Cumhuriyetimizin 100. Yılı Kutlu Olsun


Ne şanslıyım ki Cumhuriyet Bayramımızın 100. Yılını Ankara'da kutlamak nasip oldu.  Üniversite arkadaşlarımızla yaptığımız buluşmaları bu yıl Ekim ayının en güzel haftasına denk getirip hem bu özel günde Ankara'da olduk hem de uzun yıllardır görmediğim gençliğimin şehrinin son halini görmüş oldum. Anıtkabir'i gittiğimiz ilk gün cuma günü ziyaret ettik, çok kalabalıktı.
 Kaldığımız otel Anıtkabire yürüme mesafesindeydi , ertesi gün inanılmaz bir kuyruk vardı, her yerden otobüsler gelmişti. Pazar günü ise tüm caddeler kapatılmıştı, vatandaşlar çoluk çocuk genç ihtiyar yürüyerek akın akın Anıtkabire sabah erkenden gelmeye başlamışlardı. Çok gurur verici çok duygulu çok mutlu bir olay.
Ankara 'da otobüsle panoromik şehir turu yaptık ,Ankara tabii ki çok değişmiş, çok büyümüş ,kalabalıklaşmış geldi bana.  Eski hali kesinlikle daha özel ve daha güzel ve daha düzenli idi. Şimdi her yerde olduğu gibi benzer yüksek yapılaşma düzensiz bir şekilde Ankara'yı da betonlaştırmış. 
Çok fazla çocukluk ve gençlik ilk anılarım var. Onların hatırına hep güzel görmeye çalıştım. YHT ile gittik aman ne kadar devasa bir tren garı yapılmış ama duygusu yok, bomboş bir yer. Üç kat, bir sürü dükkan ,hepsi boş. Bir de yanına AVM yapılmış.Bir tek çıkışta sol tarafta çınarların gölgesindeki bir kaç yiyecek yeri , cafe falan güzel, çınarların hatırına o da. Eski Garı aradı gözlerimiz, arkada bir yerlerde kalmış.
Bak bu paraşüt kulesi de bana çok enteresan ,eğlenceli gelirdi bir zamanlar, o da faal mi bilemedim. 

İyi ki gidip gördük tekrar bu güzel Başkentimizi. Her yer Türk bayraklarımızla, Atatürk posterleri ,resimleri ile donatılmıştı.
Her yerde marşlar çalınıyordu. 10. yıl marşı, İzmir Marşı keşke bir de etkileyici bir 100. yıl marşımız olaydı. Bir çok beste yapıldı ama etkileyici bir tane çıkmadı sanki. Ortak paydada buluşulamadı, bir 10.Yıl marşı  bir İzmir marşı gibi mesela.
Kale benim yaşadığım dönemlerde böyle değildi tabii ki ilk kez gördüm bu halini, çok güzel turistik bir yer olmuş. Biraz dolaşıp bir kahve içimi oturduk.

Güzel bir üç gün geçirdik hem arkadaşlarla geçen zaman güzeldi hem de 100. Yılda Ankara'da olmak özeldi.
İlelebet Yaşasın Cumhuriyetimiz.

Cumhuriyetimiz 100 . Yaşına Giriyor

                      Bayrağımızı astık balkona. Hem de en büyük olanını.
Bu sabah uyandığımda sitede başka komşular da bayraklarını asmıştı. Her yer bayraklarla donatılmalı. Oysa öyle değil. Pazar günü Kadıköy'e indik. O gün Fenerbahçe'nin maçı vardı, her yer takımın renkleri olan sarı lacivertti. Gözlerim belki Kadıköy Belediyesi etrafı bayraklarla , afişlerle donatmıştı diye bakındı, aradı ,taradı. Bir iki reklam panosu dışında bir şey göremedi. Kendi ilçem Kartal'da da öyle. Yakındaki viyadük kenarına ufacık bir 100. Yıl Kutlama tabelası asıldı o da görebilirsen. 
Oysa seçim zamanı etraf bayraktan, parti logolu flamadan geçilmiyor. şarkılı türkülü seçim otobüsleri turlayıp duruyor. Doğru düzgün 100. Yıl Marşı bile yok. Bir kaç tane duyuyorum, onlar çalınabilir mesela. Her şey son bir güne 29 Ekim gününe hazırlanıyor sanırım. 
Bu bizim yaşamımızda rast geldiğimiz ,tarihi önemi olan bir yıl ve hafta. Türkiye Cumhuriyetinin 100. Yılı. Biz denk geldik. Böyle sönük mü, herhangi bir tarih gibi mi kutlamalıydık, etrafı ,çevreyi bayraklarımızla donatmamalı mıydık? Marşlarımızı çalmamalı mıydık?
Ne ara bu kadar yitirdik milli duygularımızı?
Ne ara unuttuk bu toprakları ne zor aldığımızı?
Bari insanlar assın evlerine bayrakları, Cumhuriyetimizin 100. Yılı , en büyük bayramımız, en şanlı günümüz, unutturulmasın, herhangi bir bayram günü değil, bir kere yaşayacağız, bir kere göreceğiz ve bizim dönemimize denk geldi. Tarihi bir olay bu, umarım şanıyla kutlanır. 
Keza  yüreklerimizde şanıyla gururu ile kutlanacağına eminim. 


iyi gün var kötü gün var..

 Bu gün günlerden cuma. Çalışanların, öğrencilerin  en sevdiği gün. İstanbul'da gayet açık ,bulutsuz,süt mavisi bir hava hakim. Sabahın bu erken saatinde hiç olmazsa hava aydınlık .Oysa içimizin karartıldığı günlerden geçiyoruz. Kendi memleketimizin dertleri yetmezmiş gibi diğer ülkelerdeki insanların vahşetleri bizi kederlendiriyor, içimizi yakıyor,İlerde bizimde başımıza gelir mi diye düşünmeden edemiyoruz. Yine insanlığın nasıl bu kadar vahşi olabileceğini düşünüp duruyoruz. Gücü elinde tutan her hakkı kendinde buluyor. Savaş kötü haklısı yok, haklı da haksız duruma geçebiliyor, haksız da haklı. Sonra da ekranlarda boy boy garibanların, biçarelerin görüntüleri yayınlanıyor, her iki taraf ta biz daha yaralıyız diyor. Sen sana göre ,o kendine göre ,mazlum, yaralı, felakete uğramış. Kim karar verecek? Neye göre karar verecek. İnsanlığın en büyük sorunu devamlı bir savaşmak, itişmek kakışmak, geçinememek istemesi. İyi insanlar da varsa bu durumlarda maalesef hiç işe yaramıyorlar ya da şöyle ifade edeyim, insanlar iyi olsa bu gibi durumlar hiç olmazdı.

Bu gün kötümser tarafımdan kalmış olabilirim. Bu yazı sana kötü gelmiş olabilir sevgili okuyucu. Bir yerlerde bir kötülük yaşa/nıyor/tılıyor. Biz havadan sudan konuşuyoruz. Dizi seyrediyoruz, sergilere, konserlere, sinemalara ,gezilere gidiyoruz. Bu rahatsız edici geliyor, tıpkı haberlerde onca kötü olayı ekranlarda sergileyip; şimdi sıradaki haberimiz; diyen spiker gibi. Şimdi bizim başımızda değil diyoruz da başımıza gelirse ne yapacağız, işte onu hiç bilmiyor, öylece yaşıyoruz.

Şimdilik iyi günlerimiz için güzel bir fotoğraf yayınlayayım da yazı biraz ferahlasın;


Bu instagram arşivimde bugün karşıma çıkan üç yıl önceki zeytin ağacımızın zeytinleri. Toplanma zamanı geldi artık zeytinlerin. Bu sene az zeytin var, tabi bu memleketin en önemli sorunu pahalı fiyat olarak yansıyacak hem zeytine hem yağına. 

 Ruhumuzu güzel tutmaktan başka çaremiz yok. Herkese olabildiğince mutlu bir hafta sonu diliyorum sevgili okuyucu, hoşçakal.




Yüncü


 Soğuklar bastırmadan şu battaniyeyi bitireydim iyiydi. Yazın sıcaklar fazla olunca plan şaştı, oysa hesaplamıştım yazın bitecekti. Örgü ipleri de aşırı pahalandı. Yedi bilemedin on lira olan ipler baharda yirmi beş liraya, yeni aldım otuz yedi TL ye yükselmiş. Mahallenin Yüncü esnafı da nakit çalışır, POS cihazı almamakta direnirdi bankadan. Neymiş efendim Banka komisyon alıyormuş da zaten ne kazanıyormuş da. Kendisini bankada çalıştığım zamanlardan tanıyorum, müşterimizdi. İstikrarlı bir çok ekonomik kriz atlatmış bir yüncü esnafı kendisi. Yıllardır aynı dükkanda yün satar.  Bu sefer baktım POS makinası almış, şaşırdım;'' Ne yapalım efendim '', dedi ''Artık kimse de nakit çıkmıyor.'' Çıkmaz tabi bir yumak yün 37 TL olursa. O da nihayet kedi kartı ile satış dönemine geçmiş. Bir kaç tane daha ip alıp çıktım, umarım yetişir bunlar da bitiririm bir an önce battaniyeyi. Bu gün mesela bak hava kışa giriş yapmaya çalışıyor, buz gibi..

Sarı 'ya N'oldu?

      Geçen gün  Ağaç Evi Sohbetlerinin konusu ''Kedi mi köpek mi *''idi. 

Ben evde ikisini de istemem açıkçası. Bahçeli bir evim olsa olabilirdi tabi.  Bunu deneyimledim. Ankara Yenimahalle'de yaşarken , ben lisedeyim o zamanlar, anneannem  İstanbul'dan bizi ziyarete geldi. Oturduğumuz ev de bir değişikti, sokaktakilerin çoğu gibi iki katlı ,biz ikinci kattayız fakat kot farkı deniyor sanırım, arka tarafta mutfak kapısının açıldığı bir küçük bahçesi vardı. Bir köşesinde kömürlük, diğer köşesinde ne olduğunu hatırlamadığım cılız bir ağaç . Arka tarafımızda da koca bir park. O bahçeye bir gün ufacık bir kedi yavrusu geldi. Miyav da miyav, hava soğuk Ankara'nın ayazı. Anneannem 'alalım eve akşam ,üşümesin yavru bu', dedi. O zamanlar kömür sobası zamanı. Kocaman bir salonu var evin  soba ortada kurulu ,iki oda da salona açılıyor. Bir oda annemlerin yatak odası, diğeri kapalı misafir odası. Ben ,kardeşim, anneannem hepimiz sobalı kocaman salondaki divan ve çekyatlarda yatıyoruz. Kedi de bizle yatar, dedi rahmetli. Ay ! kedi sabaha kadar miyav da miyav miyavladı ,üstüne üstlük her taraf da hacetini görünce , biz sabah elimizde bez-kova temizliğe girişirken ,kedicik kendini yine bahçe kapısında buldu. Orada bakılmasına karar verildi. Bizle epey kaldı kedi , kardeşim okula giderken onun peşine takılır gider, sonra geri gelirdi. 

Sonra benim İstanbul günlerim başladı, İstanbul'un da kedileri meşhur. Hele şimdi oturduğum sitede baya çok kedi var, hatta başka yerlerden de kedileri getirip bizim bahçeye bırakıyorlarmış. Eh yer müsait, sevenleri de çok, gelsinler. Lakin tek sıkıntı garajda yaşanıyor. Her dışardan yeni gelen arabanın sıcak kaputuna çıkıp oturuyorlar. Haliyle arabalara zararları da olduğu oluyor. Hayat ve her şey pahalı, insanlar mallarına zarar gelsin istemiyor, kedi tırmığı ,kedi çişi ,kokusu her neyse işte. Hele bir Sarı var  tam edepsiz kerata. Her yeni giriş yapan arabanın takibinde, kış oldu mu garajdan çıkmaz. Benim sevgili beyle de çok didişirler, hatta arabayı park ederken Sarı nerede acaba diye, ona göre park yeri seçer. Geçen geldik arabadan indik, yanımızdaki arabanın tam sileceklerini olduğu yere ön cama boylu boyunca kleopatra gibi yayılmış, miyavlaya miyavlaya gözümüzün içine içine baktı, hiiç istifini bozmadı. 

Geçen akşam çayımı demlemişim, tam oturmuş Kızılcık Şerbeti'ni izleyeceğim. 

Sevgili bey; 'Ya Sarı vardı ya üç dört gündür ortada yokmuş', dedi. 'Hee ,n'apalım?!' 

''Geçen gün minibüs yolunda kediye araba çarpmış, ona benzetmişler..'' Ay deme !' Yüreğim parçalandı, ben bir üzül, moralim bozuldu, ay Sarı değildir, yaralıdır belki falan diye dizinin ağlaklı sahnelerini bırakıp Sarı'yı andık durduk.

Ben üzülünce, belki bir yerlere gitmiştir, sahile bırakmışlardır falan diye kendimiz avutup, konuyu değiştirdik. 

Yarın dışarda bir dolanıp ortalarda mı bizim Sarı bir bakalım. Nereden aklıma geldiyse işte bir Sarı hikayesi yazayım dedim size de sevgili okuyucu.

bu bizimki değil, temsili..


her şey bir yaprak yüzünden

Bir yazlık hikayesi; Yeni dünya ağacı;
Bu yeni dünya ağacını bahçeye ekeli uzun yıllar oldu. Tam altına bahçe salıncağı koyduk ona şahane gölgelik oluyor. Sonbaharda çiçekleri harika kokuyor, meyveleri sarı sarı, kokulu, baldan tatlı. O da yerini sevdi coştukça coştu. Bizim bahçeye ve komşu bahçeye gölgesini esirgemeden büyüdü. Yaz kış yaprakları yeşil, lakin arada eskiyen yaprakları kahverengiye dönüşüp dökülüyor , bu sık yaptığı bir faaliyet. Genelde bahçe, onun kendinden bıraktığı kahverengi ,kurumuş, kalın yaprakları ile dolu. Babamın görevi hemen her sabah onları tırpanla toplamak, etrafını temizlemek. Bir nevi eskiden kalma askerlik alışkanlığı; mıntıka temizliği. Bizim yazlığın küçük bahçesi meyve ağaçları ile dolu oldu her daim. Bir köşede mandalina, bir köşede zeytin, erik hala mevcudiyetini koruyor. Şu an olmayan ama zamanında ayva, şeftali, armut hatta keçiboynuzu ağacı bile vardı. Artık yaşlanan erik ağacının meyvelerini toplamalara yetişemiyorduk, komşulara dağıtmakla bitmiyor, erik suyu devamlı yapılıyor, ocakta sık sık erik reçeli kaynıyordu. Sonra bozuldu ağaç, şimdi tek tük veriyor. Şeftali de çok lezzetli idi o da bozuldu gitti. 
Yan komşu ise tam bir'' çim '' hastası. Onunda elma, armut, kayısı ağaçları vardı, kesti. Geliyorlar hemen çimlerle ilgilenmeye başlıyor, suluyor, ilaçlıyor, biçiyor ve yine suluyor. O da onun keyfi ,fena halde değil çimleri . Bir ara bizim zeytin ağacının, onun tarafına gölge yaptığı ve gölgede çim yetişmediği ile şikayetlerini laf arasında anlatıyordu, babacığım da ona doğru büyüyen zeytin dallarını kestirirdi. Çimleri rahat etsin diye. Sonra n'oldu dersiniz, koca zeytin ağacına hastalık geldi ve öldü ağaç, kurudu. Ama zeytin ağacı öyle bir canlı ki kısa süre sonra yanından bir fidan çıktı büyüdü ve o da meyvelerini verip duruyordu. Ta ki geçen yaz yine dalları zayıflayıp hastalanana kadar, şu an zeytin ağacı yine iyi ama kuruyabilir her an. Yan bahçeden tedirgin bir hali var ağacın, diğer tarafa doğru uzuyor çünkü, babam komşu hatırına dalların yan bahçeye uzayan tarafını budatıyor.
Zeytin ağacı yetmedi, bu yıl çimci komşu bir sabah babama ;
''Yetti gari bu ağacın benim bahçeme dökülen yaprakları, bıktım senelerdir bunları toplamaktan kes şu ağacı , çimlerim mahvoluyor vs vs vs..''
diye hömkürmeye başlamış. Biz de İstanbul'dayız, annem göz enjeksiyonu olmak için bize gelmiş ,  babam evde yalnız. Olacak şey değil. Baya bir atışmış iki yaşını başını almış koca adam ki babam komşudan çok daha büyük, yaşa da hürmeti yok adamın. Gereksiz bir bağırış çağırış.
Babam hemen aramış bahçelere bakan bekçiyi, gel akşam bu ağacı halledelim, diye.  Hem bekçi hem bahçevan olan sitenin görevlisi de akşam gelmiş, neyse ki ağacın sadece çimli bahçeye dökülmesi muhtemel dallarını budamışlar, yeni dünya ağacı kendini kurtarmış. 
Bize de anlatılınca olay hem annem hem biz çok üzüldük. Tabii ki ağaca. Umarım küsmez. Yandaki çimci de oraları çapaladı, yeniden çim falan bir şeyler ekti, genelde bir-iki ay ancak kalıyorlar, çekip gidecekler. Çimler solacak, ota bürüyecek, bizim yeni dünya ağacı dallarından olduğu ile kalacak. Umarım iki komşunun birbirine darılması gibi yeni dünya ağacı da kesildiği için küsmez. Zeytin ağacından  sonra yeni dünya ağacıda komşu kaprisi uğruna kuruyup gitmez, bakalım göreceğiz.

sen yine de çalıp söyle..

(Bu yazı, sıcak mı sıcak ağustos günlerinde yazılmış bir yazıdır .)

Dün çok sıcaktı, yine,  ama tren vagonlarının bu kadar soğuk olması iyi bir şey mi bilemedim. Öğle saatleri zaten yolcu yoğunluğu yok tren klimaları son ayarda sanırım, buzz gibi. Dışarda sıcaktan yapış yapış terlemişsin bir biniyorsun vagona brrrr, buz kesiyorsun. Hani konduktör olsa ,''kardeş söyle makiniste kıssın '' diyesim geldi. Biri yazmış, ne derece doğru bilmem ama Kore'de  ısısına göre farklı vagonlar varmış. Soğuk ,ılık vs. , gerçi o da pek işe yaramaz ,işe giderken bir de vagon mu kovalayacaksın hadi sıcakladın ya sonra üşüyesin gelirse ,insanoğlu memnuniyetsizdir  genelde sevgili okuyucu; yaz olur sıcaktan ,kış olur soğuktan dırlanır durur. 

Evet vagonlar soğuktu ama içerde canlı müzik vardı. Giderken de gelirken de genç bir delikanlı gitarı ile şarkılar söyleyerek eşlik etti yolculara. Bir durakta klarnetli bir genç bindi ama onu dinleyemedik ilerleyip arka vagonlara doğru gitti o. Genç adam;

 '' ben hala dolaşıyorum avaree...,''diye şarkısına başlayınca, herkes kafasını gömdüğü telefonları bırakıp genci dinlemeye başladı ,şarkıya eşlik ettiler. Ayakta duran yaşlı bir bey ayağı ile tempo tutuyor, karşı koltukta oturan kadın yanına oturan çocuğuna ''abi ne güzel söylüyor bak '' diye gösteriyor, kapı köşesindeki ayakta duran liseli aşıklar  şarkıya dansla ve kahkahalarla eşlik ediyor, nihayetinde daha söylese keşke dediğimiz şarkısını bitiren genci , herkes canı gönülden ,kocaman gülümsemelerle alkışlıyor. Genç gitarını kenara bırakıp iltifatlar eşliğinde şapkasına atılan paralara memnuniyetle bakıyor, gülerek herkesi selamlıyor..

........diye hayal etsem de şu an , ne yazık ki tabii ki böyle olmadı sevgili okuyucu. 

Genç şarkısını söylerken yolcular telefonuna kilitlenmişlerdi , duymadılar, duymamazlıktan geldiler, yokmuş gibi davrandılar, umursamadılar. Genç de alışmış demek şarkıyı bitirdi, bir kaç bahşiş topladı , ilerleyip gitti. Mutsuz ve suratı asık yolcular vagonlardaki sonsuz yolculuklarına kafalarında bin bir düşünce ile öylece devam ettiler.

Böyle işte ..


Ekim


Hoş geldin Ekim ayı.
Hareketli geçeceğini tahmin ediyorum.
Bol bol yağmur ile başladın, yağmurlar bereket getirsin.
Mutlu bir hafta sonu diliyorum.