Cumhuriyetimizin 100. Yılı Kutlu Olsun
Cumhuriyetimiz 100 . Yaşına Giriyor
iyi gün var kötü gün var..
Bu gün günlerden cuma. Çalışanların, öğrencilerin en sevdiği gün. İstanbul'da gayet açık ,bulutsuz,süt mavisi bir hava hakim. Sabahın bu erken saatinde hiç olmazsa hava aydınlık .Oysa içimizin karartıldığı günlerden geçiyoruz. Kendi memleketimizin dertleri yetmezmiş gibi diğer ülkelerdeki insanların vahşetleri bizi kederlendiriyor, içimizi yakıyor,İlerde bizimde başımıza gelir mi diye düşünmeden edemiyoruz. Yine insanlığın nasıl bu kadar vahşi olabileceğini düşünüp duruyoruz. Gücü elinde tutan her hakkı kendinde buluyor. Savaş kötü haklısı yok, haklı da haksız duruma geçebiliyor, haksız da haklı. Sonra da ekranlarda boy boy garibanların, biçarelerin görüntüleri yayınlanıyor, her iki taraf ta biz daha yaralıyız diyor. Sen sana göre ,o kendine göre ,mazlum, yaralı, felakete uğramış. Kim karar verecek? Neye göre karar verecek. İnsanlığın en büyük sorunu devamlı bir savaşmak, itişmek kakışmak, geçinememek istemesi. İyi insanlar da varsa bu durumlarda maalesef hiç işe yaramıyorlar ya da şöyle ifade edeyim, insanlar iyi olsa bu gibi durumlar hiç olmazdı.
Bu gün kötümser tarafımdan kalmış olabilirim. Bu yazı sana kötü gelmiş olabilir sevgili okuyucu. Bir yerlerde bir kötülük yaşa/nıyor/tılıyor. Biz havadan sudan konuşuyoruz. Dizi seyrediyoruz, sergilere, konserlere, sinemalara ,gezilere gidiyoruz. Bu rahatsız edici geliyor, tıpkı haberlerde onca kötü olayı ekranlarda sergileyip; şimdi sıradaki haberimiz; diyen spiker gibi. Şimdi bizim başımızda değil diyoruz da başımıza gelirse ne yapacağız, işte onu hiç bilmiyor, öylece yaşıyoruz.
Şimdilik iyi günlerimiz için güzel bir fotoğraf yayınlayayım da yazı biraz ferahlasın;
Yüncü
Soğuklar bastırmadan şu battaniyeyi bitireydim iyiydi. Yazın sıcaklar fazla olunca plan şaştı, oysa hesaplamıştım yazın bitecekti. Örgü ipleri de aşırı pahalandı. Yedi bilemedin on lira olan ipler baharda yirmi beş liraya, yeni aldım otuz yedi TL ye yükselmiş. Mahallenin Yüncü esnafı da nakit çalışır, POS cihazı almamakta direnirdi bankadan. Neymiş efendim Banka komisyon alıyormuş da zaten ne kazanıyormuş da. Kendisini bankada çalıştığım zamanlardan tanıyorum, müşterimizdi. İstikrarlı bir çok ekonomik kriz atlatmış bir yüncü esnafı kendisi. Yıllardır aynı dükkanda yün satar. Bu sefer baktım POS makinası almış, şaşırdım;'' Ne yapalım efendim '', dedi ''Artık kimse de nakit çıkmıyor.'' Çıkmaz tabi bir yumak yün 37 TL olursa. O da nihayet kedi kartı ile satış dönemine geçmiş. Bir kaç tane daha ip alıp çıktım, umarım yetişir bunlar da bitiririm bir an önce battaniyeyi. Bu gün mesela bak hava kışa giriş yapmaya çalışıyor, buz gibi..
Sarı 'ya N'oldu?
Geçen gün Ağaç Evi Sohbetlerinin konusu ''Kedi mi köpek mi *''idi.
Ben evde ikisini de istemem açıkçası. Bahçeli bir evim olsa olabilirdi tabi. Bunu deneyimledim. Ankara Yenimahalle'de yaşarken , ben lisedeyim o zamanlar, anneannem İstanbul'dan bizi ziyarete geldi. Oturduğumuz ev de bir değişikti, sokaktakilerin çoğu gibi iki katlı ,biz ikinci kattayız fakat kot farkı deniyor sanırım, arka tarafta mutfak kapısının açıldığı bir küçük bahçesi vardı. Bir köşesinde kömürlük, diğer köşesinde ne olduğunu hatırlamadığım cılız bir ağaç . Arka tarafımızda da koca bir park. O bahçeye bir gün ufacık bir kedi yavrusu geldi. Miyav da miyav, hava soğuk Ankara'nın ayazı. Anneannem 'alalım eve akşam ,üşümesin yavru bu', dedi. O zamanlar kömür sobası zamanı. Kocaman bir salonu var evin soba ortada kurulu ,iki oda da salona açılıyor. Bir oda annemlerin yatak odası, diğeri kapalı misafir odası. Ben ,kardeşim, anneannem hepimiz sobalı kocaman salondaki divan ve çekyatlarda yatıyoruz. Kedi de bizle yatar, dedi rahmetli. Ay ! kedi sabaha kadar miyav da miyav miyavladı ,üstüne üstlük her taraf da hacetini görünce , biz sabah elimizde bez-kova temizliğe girişirken ,kedicik kendini yine bahçe kapısında buldu. Orada bakılmasına karar verildi. Bizle epey kaldı kedi , kardeşim okula giderken onun peşine takılır gider, sonra geri gelirdi.
Sonra benim İstanbul günlerim başladı, İstanbul'un da kedileri meşhur. Hele şimdi oturduğum sitede baya çok kedi var, hatta başka yerlerden de kedileri getirip bizim bahçeye bırakıyorlarmış. Eh yer müsait, sevenleri de çok, gelsinler. Lakin tek sıkıntı garajda yaşanıyor. Her dışardan yeni gelen arabanın sıcak kaputuna çıkıp oturuyorlar. Haliyle arabalara zararları da olduğu oluyor. Hayat ve her şey pahalı, insanlar mallarına zarar gelsin istemiyor, kedi tırmığı ,kedi çişi ,kokusu her neyse işte. Hele bir Sarı var tam edepsiz kerata. Her yeni giriş yapan arabanın takibinde, kış oldu mu garajdan çıkmaz. Benim sevgili beyle de çok didişirler, hatta arabayı park ederken Sarı nerede acaba diye, ona göre park yeri seçer. Geçen geldik arabadan indik, yanımızdaki arabanın tam sileceklerini olduğu yere ön cama boylu boyunca kleopatra gibi yayılmış, miyavlaya miyavlaya gözümüzün içine içine baktı, hiiç istifini bozmadı.
Geçen akşam çayımı demlemişim, tam oturmuş Kızılcık Şerbeti'ni izleyeceğim.
Sevgili bey; 'Ya Sarı vardı ya üç dört gündür ortada yokmuş', dedi. 'Hee ,n'apalım?!'
''Geçen gün minibüs yolunda kediye araba çarpmış, ona benzetmişler..'' Ay deme !' Yüreğim parçalandı, ben bir üzül, moralim bozuldu, ay Sarı değildir, yaralıdır belki falan diye dizinin ağlaklı sahnelerini bırakıp Sarı'yı andık durduk.
Ben üzülünce, belki bir yerlere gitmiştir, sahile bırakmışlardır falan diye kendimiz avutup, konuyu değiştirdik.
Yarın dışarda bir dolanıp ortalarda mı bizim Sarı bir bakalım. Nereden aklıma geldiyse işte bir Sarı hikayesi yazayım dedim size de sevgili okuyucu.
bu bizimki değil, temsili.. |
her şey bir yaprak yüzünden
sen yine de çalıp söyle..
(Bu yazı, sıcak mı sıcak ağustos günlerinde yazılmış bir yazıdır .)
Dün çok sıcaktı, yine, ama tren vagonlarının bu kadar soğuk olması iyi bir şey mi bilemedim. Öğle saatleri zaten yolcu yoğunluğu yok tren klimaları son ayarda sanırım, buzz gibi. Dışarda sıcaktan yapış yapış terlemişsin bir biniyorsun vagona brrrr, buz kesiyorsun. Hani konduktör olsa ,''kardeş söyle makiniste kıssın '' diyesim geldi. Biri yazmış, ne derece doğru bilmem ama Kore'de ısısına göre farklı vagonlar varmış. Soğuk ,ılık vs. , gerçi o da pek işe yaramaz ,işe giderken bir de vagon mu kovalayacaksın hadi sıcakladın ya sonra üşüyesin gelirse ,insanoğlu memnuniyetsizdir genelde sevgili okuyucu; yaz olur sıcaktan ,kış olur soğuktan dırlanır durur.
Evet vagonlar soğuktu ama içerde canlı müzik vardı. Giderken de gelirken de genç bir delikanlı gitarı ile şarkılar söyleyerek eşlik etti yolculara. Bir durakta klarnetli bir genç bindi ama onu dinleyemedik ilerleyip arka vagonlara doğru gitti o. Genç adam;
'' ben hala dolaşıyorum avaree...,''diye şarkısına başlayınca, herkes kafasını gömdüğü telefonları bırakıp genci dinlemeye başladı ,şarkıya eşlik ettiler. Ayakta duran yaşlı bir bey ayağı ile tempo tutuyor, karşı koltukta oturan kadın yanına oturan çocuğuna ''abi ne güzel söylüyor bak '' diye gösteriyor, kapı köşesindeki ayakta duran liseli aşıklar şarkıya dansla ve kahkahalarla eşlik ediyor, nihayetinde daha söylese keşke dediğimiz şarkısını bitiren genci , herkes canı gönülden ,kocaman gülümsemelerle alkışlıyor. Genç gitarını kenara bırakıp iltifatlar eşliğinde şapkasına atılan paralara memnuniyetle bakıyor, gülerek herkesi selamlıyor..
........diye hayal etsem de şu an , ne yazık ki tabii ki böyle olmadı sevgili okuyucu.
Genç şarkısını söylerken yolcular telefonuna kilitlenmişlerdi , duymadılar, duymamazlıktan geldiler, yokmuş gibi davrandılar, umursamadılar. Genç de alışmış demek şarkıyı bitirdi, bir kaç bahşiş topladı , ilerleyip gitti. Mutsuz ve suratı asık yolcular vagonlardaki sonsuz yolculuklarına kafalarında bin bir düşünce ile öylece devam ettiler.
Böyle işte ..