AKIL ÇAĞI


Mathieu kendi kişiliği ve yetmezmiş gibi ,karşılaştığı durum konusunda ikileme düşmüştür.Evliliği reddedişi sebebiyle evlenmeyip,uzun yıllardır birlikte olduğu Marcelle  hamiledir ve bu durumda Mathieu kendini kapana kısılmış hissetmektedir. Bu durumdan kurtulmaları lazım geldiğini düşünerek çare ve para arayışına girer. Lisede felsefe öğretmenidir ve özgürlüğün kendisi için çok değerli olduğunu düşünmektedir. Kafasını karıştıran bir başka olay ise okuldaki iki öğrencisidir. Kıza olan tutkusu , kızın erkek kardeşi Boris 'inde Mathieu'a ilgisi ortamı bulanıklaştırmıştır. Boris bir gece kulübünde şarkı söyleyen yaşlı sevgilisi Lola'dan, Mathieu için yardım ister. Gerçeği açıklamadığı için Lola parayı vermeyi reddetmiştir. Mathieu avukat abisi, en yakın arkadaşı Daniel ve başkalarından da para bulamayıp çaresizliğe düşünce, evlilik fikri beyninde sıcak bir oluşum halinde dönmeye başlar. Marcelle' de bu utanç verici durumdan kurtulmaktan ziyade ,artık bebeği istediğini karar vermiştir.Ancak Mathieu'nun gelgitleri durumu bambaşka bir yönde sonlandıracaktır...
****
Akıl Çağı isimli kitap Jean Paul Sartre'nin tamamlanmamış ''Hürriyetin Yolları'' serisinin başlangıcı.Bol bol diyalog içeren ,güzel bir roman.Burada Mathieu karakteri ile Jean Paul Sartre ,kendi kişiliğinden ipuçları vermekte, bir anlamda red'ci kimliğini bir ölçüde yansıttığını düşündürtmektedir.
AKIL ÇAĞI( Hürriyetin Yolları 1)
Çeviren;Gülseren Devrim.
******


Jean Paul Sartre (1905-1980) Fransız ünlü yazar ve düşünür.Burjuva bir aile çevresinde büyümesine karşın, burjuvayı reddeden ,sadece burjuvaziyi değil  kurulu düzeni, aile kavramını, dostlarını, partileri, klasik anlamdaki edebiyatçıları, toplumdaki zümreleri, kalıplaşmış düşünce yapıları gibi pek çok şeyi reddeden bir kişiliktir.
Nobel Edebiyat ödülü de bu kabul edilmeyişlerden nasibini almış , 1964 yılında layık görüldüğü Nobel Edebiyat Ödülünü almayı reddetmiştir.

biraz yavaş olsa hayat..


Tv'de güncel haberleri, ne olmuş ne bitmiş seyretmeyi severim/severdim.Şimdi   hiç içim çekmiyor.
Oysa tartışma programlarının baş müdavimiydim, izlemeye bayılırdım.Özellikle günlerini beklediklerim vardı.(Tarafsız Bölge gibi Teke Tek gibi Halk Arenası/ki kaldırdılar bunu pardon/gibi) Şimdi göz ucuyla bile izleyemiyorum.
Nasıl bir tek taraflılık, nasıl bir münakaşa, laf atma, savunma, kavga, ağız dalaşı belli değil.Hepsinde konu fiks, konuşmacılar aynı. Gerim gerim geriyorlar dinleyeni. Şu seçim olsa bitse de, bir rahata ersek.
Herkes kendi kabuğuna çekilse yine.
Belediye seçimi mi ,genel seçim mi ,karıştırıyorum artık.

Şöyle bir sakinlik, bir rahatlık örtüsü serilse de , tıpkı yerli filmlerde senelerce işlendiği gibi; ''fakirsin ama mutlusun, ve bir de gururlusun'' mottosunda yaşayıp gitsek. Evet belki ekonomimiz kötüymüş ama biz huzurluyuz, diyebilsek.Razı olacak hale geldik.
Herkes gergin, suratsız. Hani bu İnsta, face, whatsapp daki esprili mesajlar,
karikatürler, börtü böcek resmi gönderenler, dışarı da neredeler ,
bakınıyorum ,ben göremiyorum.?
Aman herkes dünyaları ben yarattım edasında ya da bugün sol tarafımdan kalktım ,dokunma ,haleti ruhiyesinde dönenip duruyor.Herkes bir afır bir tafır gidiyor.
Yazık.
Bu gün hayat size bir gün daha sunmuşsa,etrafınızda da sizi seven bir kişi dahi  varsa, bu bile yeter.
Gökyüzüne doğru kaldırın kafanızı, şöyle burundan  derin bir nefes alın,
verin içinizdeki tüm olumsuzlukları dışarı. Orada kalsınlar.
Herşey olmaya çalışıyorsak, mutlu olmaya da çalışmalıyız.En çok mutlu olmaya çalışmalıyız.
Dertler üzerimize üzerimize gelse de onları ufaltmak,göz önünde tutmamak, sadece nedenine değil ,çözümüne odaklanmak ,bizim elimizde.
Hadi bu gün , etrafınıza gülümseyeceğiniz bir gün olsun.
Bırakın yavaş yavaş geçsin,
biliyorsunuz, geçip gitti mi bir kez ,bir daha geri gelmiyor.

güzellikle halletsek..



Yürüyen merdivenler ,takır takır aşağıya doğru inerken, koridordan sert bir kadın sesi yankılandı.Sese bir kaç erkek sesi karıştı, yüksek tonda konuşmalar duyulmaya başladı. Merdiven aynı iç çekişli sesi ile takırdayarak dimdik aşağıdaki koridora  doğru  yaklaştıkça sesler iyice belirgin hale geldi. Koridorun bizden  görünmeyen tarafında beş on insan kalabalık etmiş,bir olaya bakıyordu.
-Hah dedik, kavga var galiba.
Sarı saçlı uzunca boylu esmer ,orta yaşlarda bir kadın işaret parmağını görevliye sallaya sallaya;
-Atamazsınız onları buradan, diye haykırıyor, sesi koridorda perde perde yankılanıyordu. Siyah, boğazlı yaka dar bir kazak giymiş,  kot pantalonun paçalarını siyah topuklu çizmelerinin içine sokmuştu. Gayet havalı aynı zamanda öfkeli bir ifade takınmıştı. Güvenlikçiden uzun görünüyor ve tepeden tepeden bağırıp duruyordu;
-Hadi at bakalım, ben gitmiyorum oturucam burada, hadi bakalım,
diye bağırdıkça sarı kocaman halka küpeleri ,sallanıp duruyordu.
Kalabalığın arasından nazlana nazlana kenara sıvışan, siyahlı beyazlı ,karnı yere doğru şişmiş kedi ,demir parmaklıklara sırtını sürte sürte olayı seyre koyuldu.
Olayın faili oydu anlaşılan. Kendi maması yüzünden koskoca kadın koskoca güvenlik görevlisi ile çata çat kavga ediyordu.
-Ohh, diye düşündü  sanırım bu sarışın hatun benim yerimi sağlamladı burada.
-Bu mamalar kalacak, ne var yani pisletiyorsa temizlersiniz,
-Kurallar var bayan,diyen görevli karşısındaki hasmıyla pek başa çıkamıyor gibiydi.
Arada;
-Hanım dışarda veriver yiyecekleri ,diyen bir iki cılız ses duyulur gibi olduysa da kadının kendilerine sıçramasından korkup ,yavaştan  uzaklaştılar ortamdan.
Bizde  çıkışa çoktan yönelmiştik ki kedinin yanına bir tanesi daha gelmiş usul usul olayı izlemeye devam ediyrolardı.
Kavga ,gürültü uzak durduğum hiç haz etmediğim şeyler.
Bir kaç saat sonra aynı geçitten geçerken ortalık sakinlemişti. Soğuk ,florasan ışıklı yeni geçitten insanlar hızlı hızlı geçip gidiyorlardı.Sarışın kadın çoktan gitmiş, görevliler bir köşede muhabbete durmuşlardı.Merdivenlerin dip köşesinde şeffaf plastik kutularda ve yerlerde kahverengi bonibon benzeri mamalar etrafa saçılmıştı.Kediler de yoktu civarda.
N'oldu sanki, dedik. Madem izin verecekti görevli ,niye kadınla tartışmaya tutuşmuştu.
Neden kadın olayı güzellikle değil de avaz avaz bağırarak çözmeyi tercih etmişti?
O mama her köşede verilebilirken, neden henüz kullanıma açılmış bir alt geçitte verme konusunda ,kuralları tanımama konusunda bir inatlaşma içine girilir ki.
Valla bilemedim ya hu!

İşbankası müzesi ve maziden kalanlar.

Bankacılık meşakkatli, yıpratıcı ,fedakarlık isteyen bir meslektir. Sevmeden başlasanız da bir bakarsınız birbirinize alışmışsınız.Maziye doğru baktığınızda ise çoğu olayda olduğu gibi zor,sıkıntılı ,berbat günler süzülmüş, geride güzel, sevimli, hoş anılar tortulanmış kalmıştır.
Eminönü'ndeki İşbankası Müzesinin önünden geçip gidemedik o yüzden belki.Eşimde ,bende hiç tartışmadan( ki kendisi pek müze gezmekten daha doğrusu maziden hoşlanmaz,geleceğe meraklıdır) ''Hadi girelim'', dedik. Binanın, trabzanları bile mermer merdivenleri ile yukarı çıkarken, bizi karşılayacak şeyleri tabii ki merak ediyorduk. Sergi salonları İşbankası'nın kurumsal geçmişini, tarihi sıralamaya göre özetleyecek şekilde dizayn edilmiş. 




Eski personel fotoğraflarından, cam bölmelere yapılmış resimler çok etkileyici. Tarihte kalan insanlar gözlerinizin içine içinebakıyor gibiler ,resimlerde. 

Mustafa Kemal Atatürk'ün 22 Ekim 1929 yılında, Ulus'taki Ankara Merkez şubesini ziyareti sırasında imzaladığı kasa yevmiye defteri ,beni etkileyenlerden bir diğeri.



1939 yılında kullanması için Atatürk'e özel hazırlanan cep ajandası da Ata'mızın 10 Kasım 1938 yılında vefatı nedeniyle, onun tarafından hiç kullanılamadan Banka'da kalmış.

Üst kat gezisinden sonra ,tabii ki  kasa dairelerine de uğradık. Çalıştığım şubelerin birinde kiralık kasa dairesi vardı da o bölümler bizim için ender ziyaretçileri olan yerlerdendi.Çok nadide ,değerli eşyası olanlar, çok zenginler gelip bir takım şeyleri saklarlar, diye düşünürdüm. Meğer değerli eşyalar herkesin gözünde ne kadar da farklıymış.Müzede beni en çok etkileyen bölüm sanırım kiralık kasalar oldu.
Kimi bir kahve fincanı ve değirmeni, kimi mor ,kırmızı iki karanfilden oluşan beyaz tüllü gelin çiçeğini, kimi mavi kartını, kimi oyuncaklarını saklamıştı. Sonra unutup gitmişlerdi işte..Kalakalmıştı o kimbilir ne büyük hatıra taşıdığı için o küçük dar, kilitli demir çekmecelere saklanan nesneler. Sahipleri onları sıkı sıkı herkeslerden saklamıştı,ama sonra terki diyar edince , o gizlenen şeyler , o hatıralar ,bir müzede yıllar boyu alenen seyredilmeye mahkum olmuşlardı...

Sizlere de biraz fazla fotoğraflı bir paylaşım oldu sanırım ama
mesela bu fasitlerle ilk bankaya girdiğim yıllarda hesap yapmaya çalıştığım, neyse ki piyasadan kalktılar,


bu tip daktilolarda iki parmak 'şık şık, tık tık'' ellerim karbon boyana boyana daktilo yazmayı öğrendiğimi , neyse ki onlarda piyasadan kalktılar ,söylemeden geçmeyeyim. Karbon yani fotokopiden önce, kağıtların arasına konarak yazının bir kaç nüsha aynı anda yazılmasını,çoğaltılmasını sağlayan siyah,el boyayan, incecik karbon kağıtlar:)) Çalıştığım banka devlet bankası olunca manuel sistemle bir iki yıl çalıştım.Otomasyonlu sisteme sonradan geçtik. Ama aslında iyi ki de manuel de çalışmışım ,diyorum..İnanın oldukça zevkliydi.

Bankacılık yapsanız da hiç alakanız olmasa da,ülkemizin sağlam bir kuruluşu olan İşbankası'nın kurumsal tarihi ve bankacılıkla ilgili bu müzesi, inanın büyük bir hayranlıkla dolaşılacak bir müze.
Yolunuzun düşmesi dileğiyle;
güzel bir hafta  diliyorum..

Nihayet tren gelir buralara..

Pazar günü açılacak ,diye hasretle bekliyorduk.Özellikle yılbaşından sonra hummalı çalışmalar göze çarpıyordu.Mart başından beri de sabah akşam, trenler deneme seferlerine başlamıştı. Tren sesi bile özlenir mi? Özlemiştik.Gürültüsüne razıydık. Ulaşımda bu bölge de oturanlar için tren yolu can damarıydı. Şehrin ilçeleri marmara kıyısında, tren yolununu kenarlarında gelişmişti boylu boyunca.
Kaç yıl oldu, sanırım 2013 falandı. Ulaşımda bize büyük rahatlık sağlayan, zamandan kazandıran banliyö hattı kapanıverdi.Yenilenecek diye biliniyordu, tamamen kaldırdılar,binaları, istasyonları yıktılar.Bildiğin toprak bir yol gibi yıllarca bekledi. Neyse aradan neler geçti, kimler gitti kimler geldi,üzerine ne köprüler, ne otoyollar, ne tüneller yapıldı.Banliyö öyle boynu bükük öksüz kalakaldı.Nihayet beklemenin semeresini aldı banliyö civarı halkı, tren yollarımız yapıldı ,yeni modern yürüyen merdivenli istasyonlar, bip bipli turnikeler, bilet doldurma makinaları, ışıklar, güvenlikçiler,asansörler falan gayet havalı banliyö istasyonlarımız oldu, bitti. Üstelik bunlar hemen hemen bir yılda oldu.Yıllardır neden beklediğimiz anlaşılamadı, sorgulanmadı da zati. Olmuştu ya, yeterdi. Yalnız İstasyonlarda eksik bir şey dikkatinizi çekebilir.Ne mi?

Girişlerde ,sağda solda bir TCDD yazısı arıyor gözler ama yok, AYGM diye bir kısaltma var.
Neymiş merak ettim;
Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğü imiş.
Ulaştırma Bakanlığının bir dairesi.Tevekkeli bu alt geçit yapımı sırasında su basmıştı buraları da, biz de belediyeyi aramıştık da, onlarda Ulaştırma bakanlığını arayın, demişti de, biz de ne alaka, demiştik.

Bu arada 12 Mart 2019 ,resmi açılış yapıldı ama not düşeyim ,halka değil sadece protokol bir kez binip geçsin diye açıldı.Sonrası kapalıydı.
Bugün başlayacakmış.Hayırlısı.Bizim mahallelerde baş konu bu tren mevzuu işte. Gariban köylü misali, kaybolan eşeği bulunca, mutlu olduk 😊.
öyle ya da böyle, şükür kavuşturana diyoruz.
Kazasız belasız, hayırlısı ile kullanılsın artık..

Kocakarı soğukları ne zaman?


Tam da ,mart ayı geldi, baharlar tomurcuklandı, kuşlar cıvıldamaya başladı, derken,havalar birden soğuyuverir. Tıpkı dünkü bahar havasından sonra bugünkü gri İstanbul havası gibi.Büyükler boşuna dememiş;
'Eski şubat bitecek daha, durun ne soğuklar olur'
ya da;
'Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır'.

Eskilerden duya duya öğrendiğimiz,hava durumu ifadelerinden birisi de''Kocakarı  soğukları'' günleri ya da ''Berdelacuz''dur .Bu konuda farklı rivayetler süregelmekte;
Efendim, hikayenin birine göre,  yaşlı ,acuze bir kadının yedi tane keçisi varmış.Kışlardan biri öyle soğuk olmuş, öyle soğuk olmuş ki bu keçiler bir bir ölmüşler. Keçilerini kaybeden bu ihtiyar nedeniyle de bu soğuklar kocakarı soğukları olarak dillenmiş.
Biraz daha dinsel bir hikayeye göre ise;
İsyankar  Ad  kavmini helak etmek için Tanrı buz gibi soğuklar, fırtınalar göndermiş. Bu kavim bu felaketle mahvolup gitmiş.Herkes ölmüş,yalnızca  ihtiyar bir kadın, bir kuleye saklanıp, kendini ölümden kurtarmış.Böylece bu soğuklar ''Kocakarı soğukları'' diye anılmış.

Yani velhasıl mart ayının 11 'de başlayıp 8 gün süren ,soğuk geçeceği tahmin edilen bu günler, aslında kış aylarının soğuk ve kasvetli günlerinin son çırpınışlarıdır.
Kış, gücünü yitirip, bahar var gücüyle yaşama dolmaktadır.
Baharlı günleriniz çok olsun efendim..

renkler ve ipler ve biten hırka modelim.

Aşağıda özetlediğim başlangıçla, motifler günden güne ikişer üçer örüldü.Tam 62 adet motif tamamlandı. En zoru birleştirme aşamasıydı ama çabucak ,keyifle yapıldı. Model olarak da canım kızım gönüllü oldu😍

 




10.mart.trh...
Resmini gördüğüm hırkaya takılı kalınca,çünkü çok beğendim ,bende örsem de şu parmaklarımın pası silinse, dedim.Epeydir elime bir iş aldığım yok.Yazılar, kitaplar oyalıyor da örgü örüp kafa boşaltmak diye de bir şey olduğu kesin.. Geçen çarşıya çıktığımda listemdeki renkleri yüncüde aradım, yoktu, sipariş verirseniz getiririz ,dediler ama yok bekleyemem.
Hevesim kaçmadan bu hırkaya başlamalıyım. Baktım resimdeki hırkanın yünleri internet sitesinden alınmış. Girdim siteye, verdim siparişimi.
Önce arayıp teyit ettiler.Ertesi sabah saat 10, kargo kapıda, benim yünler gelmiş. Çok sevindim. Tam istediğim renklere ,zahmetsiz bir şekilde ulaşmak
güzel bir lüks gibi geldi bana.
Şimdi motiflerimi örmeye başlıyorum..
Ortaya bir şeyler çıktığında paylaşırım artık.
Hepinize güzel bir hafta diliyorum..
*****************
Not:Hırkadan örmek isteyenler için Damla Akduman youtube kanalını tavsiye         ediyorum.Ben motif sayısı, yapılış, birleştirme işlemlerini ,kendisinden örnek aldım.       

Karamürsel





Güneşli bir günde Karamürsel'in Çamçukur mahallesine gittik. Çamçukur mahalle/köyü Samanlı dağları eteklerinde, Karamürsel'e dört km. uzaklıkta gelişmekte olan bir köy. Karadeniz köyleri gibi evler yamaçlara serpilmiş .Meyve bahçeleri, zeytinlikler her yerde.Köyün yolları biraz bozuk ,engebeli olsa da belediye biz gittiğimizde hummalı bir çalışma içindeydi. 


Manzara hem köprü, hem körfez manzarası .Biz gittiğimizde pırıl pırıl güneşli ama serince bir hava vardı. Gittiğimiz konaklama yerinde soba yandığına ve herkesin resmini çektiğine kanmayın, köyde doğalgaz var, bizimkisi soba görmemiş şehirli misali.Hoşuma gitti çıtır çıtır yanan ,üzerinde su kaynayan bir soba bulmak. Konaklama yerinde ,otel olarak kullandıkları köy evini onarıp, atalarından kalma eski ev eşyaları ve süs objeleri ile süslemişler, oldukça nostaljik bir hava yaratıyor bu insanda.




Bahar tomurcukları pıtırak gibi birden bire açmak üzere hazırlanmış, dalları süslüyordu köyün bahçelerinde.Buranın bahar aylarında ve yazın çok daha da güzel ,çok daha yeşil olacağını tahmin ediyorum.
  
Sonra Karamürsel sahiline indik. Sahilde eski belediye binasını müze olarak kullanıma açmışlar. Aynı zamanda sahilde depremde hayatını kaybedenler ,ve diğer şehitler için bir anıtları var.
Karamürsel İstanbul'a çok yakın ama kendi halinde bir sahil kasabası görünümünde.Yukarıdaki resimlediğim Körfez vapuru, İzmit ilçeleri arasında yolcu taşıyor.
uray
Karamürsel deyince ilk akla gelenlerden biri Karamürsel sepeti.Eskisi kadar çok üretilmese de sepetler ilçe ile özdeşleşmiş.Bir zamanlar kendi yetiştirdikleri sebze meyveleri ,kendi üretimleri olan,kestane ağacının filiz veren dallarından, köklerinden ördükleri sepetlerle taşırlarmış.Bu sağlam ve küçük sepetler zamanla meşhur olmuş.
Şöyle de bir hikayesi var Karamürsel sepetlerinin;
 Hereke'de bulunan padişaha Karamürsel'liler kendi ördükleri küçük bir sepetle ile kiraz hediye götürmüşler. Padişah sepetin küçüklüğünü görünce dudak bükmüş;
-Boşaltın bakayım, içinde ne var, demiş.
Gümüş bir tepsi getirilip sepet boşaltılmış. Tepsinin içi kirazlar dolmuş taşmış.Padişah bunu görünce şaşırmış;
-Ufak tefek sandık ama içindekiler tepsilere sığmadı, diye şaşkınlığını dile getirmiş.
İşte o gün bu gündür ''ufak tefek görüp, Karamürsel sepeti mi sandın'' diye de bir söz dillere yerleşmiş.

İstanbul'a yakın mesafelerdeki gezilecek güzel bir ilçe  Karamürsel, okuyanlara da bahsetmek istedim. Belki yolunuz düşer, köylerinde dolaşır, sahilinde çay içersiniz.
Mutlu haftasonları...



8 mart dünya kadınlar günü


1857 yılında Amerika'da tekstil sektöründe hızlı gelişmeler olmuş,istihdam artmış, çalışma şartları ise gelişmelere paralel olumsuz anlamda bozulmuştu.Çalışma ortamı , şartları tahammül edilecek düzeylerin üzerine çıkmıştı.Çalışma saatleri, özellikle kadınlar için çok fazla, ücretleri düşük ,çalışma şartları güçtü. Sonunda dayanamayan kadın işçiler , isyan ederek, 8 mart 1857 de eşit ücret, eşit şartlar talepleriyle greve çıktılar.Bu grev kadın işçi hakları için mücadelenin neredeyse başlangıcı oldu ve bundan sonraki yıllarda yapılacak hak arama mücadelesine önayak oldu.
20.yy başında 1908 ekonomik bunalımı sonucu çalışma koşulları iyice ağırlaşmıştı.Grevler devam ediyordu ki bir fabrikada çıkan yangın sonrası 129 kadın işçinin de ölenler arasında olması ,işleri yine alevlendirdi. Düzenlenen cenaze tören yürüyüşüne binlerce insan katıldı ve olay protesto yürüyüşüne döndü.
1910 yılında toplanan 2.Enternasyonel toplantısında Alman delege Clara Zetkin 8 Martın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasını önerdi.Önerisi oy birliği ile kabul gördü. Avrupa'ya da sıçrayan bu harekette çeşitli ülkelerde yapılan gösterilerde Avrupalı kadınların talepleri de çeşitlenmişti.Artık artık sadece ücret ve çalışma koşulları değil ,seçme seçilme hakkı,oy verme hakkı, mesleki eğitim görme hakkı gibi taleplerini duyurmaya  başladılar
1917 de Rusya'daki kadın gösterisi de, 8 mart gösterilerinin önemli yürüyüşlerinden biri olarak tarihe geçti.
Ancak araya giren 1.ve 2. Dünya savaşları 8 Mart anmaların önünü kesti.
1960' lı yıllarda tekrar Amerika'da gündeme gelen ve daha güçlü bir şekilde dillendirilen 8 Mart Dünya Kadınlar Günü anmaları, nihayet 1977 yılında Birleşmiş Milletler tarafından ,Uluslararası kutlanacak günler arasına katıldı.

Kısaca tarihçesini özetlediğim bu gün vesilesi ile bende köyde, kentte, bahçede bağda, fabrikada, kamuda, sivilde ve en önemlisi birde /bunlara ilave evlerinde emek veren tüm kadınların , 8 Mart Dünya Kadınlar gününü/günümüzü canı gönülden kutluyorum.
Hakkettiğimiz daha özgür günler hepimizin olsun. 
Tüm hayallerinizin gerçekleşmesi dileğiyle...

ANA

Pearl S.Buck

Amerikalı kadın yazar Pearl S.Buck(1892-1973)  Amerikan edebiyatında uluslararası ödül kazanmış ilk kadın yazardır.Pulıtzer ödülünden başka 1938 yılında Nobel Edebiyat ödülünü alan ilk Amerikalı kadın yazar olmuştur.
Amerikalı olmasına karşın, eserlerinde devrim öncesi Çin ve Çin yaşamını anlatmıştır. Bunda misyoner olan anne ve babasıyla uzun yıllar Çin'de yaşaması etkin olmuştur.Hayranlığı öylesinedir ki  Çin le ilgili olmayan eserlerini, takma bir isimle (John Sedges) yayınlamıştır.

Pearl S.Buck'un ANA isimli romanında Çin'de yaşayan bir ana ve onun hayatından bahsedilmektedir. Kitapta hiçbir karakterin  ismi yoktur. Ana, kocanine, erkek, oğul ,gelin nitelendirmeleriyle anlatılan karakterlerin hayatı bir baştan bir başa anlatılmıştır. Ana, iki oğlu, bir kızı kaynanası, kocası ile fakir bir köyde yaşamaktadır.Hayat onun için doğurmak, çocuk büyütmek,kocanineye bakmak ve tarlada çalışmaktan ibarettir.Lakin kocası içine sıkıştıkları bu hayattan hiç memnun değildir. Bir gün anayı çocukları ve kendi anasını terkedip gider. Ana kocasının gittiğini önceleri ,çocukları ve köy ahalisinden saklar.Dönecek diye umutludur, etrafındakilere yalanlar uydurmaya kocası dönene kadar vakit kazanmaya çalışır. Lakin yıllar birer birer geçerken, ananın hayatı tamamen bir bekleyiş ve etrafına uydurduğu yeni yalanlarla dolmuştur. Çocuklar büyür, evlenecek yaşa gelir ana hep bekler ta ki ,kaygı duyup kederlenecek, umut edip mutlu olacak, hiç bir şeyi kalmayana değin.

Çeviri; Nihal Yeğinobalı

Giyim konusunda dayatmalar..


Bizim Şehriye teyzemiz geçenlerde bir arkadaşıyla komşusunun, ev mevlüduna gitmiş. Arkadaşı genç geliniyle birlikte gelmiş mevlüde. Kızcağız yeni gelin şık şıkırdam giyinmiş, takmış takıştırmış. Neyse hoca efendi gelmiş dua başlayacak.Ortam baya kalabalık. Herkes başını tülbenti ile örtmüş;

- Bizimkinin gelini de şifon ,uçuk pembe iğne oyalı bir tülbent örttü başına ki tiril tiril çok güzel bir örtü. Elbisesi de uzun kollu malum havalar soğuk, şöyle (eliylede dizin altını işaret ederek) şuralarda.Derlenmiş toplanmış, hanım hanım oturuyor, bekliyor dua başlasın, diye anlatıyor Şehriye teyze.

- Baktım benim arkadaş huzursuzlanıyor, kıpır kıpır kıpırdanıyor.Kıza karşıdan kaş göz yapmaya başladı. O da anlamıyor zavallı.Bende anlamadım ''n'oldu ayol', dedim, dürttüm.Fısır fısır 'Anacım bacaklarını örtüversin birşeyle' demez mi.
'A kardeşim nesi var oturmuş işte güzel güzel', dedim .sinirlerim zıpladı.
'yok dedi dua okunacak , örtüversin ',dedi ne etti etti ev sahibiyle bir şal göndertip dizlerine koydurdu.
- O gelinin yerinde ben olacaktım ki ,neyseee..diye diye Şehriye teyze bu konuyu evirdi çevirdi durdu..
..

Böyle bir olay ,bir kadın toplantısında olmuş olabilir, farazi de olabilir. Belki şahit oldunuz, ya da olmadınız. Sizin dikkatinizi bu gibi bir şey değil de bambaşka bir şey de çekebilir.
Benim bu konuyu açmamdaki neden , geçenlerde bir tv programına denk gelmem.
Dört gelin yemek yapıyor, dört kaynana puan veriyor. İzleyicisi çok bir program. Biliyorsunuzdur.Programın sonuydu.Gelinler ve kaynanalar karşılıklı taburelere oturtulmuş günün kritiğini yapıyorlar. Gelinlerin dördü de başörtüsüz.Şık kıyafetler giymişler baktım üçünün dizlerinde siyah örtüler var.Dördüncünün elbisesi uzun, onda örtü yok.  Şaşırdım, ertesi gün aynı programa tekrar baktım , bir günlük bir şey mi diye, hayır, yine kızlarda siyah örtüler var. Yarışmanın sonucu açıklanırken ayağa kalkıyorlar ve örtüleri tezgaha bırakıyorlar.
Bu şimdi nedir? Karşılarında kayınvalideleri/anneleri var. Bacakları görünse
ne olur? Ekranda görünmesin diyorsanız ,tamam,kamera sizde , çekmezsiniz.Hiç olmadı 'kısa etek yayın ilkelerinize aykırı' dersiniz, banko arkasına alırsınız gelinleri ki pek çok programda yarışmacılar hep bankoların arkasında görüntülenirler. Ya da kıyafet şartı koyarsınız etekler ayak bileği hizasında olacak ki oturunca dizler görünmesin, hatta mümkünse bol pantolon giyin, falan dersiniz.
Kayınvalidelerin rengarenk, incili, taşlı, çikolata kağıdı gibi parlak örtüleri,makyajları ,boyalı kaşları ,abartılı saçları göze batmayacak, ama şık kıyafetli genç gelinlerin dizlerinin görünmesi sorun olacak öyle mi?
 Genelde kadın giyimi konusunda ,(moda dışında), bazı zorlamalar olduğu aşikardır.
Kadınlar, bunun gibi şahsi ya da toplumsal olarak pek çok etkileşime maruz kalıyorlar. Bazen bu etkileşimleri toplumsal ,kültürel,geleneksel baskılar sonucu birbirimize yapıyoruz , bazen de her türlü medya vasıtasıyla kadınlar çeşitli dayatmalara maruz kalıyor.  Ne yazık ki çoğumuz sorgulamadan boyun eğip kabullenmeyi seçiyoruz,tıpkı bizim mevlütteki gelin misali, tıpkı yarışmada kısa eteklerini önlükleriyle örten yarışmacılar gibi.
 Doğrusu eğlence dünyasının ünlü şarkıcısının sunduğu programda , bu yapılan bana baya da ekran vasıtasıyla yapılmaya çalışılan ,araya sıkıştırılıvermiş, ufak ufak bir giyim kuşam dayatması olarak göründü.

Sizce gereksiz bir yadırgama mı?