İvan Denisoviç'in Bir Günü


Aleksandr Soljenitsin, (1918-2008) tarihleri arasında yaşamış Rus Yazar.
Okumaya devam ettiğim Nobel Edebiyat Ödülü alan yazarlar arasına, 1962 yılında yazdığı ;
''İvan Denisoviç'in Bir Günü'' adlı kitabı ile katıldı. 
Aleksandr Soljenitsin yazar olmazdan önce, Sovyet Ordusunda görevliymiş.(1939-1945) 1942 yılında yüzbaşı rütbesi ile katıldığı 2.Dünya Savaşında cepheden gönderdiği mektuplarda, Stalin ile ilgili yazdığı eleştirilerden dolayı 8 yıl hapis cezasına çarptırılıp bir ceza kampına gönderilmiş. Oradan çıktıktan sonra da siyasi suçluların bulunduğu Kazakistan'da bir başka kampta 3 yıl daha kalmış. Ayrıca ''İstenmeyen Kişi '' ilan edilip sürgüne gönderilmiş.  Kazakistan'da öğretmenlik yapmaya başlayan yazar, bunca badireden sonra bir de kanser hastalığına yakalanarak tedavi görmüş. Stalin'den sonra Yeni parti Şefi olan Kruşçev, Stalin etkilerini ortadan kaldırma çalışmaları içerisinde, Soljenitsin'in de haklarını geri vererek ona ülkesine geri dönme imkanı tanımış. Bu dönemlerde yazarlığa başlayan Soljenitsin ,1962 de ''İvan Denisoviç'in Bir Günü'' isimli kitabını yazmış. Stalin dönemi çalışma kamplarını anlatan kitap ile dönemin takdirini kazansa da sonrasında yazdığı kitaplarla tekrar hedef haline gelmiş ,ülke dışına çıkma yasağı konmuş, Yazarlar Birliğinden de çıkarılmış.  1970 yılında aldığı Nobel Edebiyat Ödülünü ancak 3 yıl sonra alabilen Soljenitsin ,1974 yılında Sovyet Vatandaşlığından çıkartılmış. Ta ki 1991 yılında Gorbaçov'un yurttaşlık haklarını geri verilmesi ve sürgünün kaldırılması ile ilgili kararına kadar ülke dışında İsviçre'de , Amerika'da yaşamış. Vatandaşlığı geri verildikten sonra 1994 yılında Rusya'ya dönebilmiş. Hayatı sürgün ve cezalarla dolu olan Aleksandr Soljinetsin, 2008 yılında Moskova'da baba evinde hayata veda etmiştir.

Okuduğum baskıda yazarın üç öyküsü bulunmakta; 
(Kitabın Türkçesi; Mehmet Özgül)

İvan Denisoviç'in Bir Günü ; 1941 de savaşla birlikte evinden ayrılıp, 1951' de hala evine dönememiş , kendini bozkırın ortasında bir çalışma kampında hükümlü bulan İvan Denisoviç'in ceza kampındaki bir gününü anlatan  hikaye. Bir tek gün sabahtan akşama kadar bir ceza kampında en anlatılabilir ki demeyin 164 sayfa da gayet ayrıntılı anlatılmış.

Kreçetovka İstasyonunda Bir Olay;  Savaş zamanı , o zamanlar çok önemli bir ulaşım aracı olan tren istasyonunda görevlendirilmiş teğmen Zotov'un yaşadığı olaylar üzerine kurulu bir hikaye.
Üçüncü ve benim en çok etkilendiğim ise;
Matriyona'nın Evi;  Kocasını savaşta kaybetmiş yaşlı Matriyona köyde herkesin acıyarak baktığı, kimsenin hakkınde konuşmadığı bir kadın. Köye gelen öğretmeni evine kiracı olarak almak zorunda kalıyor. Kimseye bakacak gücü olmayan kadının geçmişe dair sırla dolu yaşam öyküsü ancak bir tren kazasında hayatının kaybettikten sonra açığa çıkıyor. 
Üç öyküde de Aleksandr Soljenitsin, yaşanılan zor, acınası, dayanılmaz yaşam şartlarına bir şekilde uyum sağlamış insanların acı dolu yaşamlarından kesitler anlatmış. Savaş ,insanların neden olduğu,birbirlerine eziyet ettikleri  en dehşet verici olay. 

Kitap şöyle bitiyor;
..Değil yalnız her köyde, her şehirde, bütün dünyamızda onu ayakta tutan, doğru bir insan vardır ve Matriyona böyle insanlardan biridir, hem de ta kendisidir....

/Yalnız kitapta doğru insan olan olarak geçen Matriyona'nun sonu,hatta baştan beri hayatı, hiç, hem de hiç iyi olmuyor./

Bir kelime daha öğrendik; vorteks..

 

Oysa tam da blog (header )başlık için bahar çiçeklerini çoşku ile açmış olan ağaçları seçmiş ve kendi emeğimle donatmıştım ki, ismine Aybar denilen kar fırtınası geldi oturdu koca şehrimize. Şehir zaten iki gün önceden kapatmış kendini, evlerde bekleşmekte, canhıraş şekilde ''geldi, geliyor, ordan girdi burdan çıkacak '' diye feryat figan edilen hava durumu haberlerini takip etmekteydi. Sanki kar, koskoca şehre ilk kez uğrayacaktı , ne bu telaş ya hu!!

Öyle de güzel yağdı ki meret, lapa lapa, rüzgarla birlikte gezine gezine ,harika bir kar şöleni oldu.  Çocuklar şen şakrak sitenin araba girişindeki yokuşundan naylon torbalar ve leğenlerle gece yarılarına kadar şen kahkahalarla kaydılar, kartopu oynadılar, maaile fotoğraflar çekildiler, kardan adamlar yaptılar. 

Mutluluk güzel şeydi, insanlar bunu özlemişti..


adı memleketten, tadı çikolatadan.


Selamlar,
koskoca Şubat ayında hepi topu tek bir yazı yazmış olmamın kendimce sebepleri var elbet. Lakin bu kadar olaylı gündemde, benim gibi nacizane  sade bir  insanın günlük sıkıntıları, sevinçleri, mutluluk  ve yahut endişeleri ne kadar önem arz eder ki. Gerçi tek bir insan ne yapabilir?  Tek bir insan dünyayı değiştirebilir mi? Tabi ki evet. Bakınız o tek, o ''mühim'' insanların  hepsi, o elimizden düşmeyen ekranlardan, gözlerimizin içine içine bakıyor.  Şapkadan tavşan çıkartırcasına ,hoop! bir anda çıkmaz denilen savaşı çıkarıyorlar. Hani bu yıl 2022, çook muhteşem olsundu, salgın bitsindi!! Peki, bitti dediler, nisanda bitecek dediler, hafifledi dediler. Tamam o bitti de ,savaş mı çıkarın yerine denildi. Hiç mi rahat yüzü görmesin bu gariban, bu sade, bu hiç olan insancıklar. Zaten memlekette salgın bitti bitecek diye cebelleşirken, bir yandan fatura derdine düşmüştük, yılbaşından beri gözlerimiz ayçiçek yağı bir yandan, benzin fiyatları bir yandan buna bağlı her şeyin fiyatları bir yandan, fenalıktan fenalığa geçiyorduk ki savaş yan komşumuzda bitiverdi. Gerçi alt komşulardan alışıktık alışmasına da bu sefer zengin ve kibirli ve insan haklarını hep savunur görünür taraflarda  olunca bu olay, biraz ürkütücü oldu.
Yani insan, her yerde,her zamanda aynıymış. Dili, dini, rengi ya da yaşadığı dönem ne olursa olsun maya aynıymış, huyu suyu değişmiyor, savaşı illa ki bir yerlerde yaşatılmak istiyormuş. Ne yazık!

Sade vatandaşlar , bizim gibi hiçler, fikirleri bir oydan öte yansımayanlar, ekmeğinin derdinde olanlar kendi yağıyla kavrulanlar ,öylece yaşayıp/belki de yaşamayıp/ dursun,diyorlar. Bir gün ellerinde, içine ne sığarsa onu koydukları ,bavulları ile yollara düşebilirler, kimse bize olmaz demesin ,sadece şimdi pastamızı yiyip kahvemizi içiyoruz diye, sıcak evlerimizde mutluyuz diye,'' an'' itibari ile mutluyuz diye gelecek ''an''lar da ne olacağımızı biliyoruz, sanmasın. 

İşte bu epeydir  ilk olan yazım aslında en sevdiğim Uludağ pastası yanında sade kahve ile başlamıştı. Tatlı tatlı  konuşalım, diye. Derin derin nefeslenip yeniden pastaya ve tam tadındaki sade kahveye döneyim. Uludağ pastası ,adı memleketimden, tadı çikolatadan, krokandan.
Sevgili beyimle yıllar yıllar önce  Ulus'taki Pelit pastanesinden alıp yerdik. Bizim için nostaljik bir tat. O zaman tek kümbet şeklinde, çikolata sosu üzerine ayrıca verilir şekilde satılıyordu. Şimdi baton pasta haline gelmiş , dilim halinde alınabiliyor. Her şey gibi pasta da değişmiş. Belki tadı bile farklı.

Ve bir keşke geliyor;
 keşke hayatta ki her gün böyle tadı yerinde geçebilse..Huzur ve barış  hep olsa. 
Ne güzel olur muydu?..