46

StarTv de başlayan ''46 Yok Olan'' nihayet farklı bir dünyada geçen ,
alışılagelmiş konuların ötesinde bir dizi seyretme isteğinde olan
benim gibi izleyicilere iyi gelecek sanırım.

Behzat Ç. den sonra Erdal Beşikçioğlu yine uç bir rolde.
Mesleği bu sefer Genetik Mühendisi.Meslek normal ama hayatı normal değil.
Kızkardeşi Ezo'un intihar sonrası girdiği derin uykudan uyanması için
bilimsel çalışmalar yapıyor. Evinin bodrum katını laboratuar haline
getirmiş.Bir de yanında Salim (Berkan Şal)var.Salim Murat'ın her işine koşturan
yardımcısı. Murat kardeşi Ezo uyandıktan sonra ona  yardım etmesi için
 psikiyatrist Ceyla (Melis Birkan) ile anlaşıyor.



Dizinin 23.30 gibi bir saate konulduğunu görünce ''kesin ilginç bir konusu vardır''
diye düşünmüştüm. Yayın saati bu konular için uygunda, umarım
bundan dolayı reyting kurbanı olmaz ve devamını seyredebiliriz.
Bir güzelliği de sanırım 50-60 dakika gibi bir sürede bitti bölüm,
öyle bakış bakışlar, ağır ağır ay yürüyüşü gezmeler yok.

İşte böyle.. Epeydir diziler hiç sarmıyordu beni,
aynı konular, uzun bölümler, dizi arası klipler vs.
Bakalım henüz diğer oyuncuları
sahneye çıkmayan
bu sert dizi sonraki bölümlerinde nasıl ilerleyecek?



Bademli, Susamlı Un kurabiyesi

Bugün arkadaşlarım gelecek, sabah erkenden kalktım, mutfaktayım.
Radyoda şöyle müzikli bir kanal, hazırlık yapıyorum.Neler yaptım sonra yazarım,
sizler içinde  ağzımızın tadı yerine gelsin diye önceden yapmış olduğum
Bademli Susamlı Kurabiyelerimin tarifini vereyim;


*125 gr margarin,
*1 çay bardağı toz şeker,
*1/2 çay bardağı susam,
*1/2 çay bardağı badem(öğütülmüş)
*1 çorba kaşığı kadar sıvı yağ,
*4 Türk kahvesi fincanı un,
*1/2 paket vanilya

Oda ısısındaki margarin,toz şeker, yarım çay bardağı susam,
yarım çay bardağı badem(fındıkda olabilir) un ve vanilya karıştırılır,
zor  toparlandığı için 1 çorba kaşığı sıvı yağ iyi oluyor hamur için.
Sonra cevizden biraz büyük yuvarlaklar yapıp fırın tepsisine verin,
düşük ısıda güzelce pişsinler, çıkınca da üzerine pudra şekeri serpin.
Çok lezzetli kurabiyeler..
Ölçüleri ikiye katlarsanız daha çok adet çıkar ,benim bu ölçülerle 13-14 adet
kurabiye çıktı..

Denemenizi tavsiye ederim..

Ağız tadıyla..

Gelin ey dostlar,

 ''Tertemiz şeylerden sözedeyim
  İlk sevdalarımdan,ilk dostlarımdan.
  Ne toprağın kokulu çiçekleri,
  Ne yıldızlar
  Ne vahşi gönüllü ,vahşi ruhlu insanlar;
 Hiç, hiçbirşey kalmıyor ebedi olarak,''

''Çimenler üstüne oturmak
 Dostlarla bir şey okumak
 Dolaşmak yıldızların altında
 Gelecekten konuşmak..
Gelin ey dostlarım,
Temiz, tertemiz şeylerden sözedelim.''
 Ho Chih-Fang,

 

bu güzel satırları paylaşmadan edemedim,
güzel şeyler işiteceğimiz günler olsun..



                                                                                

bir acı kahve..


bir tatlı kaşığı kahveyi, bakır rengi  küçük cezveye koyup,
üzerine de bir kahve fincanı tatlı su ilave etti. Ocağın en küçük gözünü
kutusundan aldığı kibriti çakarak yaktı. Hızla alev alan ocağı kısığa getirip,
cezveyi üzerine koydu.Kaşığı daldırıp usul usul karıştırdı bir müddet
sonra durup köpürmesini bekledi ..
Kahverengi karışım için için kaynayıp, kahvenin en hoş rengi
ile köpürmeye başlayınca , ocaktan aldığı cezveden güllü fincanına kahvesini
doldurdu..
Bir elinde su bardağı, bir elinde kahve fincanı ,
kuruldu balkondaki sandalyesine,
verdi yüzünü güneşe;
 
20 Mart meğerse Birleşmiş Milletler tarafından ''Dünya Mutluluk Günü'' ilan edilmiş.
bunu duyunca kutlamak için
acı kahvesinden bir kocaman yudum aldı höpürdeterek...
 


bence dibe vurduk..



 YİNE MAHVI PERİŞANIZ,
 İÇİMİZ KARARMIŞ,
 ÖLENLERE Mİ YANALIM,
 MEMLEKETİN DÜŞTÜĞÜ HALE Mİ?
 KORKU İÇİNDE YAŞAYAN BİR HALK OLDUK,
 ÇOLUĞUMUZ ÇOCUĞUMUZUN GELECEĞİNDEN ENDİŞE EDİYORUZ,
 LANET OLSUN ...

bahar ..pembe beyaz olur...


Bursa'dan dönüşte Gemlik'i geçtikten sonra saptık İznik yoluna.
40 km kadar mis gibi yemyeşil zeytin bahçeleri  arasından kıvrıla kıvrıla giden
yol ,göle paralel seyrediyor. Kenarında sıra sıra geçtiğimiz sakin sessiz köyler.
Sonra İznik 'e varılıyor.
Sapanca gölünden sonra İznik gölü çok daha sakin çok daha bozulmamış,
çok daha bizden. Sahil yolu hem yayalara hem arabalara açık ,piyasa yapan İzniklilerle
yada ziyarete gelen bizim gibi misafirlerle dolu .
Yolun diğer tarafında çay bahçeleri , kafeler var ancak İstanbul'daki lüksü arama hatasına
düşmeyelim. Çoğu çok bakımsız görünüyor, havanın henüz yeni ısınmaya başlamasının
etkisi olabilir belki yazın daha iyi durumda olabilirler.
Bizde sahilde yürüyüşten sonra bir tanesine oturduk, çekine çekine . Çünkü Sapanca
da bu çay bahçeleri ile hoş olmayan anılarımız vardı. Yanılmışız.
İçerde langırt oynayan gençler, bilardo oynayan genç kızlar, çay içip sohbete gelmiş
bayanlar, kahvelerini yudumlayan beyler, oyuna dalmış çocuklar ile çok sıcak
gayet modern bir hava hakimdi.
Garsonlar  kibar, çaylar  nefis, çay bardakları parmak izsiz, tostlar lezzetli ve ucuz,
İstanbul'da iki çaya vereceğiniz paraya burada iki kişi karnınızı da doyurursunuz.

Çayımızı içip ,civarın meşhur  zeytini ile birlikte getirdikleri tostumuzu yedikten sonra ,
Orhangazi tarafına gölün diğer yolundan dolaşarak devam ettik ,
bu yol daha düzgün ,daha geniş.
Bu tarafta da şeftali ağaçları, bademler, erikler rengarenkti..
Yolun iki tarafı meyve bahçeleri
ile dolu. Ey bereketli topraklar ey ,sebze meyve ambarı mübarek.
Bazıları kar yağmış gibi ,
bazıları sanki pespembe pamuk şekeri.



 
İstanbul'un dibindeki cennet köşelerden,
umarız bu yeni yapılan İzmir otobanını bahane edip buralardan da yol geçirme bahanesiyle
betona çevirmezler , imara falan açmazlar..
 
Hepimize güzel bir hafta diliyorum,
sevgiler... 

hem okurlu hem yazarlı gün.


Geçen gün yaşamımda ikinci kez bir yazarla karşılaşma fırsatım oldu;
Buket Uzuner.

0'nun bize anlattığı kadarıyla ve şekliyle hayatına
değme fırsatımız oldu, o da kitaplarını imzalarken tek tek hepimizle kısa sohbetler
yaptı.(Yukarıdaki resimde sırada olduğumdan yayınlayayım dedim)
Yazar kimliği olan kişileri, bu işi meslek edinmiş, ortaya bir eser çıkartıp üstelik her aşamasıyla kendilerini vererek yıllarca uğraşmış,  eserini tanıtmak için de ayrıca çabalamış,
bir sürü okuyucuya ulaşıp, bir  çok hülyaya sebep olan kelimelerin ustalarını
hep merak ediyorum.
Onun için bu fırsatı kaçırmadım.
Buket Uzuner' in pekçok eseri kitaplığımda mevcut.16-17 yıl önce ilk olarak;
-Kumrak Ada Mavi Tuna 'yı okudum.
Sonra;
-Uzun beyaz Bulut,
-İstanbullular,
-Su,
-Toprak,
Hepsinde içimize işleyen güzel hikayeler var.
(''Yazarken bazen seyrederek yazarız'' dedi..)


Buket Uzuner renkli bir giyimle çıktı karşımıza sanırım turkuaz rengini çok seviyor, güler yüzlü
görüntüsü var, bol muhabbetli. Kendisi aslında Çevre ve Biyoloji konusunda eğitim almış bir fen insanı.Küçükken astronot olmayı hayal edermiş, dünyayı tepeden görmeye hala niyetli gibi
geldi bana. Yukarılardan olmasa da dünyanın çeşitli ülkelerini görmüş, oralarda yaşamış,
kültürlerini tanımış, eğitim almış, çalışmış  hatta gezi kitapları da varmış ama
ben onları henüz okumadım.
Sadece Güney Amerika'yı görmediğini mahçup bir ifade ile dile getirdi. Kitaplarının
konusunun geçtiği yerlere gidip oralarda araştırmalar yaptığını anlattı,
sanırım yazdığı yerlerin havasını bir soluklaması gerekiyor ,görmesi gerekiyor.
Şimdi ''Su'' ve ''Toprak'' kitaplarından sonra dörtlemenin ''Hava'' olanı yazılıyormuş,
olay da Kayseri de geçecekmiş..
Merakla bekliyoruz Defne'nin yeni macerasını..
Bu etkinlik Erbulak Oyunculuk ve Yazarlık evinde yapıldı. Sahibesi Ayşe Erbulak
moderatördü ve Ayşe Erbulak'ın gelen konukları tıpkı evine gelen bir misafir gibi içtenlikle karşılamasına bayıldım.
Babası Altan Erbulak çok sevdiğimiz bir sanatçıydı. ..
Buket Uzuner'e de Altan Erbulak'ın kendi çizdiği bir karikatürü armağan edildi.
 Hayatta el yazım hiiç güzel olmadığı için,Buket Uzuner'in yazısına hayran kaldım,
üstelik romanlarını el ile yazıyormuş, dolma kalemle, tam hayallerdeki yazarlar gibi...

Okumadığım kitaplarından İki Yeşil Susamuru'nu seçtim.
şimdilik bu kadar,
görüşürüz...
hafta sonunuz güzel geçsin...