çocuk elindeki bezle müşterisi kalkan masaların üzerlerini siliyor, kül tablalarını topluyor. Martı kardeş geçe kalanların masalarından kayıntı peşinde hala. Epeyde doyurduk karnını , her masa bir iki bir şey attı. Ayırt etmiyor pek, patates, ızgara, ekmek parçası ne olursa gagaya oradan kursağa topluyor.

Ailesi ile gelmiş iki oğlan çocuğu hiç durmadan koşturuyorlar ,enerjileri hiç bitmiyor. birinin elinde frizbi, diğerinin ayağının altında yeşil patlak bir top ,koşturdular tüm akşam. Böyle bir ortam için uygun değil, tabi bize göre .Köşedeki masada keyif yapan anne babasının hiç sesi çıkmıyor hatta ben anne ve babanın kim olduğunu en son kalkarken gördüm. 

Tesadüf bu ya, gece sitenin çardağında bir patırtı, bir bağırış çağırış oldu. Gece geç saatlere kadar çardakta komşular oturuyor, özellikle küçük çocuklu olanlar. Kural var, çocuk oyun sahasının ışıkları saat 10'da söndürülecek ,diye. Bazen ricalarla uzuyor , tabi bu seferde gürültü çok oluyor diye şikayet oluyor falan. Bu sesler bir kadın kavgası sesi, tonlardan belli. Ufaklıklardan biri oturan teyzelerden birinin başına top atmış, kadın da çocuğa söylenmiş, çocuğun annesi de yaşlı kadına ;'vay sen benim çocuğuma nasıl kızarsın, bağırırsın' diye avaz avaz çemkiriyor. /E sen örnek olaydın keşke çocuğuna böyle bir durumda bağırmayarak/ Teyzede başında ufak plastik su şisesi tutuyor, buz niyetine;'ben hasta kadınım ,bana böyle davranamazsın , senin çocuğundan özür mü dileyeceğim , polis çağırın o zaman'a kadar konuyu getirince, bizim güvenlik nihayet olaya el koydu . Gece nöbetine gelen güvenlik bey , ortalığı sakinleştirdi. Tüm çocuklar ortalıktan bir anda çekildi tabi analar da. Teyze başındaki su şisesini bırakmaksızın birazda banklarda oturdu, yanında bir kaç arkadaşı sonra herkes evlerine dağıldı. Bahçe sessizleşti. 


temmuz 2

 Bir geldi pir geldi denir ya tam da öyle geldi bu ay. Deprem, yurtta dört bir yanda yangınlar, İzmir Büyük Şehir Belediyesine şafak operasyonları ile yapılan gözaltıları, doğalgaza yüzde yirmi dört zam daha da ne olsun bir günde , henüz temmuzun ikisindeyiz.

Bir de bugün açıklanacak enflasyon oranlarına göre memurlara ve biz emeklilere verilecek zam oranlarını öğreneceğiz. Geçenlerde yoksulluk sınırı olarak (Bir ailenin temel gereksinimlerini karşılaması için gerekli olan minimum yani en az geçim miktarı) olarak 85.000TL (yazıyla;Seksenbeş bin türk lirası) olarak açıklandı. Dolayısı ile bu sınırın çok çok altında olan maaşlarla yaşamaya çalışan çoğunluk insan merak ediyor bakalım ne kadar lütfedilecek maaş artışı temmuz ayında.Tabii ki beklenti minumum düzeyde. Enflasyona hayat pahalılığına yetişmek mümkün değil. Pazar vardı dün 60 TL 70 TL domates, 150 TL limon ki en sevdiğim şeydir limonu her şeye sıkabilirim, kesip tuzlayıp yiyebilirim. Bir limon fidesi alıp balkona ekmeliydim belki de zamanında, japon gülü ile kardeş kardeş büyürlerdi. Düşünün bu yaz 400 TL ye kiraz yedik,  bir zamanlar çocukların kulaklarına küpe yapılacak kadar bol olan ağaçlardan toplayıp yediğimiz, kurtlu diye içine bakıp bazen burun kıvırdığımız kirazlar 300-400 TL lerden satıldı 'pazarlarda'. Manavda daha yüksek fiyatlıdır eminim. Zamanında bol bol yediğimiz meyvelerin şimdinin çocuklarının tadını çıkaramıyor olmasına üzülüyorum.Bir de ucuz olsa bile nerede o eski kirazların mis gibi tadı, lezzeti. Pahalı oldukları gibi tatları da değişik, gerçi değişmeyen neyin tadı kaldı ki.

Evet bu kadar dırlanmadan sonra başka şeylere geçeyim mesela kendimi epeydir örmediğim tığ işine verdim bu aralar. Bir tane bucket hat(Kova şapka)  ördüm youtube den baka baka. Ama kalıbı biraz küçük oldu, ondaki santimlerden dar örmüşüm sanırım benim elim biraz sıkı. Bir tane daha yapacağım ya azıcık gevşek örmem lazım  ya da bir numara büyük tığ kullanmalıyım. Bakalım , karar vereceğiz.



temmuz

Haziran sessiz sakin geçip gidince,2025 yılının da tam ortasına temmuz ayına gelmiş bulunuyoruz. Kendimizi ülkenin çalkantılı çakma gündeminden kurtarabilsek  mutlu olacağız. Haziran sevdiğim bir ay ,ikizlerin dünyaya geldiği benim uzun yıllar beklediğim annelik rolüne kavuştuğum ay. Gerçekte on beş gün daha dayanabilselerdi tabi bende dayanabilseydim ikizlerde beklenen ayları olan temmuz doğumlu olacaklardı, tıpkı anneleri gibi. Temmuz doğum günü ayım. Öyle kutlamalar yapan, aman da iyi ki doğmuşum, modunda olan bir aslan değilim ama yapanlara bayılırım. 
Temmuza güzel karelerle başlangıç yapalım.Aksi takdirde moral bozuk, her üzücü şeyden kolay etkilenebilen, n'olacak bu memleketin hali modlarına hemen kapılabilen biri olarak benim için iyi olmayacak. Çünkü mutsuz olunca kelimeler dökülmüyor, yazacak bir şey bulunmuyor, sıkıcı günler birbirinin ardı sıra geçip gidiyor. Bakalım moralman ne kadar iyi tutacağım kendimi. 
Evden çıkıp sahile giderken iki apartmanın arasında ,masaldaki fasulye sırığı gibi,arşa doğru yol almış  mor begonvil sokağın toz toprağına renk katıyor. Çünkü sokakta iki tane apartman yıkılmakta, bir tanesinin inşaatı ise tamamlanmak üzere, dönüşüm dönüşüm üzerine.

Bu apartmanın bahçesinde ise malta erikleri yerlere dökülmüş, alt dalları gelen geçen göz hakkı olarak yemiş, üsttekiler de kurdu kuşu bekliyor. Bereketi bol.
Nihayet sessiz sakin sahil. Sanmayın ki hep böyle, akşamları çimenlerde yer yok, yürüyüş yapanlardan beton yol görünmüyor gibi öyle kalabalık. Çoluk çocuk , genç ihtiyar akşam sıcakları burada ferahlıyor Atalar ahalisi ve etraftan gelenler.
Sabah saatlerinde de sağlık için spor yapanlarla dolu olan sahil kuşluk vakti sakin sessiz, huzurlu. Bir martı yavrusu uçma çalışmalarında tedirgin dolaşıyor.
Kedi efendi incir ağacının gölgesinde keyif çatmakta. 
Sahilde sandal kiralayanlar belediye tarafından yerlerinden edilmişlerdi geçenlerde, ama bir şemsiye bir sandalye ile yine yeniden işlerini devam ettiriyorlar. Henüz müşteriler yok, renkli sandallar sahilde sıra sıra süzülüyor.
Boş denize alışmamışım, ne bileyim karşıda bir Büyük Ada bir Sedef, biraz uzakta Burgaz,  Kınalı  görülmeli, hiç bir şey olmasa karşıda Çınarcık, Esenköy falan olmalı ki geceleri karanlıkta ışıkları şıkır şıkır parlasın.
Çok yoruldum. Manzarası en güzel çay bahçemiz de biraz mola. Salkım söğüt yapraklarını dökmeye başlamış bile. 
Ortancaları kocaman saksılar içinde bu yaz getirmişler ya da kendileri ekmişler. Başka çiçekler de var,bu sene daha bir özenli ve bakımlı  çay bahçesi. 
Kahvemizi de içtiğimize göre hoş geldin temmuz ayı diyebilirim. 
Etrafı güzel görmek için, algılarımı iyi şeylere açıp, diğerlerini görmezden geleceğim desem de ne kadar gerçekçi olur ve yaparım bilemem.  
Toplum içinde yaşadığımıza göre etkilendiğimiz iyi ve iyi olmayan her şey bizim yaşantımızı da iyi, güzel ya da tam tersi etki yapar. İç huzurumuzu yüksek tutmakta fayda var , hepimiz için.
Artık bu yaz bize ne iyi geliyorsa onu yapalım.
Ne ile kim ile mutlu isek onunla olalım. 
Ama çevremize ve toplumumuza karşı da algılarımızı açık tutalım, sadece kendimizi değil etrafımızın ve toplumumuzun iyi günler görmesi için gereken neyse yapmaya çalışalım. 
Evet hoş geldin temmuz, güzel günler getir  ülkemize ve bizlere..

 

Bugünlerde

 Dışarıda hava aşırı derece sıcak, klimalı ortamlarda tv izlemek ve soğuk içecekler içmek en iyi gelen şey.

 Göçmen sorunu her ülkenin yapısına göre bambaşka sorunlarla karşılaştırıyor yaşayanlarını. Bu aralar soğuk görünümlü İskandinav ülkelerinin dizilerini sever oldum. Sırlarımız da bir Danimarka yapımı. 


Sıkıcı başlasa da sonrasında içine alıyor , meraklandırıyor konu. Bizim yerli dizi Mezarlık'la benzer yönleri var. Mezarlıkta, Emniyetin bodrum katında ,arşiv , depo işte ne derseniz benzer bir yerde kurulan ve eski çözülmemiş davaların yeniden gündeme getirilip çözülmesi olayıydı konu. Dept.Q da benzer bir mekanda emniyetin yeni oluşturduğu sorunlu polislerden oluşan ekip var. Benzer geldi bana. Tabi olayların örgüsü yerli dizilere göre daha gizemli, karmaşık ve sonu daha az tahmin edilebilir çıkıyor.

ve merakla beklediğimiz.
Bu günün dizisi de bu olacak.Gerçi sezonu ikiye bölüp yayınlamaları hoş olmadı ama neyse bitirelim bakalım.

🌸yeniden açan çiçek

Hibiscus-Rosa sinensis
🌸Üç dört yıldır açmayan japon gülümüz, balkonumuzun tek çiçeği nihayet bu yaz o güzelim kıpkırmızı çiçeklerini açmaya başladı. Yerini değiştirdikten sonra çiçek vermeyi bırakmıştı. Sanırım artık yeni yerini de seviyor, goncalar  açmak için sıraya girmiş. 

Japon gülü ,hibiscus türü bir süs bitkisi. Günü birlik çiçek açıyor ertesi gün yapraklarından çiçeğini atıyor . Bu ,çayı yapılan ,gıda sektörüne geçmiş olan türlerinden değil , melez bir tür. Çay , reçel gibi yiyecek içecek yapımında kullanılan türüne kerkede (Hibiscus sabdariffa ) deniliyor.
Çiçeğimizin on beş yılı var sanırım, belki de daha fazla. Evimize ilk taşındığımız yıllarda sitede görevli sitenin her şeyi diyebileceğimiz Mustafa bey vardı. İnşaatın bekçisiymiş sonra sitede bütün işlerden sorumlu görevli olmuş çok iyi bir insandı. Uzun bir süre  sitede çalıştıktan sonra, sağlık sorunları nedeniyle emekli oldu. Didim'de yazlık almıştı ,emekliliğini yaşamak üzere oraya taşındı. Çiçeklere çok meraklıydı, sitenin her yeri güllük gülistanlıktı o zaman. Giderken bürosundaki iki japon gülünün birini bize verdi diğerini komşumuza. Biz kırmızıyı aldık, diğer japon gülü sarı renkli çiçek veriyordu. İki rengi de severim ama kırmızı daha albenili geldi . İşte Mustafa abiden yadigar japon gülü bizimle o zamandan beri beraber. Mustafa abi kısa bir emeklilik yaşadı , tam da istediği gibi. Ama hastalığı peşini bırakmadı, onu aramızdan aldı götürdü, çiçekleri de yadigar kaldı. O gün bugündür bizim balkonu süslüyor. 
Görüyor musun bak, çiçekle başlayan yazı Mustafa abiyi anma yazısına döndü.
Oluyor öyle..


susun..

 Her sabah 'Fatih Altaylı Yorumluyor' youtube kanalını mutlaka dinlerdim. Katıldığım fikrileri olur, karşı olduklarım olur. Ama yine de dinlerim. Ulusal haber kanalları o kadar tek düze ki olan biteni Youtube üzerinden yayın yapan habercilerden dinliyoruz. Bu gazetecilerin yayınları o kadar çok izleniyor ki sanırım biraz da bunun etkisi ile gözün üzerinde kaşın var diye, haklarında soruşturmalar, şikayetler oluyor. Onları da teker teker içeri alırlarsa artık ne dinleyeceğiz bilemiyorum. Bu sabah Fatih Altaylı' da Koltuğu ve Emre yayında olayı kısaca özetlemiş  'Fatih Altaylı Yorumlayamıyor', demiş. Malum hafta sonu Fatih Altaylı' yı önce gözaltına aldılar, sonra tutukladılar, Silivri'de. Dolayısı ile doğru demiş ,Fatih Altaylı yorumlayamıyor. Belli ki  yakında kimse gıkını çıkaramayacak.  Şöyle düşününce dinlediğimiz doğru düzgün  gazeteci, yorumculardan hakkında soruşturma açılmayan, şikayet edilmeyen, gözaltına alınmayan yok gibi. Yok hatta. Saymayı bıraktığımız kadar sanatçı, gazeteci, yorumcu hatta sade vatandaş  sadece ve sadece muhalefet edip, eleştirdiği, başka bir yönetim istediği için /ki normal neredeyse çeyrek asırdır aynı iktidar var , değişmesi istenilebilir,/ gözaltına alındı, tutuklandı, yargılandı ve bunlar devam ediyor. İnfaz yasasında yapılan değişiklikle bir çok mahkum salıverilirken, sadece konuşan, yazan, eleştirel bakış açısı sunan, muhalefet eden pek çok değerli insan tutuklanıyor, mahkumiyetine karar bile verilmeksizin hapislere konuluyor.

Ben sadece bir vatandaşım. Ülkemi çok severim, ailemizde, okullarda öyle büyütüldük/m. Bu durum benim içimi sıkıyor, ruhumu daraltıyor. Var öyle keyif keka yaşayanlar ama ben onlardan olamıyorum. Zaten hayat pahalı, geçim derdimiz var, etrafımızdaki ülkelerde savaş can yakıyor bari ülkemizde huzurlu bir hayatımız olsa diyoruz.  Yok olmuyor, izin vermiyorlar. Ne olacak böyle , bilemiyoruz? 

İyi Bayramlar

 Bu yılın tadı tuzu kalmayan dini  bayramlarından bir tanesi daha geldi. Artık tamamen resmi tatil gözü ile bakılıyor, haftanın tatil olmayan diğer günleri ile birleştirilecek mi? Tatil dokuz gün olacak mı? soruları ile geçiyor. Bu sefer birleştirmediler, bir günü cuma bir günü pazartesiye denk geldi. Üniversiteye geçiş sınavları ,Liseye geçiş sınavları da bayram sonrasına kaldı. Dolayısıyla tatile giden az olmuştur diye düşünüyorum. Kurban kesme ritüeli ise artık ''Bir zamanlar'' diye anlatılan eski bayram anılarında kaldı. 

Ama adettendir  yine bir tepsi tatlı pişirdim. Klasik usul şekerpare. Kurban kesmesek de yemek olarak kavurma pilav ikiliside sofrada yer alacak.

Geçtiğimiz ay hastanelerden çıkamadık, bu ay bayramla başladı, uğurlu gelsin umarım. Yoksa ne memleketin huzuru var , ne ekonominin, ne siyasetin, ne insanların. Bari evlerimizin içi olabildiğince huzur ve mutlu olsun.

Okuyan herkesin Kurban Bayramı mübarek olsun.

Tatile gidenlere de güzel bir tatil dilerim.



Gül Gibi Tesadüf..(Yine bizi buldu)

Sahilde bir bankta oturmuş denizi seyrediyoruz. Biraz önce hafif bir tartışma yaşanmış , onun nedenleri, niye öyle yaptınları, sen de şöyle yaptınları mevzu edilmiş halde bir takım konuşmalar geçiyor aramızda. Sahil sessiz, bir tıkırtı, birinin yaklaşma sesi hafiften ve bir baktık eşimin yanına bırakılmış pembe parlak kağıtla sımsıkı sarılı bir çift kırmızı gül. Döndük arkamızı hemen, beyaz tişörtlü genç bir adam hızlı adımlarla uzaklaşıyor. Etrafa bakındık falan başka kimse de yok. Adeta eşime gökten bir çift kırmızı gül indi,  hanımının gönlünü al , diye. Resmen :)) 
Akşam gülleri gören oğluma bu olayı anlatınca; 'videoya çekmiş olabilirler bir ara böyle bir akım vardı sosyal medyada ', dedi. Bize baya güldü. Biz de güldük.
Gülü veren genç adam sen bizi güldürdün, seni de güldürenler olsun:)) 




 

evvelki gün


 Zeugma'nın Tarifi(tık tık) ile nihayet bende mercimek ekmeğini denedim. Bire bir uyguladım, lezzet şahane, kızımla damadım da bize gelmişti, ertesi güne bir dilim ancak kaldı. Beğendik,tarif için teşekkürler.

Çocuklar evlerine döndükten sonra ,akşam  beş bölümlük mini dizi seyrettik, sürükleyiciydi. 
Sirenler;
Amerikan kara komedi tarzında ,2011 yapımı bir oyundan diziye çevrilmiş. Devan(Meghann Fahy) ve Simone(Milly Alcock)  adında iki kız kardeşin, zengin bir adamla evli Michaela 'nın(Julıanne Moore) adadaki izole ve muhteşem hayatındaki etkileri, üç kadının hayatı, duyguları ve yaptıkları etrafında gelişen bir dizi. Etraflarında erkek olarak olaylara katkı sunan; babadan zengin bir adam, zengin bir sevgili, bunama teşhisi konmuş gazi bir baba , kaptan sevgili ve malikanenin her şeyinden sorumlu bir uşak var. 
Dizi kara komedi diye etiketlense de bana komediden çok gerilim hissi verdi. Ben ''mizah'' ve ''kara'' isimlerini yan yana düşünmeyi sevmiyorum. 



Haziran

 

pembe çuha çiçeği

Pazar gününün rengi pembe olsun. Haziran güzellikleri getirsin..
Yaz başlasın..
Şiirinde ne güzel demiş Küçük İskender;
''İki bahar arasında tutulmuş bir dilektir yaz.''

Rosa Eden

Ermenek İlçesi ve Alahan Manastırı

Bazen kendinizi memleketin adını daha önce duymadığınız bir cennet parçasında bulursunuz. Buralara yolunuzun düşeceği aklınıza gelmez ama bir bakarsınız ki oradasınızdır. Ermenek ,Karaman iline bağlı bir ilçe. Karaman'ın bu ilçesine gelmek için başka bir ilin, Mersin'in sınırlarından geçiyorsunuz. Zaten tarih içinde Mersin'e, bir ara Konya'ya sonrasında da Karaman'a bağlanmış. Geçmiş zamanlarda Karamanoğulları Beyliğine  başkentlik yapmış. Çok yükseklerde ,Torosların yamaçlarında kurulmuş, az nüfuslu bir ilçe. Ermenek baraj gölüne yükseklerden bakar bir konumda. 
Göksu nehri üzerindeki Ermenek baraj gölüne Turkuaz göl de deniliyor. Gerçekten rengi mücevher gibi, parlak, net, şahane bir mavi. Baraj gölü üzerinde belediye  yaklaşık bir saat süren tekne turları düzenliyor. Göl kenarına piknik alanları da düzenlenmiş. Şahane.
Ermenek'in ziyaret edilecek  pek çok tarihi , doğal alanları var. Bunlardan biri 1339 yılında Karamanoğulları tarafından yaptırılan Tol Medrese. 
Ermenek'te Selçuklu Otel de kaldık ki bu civarda böyle güzel manzaralı, temiz, ferah bakımlı bir otel ummuyordum.
Alahan Manastırı;

 
Öncesinde Mersin'in Mut ilçesinde bulunan Alahan manastırını gezdik. Torosların zirvesinde, o kadar yüksek bir rakımda nasıl böyle bir manastır yapılmış, inanılmaz. Yolu ana yoldan bir on dakika sürüyor ,nasıl bir virajlı ve dar yoldur anlatılmaz yaşanır. Beşinci yüzyılda Bizanslar tarafından inşaa edildiği düşünülmekle birlikte 17. Yüzyıl gezgin Evliya Çelebi burayı gördüğünde''Sanki usta elinden yeni çıkmış gibi bir manastır'' diye belirtmiş. Uzun süre ayakta kalmış bu yapıda giriş kapısı olduğu düşünülen sütunlarda melek Mikail ve Cebrail tasvir edilmiş.
Bu yapı Dünya Kültür Mirası aday listesine eklenmiştir.

Ve yolculuğumuzun son aşamasında yine Toros dağlarında çok güzel köy ve ilçelerden fakat oldukça virajlı yollardan sonra Göksu şelalesinin muhteşem manzarasını seyrederek keyifli bir mola verdik. Şelalenin civarında ,yöre halkı çilek yetiştiriciliği yapıyor ve çocukken yediğim çileklerin tadını tekrar bulmak beni mest etti.  Tabi bu doğal ortamda yetişmiş gerçek çilekleri İstanbul'da bulup yiyebilir miyiz? Zor. 


Siz Olsanız Ne Yapardınız?..


         Canımız sıkıldı hava da güzel, eski semtimizi dolaşalım dedik. İlk evlendiğimizde bir yıl kadar oturduğumuz , eşimin daha önce yaşadığı yer;Pendik. Şimdi o kadar kalabalık ki, çarşıda omuz omuza yürüyorsunuz. Pendik eski tarihlerden beri çok kalabalık canlı bir ilçedir. Anneannem 'Pendik'in köyleri çok, herkes alışverişe oraya geliyor , ondan.'' derdi. Gerçekten alışveriş anlamında iyidir, ne ararsanız İstanbul'a inmenize gerek kalmadan bulursunuz. Şimdi köyleri oldu şehir, etrafı yeni yeni semtlerle dolu koca bir ilçe. 
         Canlı, kalabalık sokak aralarında dolaşırken eskiden gittiğimiz mantıcının yeni yerine denk geldik. Karnımızda acıkmıştı ve mantı en çok sevdiğim yemeklerden. İçerisi ferah, masalar dolu, biz cam kenarında masaya geçtik. Mantılarımızı ve paylaşmak üzere bir adet çi böreğimizi sipariş ettik. Evde  mantı yapılınca kalan hamur mutlaka çiğ börek olarak kızartılır. Mantıdan önce birer tane yenir,böyle bir usul var . Mantıcılarda çiğ börek bulunur genelde, burada içli köfte de vardı ekstra. Lokantanın menüsü bu kadar. Mantı, çi börek ve içli köfte. İsmine uygun, başka çeşitlemelere girmeyen sadece en iyi bildiğini yapan lokantaları seviyorum.
         Konuyu dağıtmayayım, mantılarımızı yedik, kalkacağız , öyle boş muhabbet ediyoruz. Çapraz masadan amca, amca diye bir kadın sesleniyor. Eşimin arkası dönük ,ben yandan görüyorum bize sesleniyor. Acaba dedim eşim bir şey mi düşürdü, öyle bir ses tonu ile geliyor ''amca, amca'' Önce ben döndüm, kızın yan masasında iki kadın onlarda şaşkın bir bize bir kıza baktı. Eşim de arkasını dönünce;
'Amca param çıkmadı, sen öder misin hesabımı''!!!!!!!!!
Yan masadaki kadın'' Bu ne şimdi, sosyal deney mi yapıyorlar'' dedi.
Kız normal giyimli, kocaman siyah gözlükleri, kulağında kablosuz beyaz kulaklıklar, siyah uzun saçlar bakımlı , hiç öyle parasız gibi durmuyor . Üstelik geldiğimizden beri de o orta masada oturmuş, telefonu ile ilgileniyor, arada benim mantım nerede kaldı, diye söyleniyordu. Bir yere girdiğimde genel huyum, etrafı ,oturanları mutlaka incelerim. Onu da görmüştüm. Ama sonunda hesabı bize kalacağını hiç aklımdan geçirmemiştim. 
Tabii ki benim beyim eli açık ve merhamet duygusu fazladır, ''Paran mı yok, tamam , öderiz'' falan gibi bir şeyler söyledi, şaşkınlıktan kelimeleri tam hatırlayamıyorum. Bunu duyan kız garsona ''hesabı amca ödeyecek '' diye söyleyip , koştur koştur çıkıp gitti. 
Biz de  şaşkın şakın gidip hesabı ödedik , çıktık. Olayı anlamlandırmaya çalışıyorduk kendi aramızda ki epey uzaklaştığımız lokantaya doğru dönüp bakasım geldi. Kız geri dönmüş, kapıdan bir şeyler söylüyordu..Belki de gidip para alıp bir yerden gelmişti, bilemiyorum, bizim için muamma olarak kaldı. Dolandırıldık mı, yardım mı ettik hala bilmiyoruz.
Başımızın gözümüzün sadakası olsun deyip, geçtik.
Siz olsanız ne yapardınız acaba sevgili okuyucu?
Merak ettim:))

İzmir'in güzel ilçeleri; Tire ,Ödemiş ve Güzel Bir Köy; Birgi

Sabah erken saatlerde Tire'ye ulaştık. Pırıl pırıl , yeşil bakımlı bir parkın içerisinde yer alan Tire şehir müzesinde bir gezi yaptık. Eski el sanatlarını devam ettirmeye çalışan emekçi zanaatkarlardan bilgiler aldık. Evet bazı bölümlerde manken kullanılmışken, üç dört emekçi canlı olarak burada zanaatlarını , hünerlerini sergilemekte, bilgi vermekte. Çok hoş bir durum olmuş bu müze açısından, daha önce rastlamamıştım. Hem zanaatlarını nasıl yaptıklarını görüyor, yapımı ile ilgili bilgi alabiliyor, hem de el emeği göz nuru  ürünlerinden satın alabiliyorsunuz.







 
Sonrasında yine çok beğendiğim köylerden birine; Birgi'ye ulaştık. Burada daha önce bir kaç dizi de çekilmiş ,bunlardan Yeşil Deniz en bilinenleri imiş. Hatta çekildiği evi merak edip görmek isteyenler oldu. Diziler bazı yörelerin tanınmasına vesile oluyor, köyde yaşayanlara da bir çok açıdan katkı sağlıyor. Birgi'de ulu bir çınaraltında sade kahvelerimizi içip, mekanda satılan ve sahibinin kırıp kırıp ikram ettiği şahane lezzetli bademlerden hem yedik hem eve de götürmek üzere aldık.




Köyde yaşayanlar evlerini gelen turistlere açmış, çay kahve ikram ediyor, nefis otlu gözlemeler yapıp satıyorlar. Bol ısırganlı, taze soğanlı, ıspanaklı ve kendi yaptıkları peynirli gözlemelerin tadına bakmadan geçmedik elbet. Köyde ceviz ağaçları, kestane ağaçları var, bir Bursa'lı olarak kestanenin burada da üretiminin çok olduğunu görmek beni şaşırttı, hatta artık Bursa'da pek de bulunmayan kestane şekerini burada rahatça bulmak hoşuma gitti.
Birgi köyünde bulunan Çakırağa Konağı Müzesi öğlen tatili dolayısı ile kapalı idi. Biraz bekledik, kuyruk oluştu. Dolayısı ile biraz acele bir gezi oldu. Çakırağa Konağının sahibi Çakıroğlu Mehmet Bey iki hanımı için yaptırmış konağı. Çok zengin bir Beymiş, Konak üç katlı, ahşap. İki ayrı odada yaşayan hanımların biri İstanbullu ,diğeri İzmirliymiş. İstanbullu olanın odasının duvarında İstanbul resmedilmiş, İzmirli hatunun odasına da İzmir resmi yapılmış. Hanımlar memleket hasreti çekmesin diye. Ya! Romantik ve düşünceli bir beymiş Çakırağaoğlu Mehmet Bey:)



 
Sonrasında yolumuz yine sıkça adını duyduğum Bademler Tiyatrosuna düştü. Bademler Köyü zamanında burada sadece üç badem ağacı bulunduğundan dolayı bu ismi almış bir Alevi köyü. İlk yerleşildiğinde buranın hiç suyu yokmuş. Necati Cumali'nin buradaki anılarına dayanarak yazdığı Susuz Yaz hikayesi ,1963 yılında Metin Erksan tarafından bu köyde filme çekilmiş.Film ekibi 9 ay boyunca köyde yaşamış. Susuz Yaz filmi bir çok açıdan önemli bir film. Hülya Koçyiğit'in ilk filmi, Erol Taş'ın başrol olduğu ilk filmi.En önemlisi; Susuz Yaz ,1964 yılında Berlin Film festivalinde Altın Ayı ödülünü alarak ülkemize ilk uluslararası film ödülünü getirmiş. Ne acıdır ki film o yıllarda ülkemizde sansürden geçemeyip gösterime girememiş. Böyle de bir tezat.
Köy halkı günümüzde tanınmasını tiyatrosuna borçlu sanırım. Yıldız Kenter teknik ekibinin çalışması ile harika bir akustiğe sahip kocaman bir tiyatro salonları var ve köy halkı her yıl tiyatro eserleri sergiliyor, turnelere gidiyor ve bu konuda her geçen gün yeni başarılara imza atıyor.  





Bunca gezip dolaşmadan sonra Ödemiş'in pazarı var biraz dolaşalım enginar falan alalım dediler. Tabii ki meşhur Ödemiş köftesinin de tadına bakmadan geçemezdik. Yemeğimizi yedik, pazarımızı dolaştık, yorgunluk çaylarımızı da meydandaki çay bahçesinde içtik.