Martılar Ne Bekliyor?

 

Bizim sokağın martıları ve çığlıkları eksik olmaz ,tüm İstanbul'da olduğu gibi. Ayvalıkta beni en çok şaşırtan şeylerden biridir martıların azlığı hele yazlıkların olduğu mahallelerde  tek tük uçarlar. İstanbul'da beraber yaşıyor gibiyiz. Karşı binaların çatılarına konan martıları izlemek tam belgesel tadında hele o yavrularını uçurma zamanları çok enteresan. Eğer moraliniz bozuksa ya da tersi, keyifliyseniz martı izlemek Tv de dizi izlemekten bile daha iyi kafa dağıtır. 

Son zamanlarda her sabah bir cayırtı kopuyor, cak caklıyorlar, gaklıyorlar aman allah çeşit çeşit sesler, bağırışlar. Sabah sekiz oldu mu önce hepsi damlara dizilip bekleşiyor. Kıpır kıpırlar ama  sessizler , sonra karşı sokağın başında hafif tombul, Demirel saçlı, dayı tişörtlü bir adam görünüyor ,elinde beyaz bir poşet. Adam ortaya çıkar çıkmaz bizim martılar da bir sevinç ,bir hengame ,bir bağırış, aman amann adamın geldiği yöne uçuşuyor hepsi, koca kanatları ile süzüle süzüle sanki kucaklayacaklar, sarıp sarmalayacaklar gibi. 

Sakin adımlarla köşe başındaki otoparkın önüne gelen adam elindeki beyaz poşetteki yiyecekleri kaldırıma boca ediyor. Etrafında bir martı bulutu ,bir sevinç çığlıkları, bir gürültü ,adam biraz seyrediyor, sonra yine geldiği gibi sakin sakin uzaklaşıyor. O uzaklaşırken çoktan yiyecek kapışma savaşı başlamış, ganimetten pay alan martılar hızla uzaklaşıp damlara konuyor, yiyecek kapamayan martılar onları takip ediyor,bir itiş kakış yaşanıyor. Rızkını kapan gidiyor, yetişemeyen kim bilir belki ertesi sabahı bekleyerek süzülüp uçuyor ,uzaklaşıyor. Martılar için bile  İstanbul'da karnını doyurmak kolay gibi görünse de epey  mücadele istiyor. Önüne konulan yemeği bile kapmak için didişme halinde martılar bile. 

Kimdir bu adam ,bilmiyorum? Sokak hayvanları denilince hemen köpek ,ikinci  olarak kedi diyenlere nispet edercesine martıları ,kuşları da düşünen bir insan. Sanırım mahalle esnafından biri. Martılara kahvaltı veren biri.. belli ki kuşları seven ,belki iyi biri.. 




Darısı başınıza...

Dün uzun suredir ilk kez Kadıköy' e gittik. Marmaray'la Ayrılıkçeşme'ye,oradan da metro aktarması ile Kadıköy sahile indik. Metrodan çıkışta şansımıza tramvay yeni gelmişti hemen atladık Bahariye'ye kadar yürümemiş olduk. Çünkü dün de şahane bir sıcak vardı. Hedefimiz Harunoğlu pasajındaki şapkacıydı, işimizi hallettik. Amasyalı şapkacı siftahı bizden yaptı . Şapkacı biz yaşlarda dükkanın ismini kendi ve hanımının isimlerinin ilk hecesinden oluşturmuş, hemen bunu anlattı. Sevgili bey'imin özelliğidir, girdiği dükkanlarda esnafla mutlaka bir muhabbet çevirir, çoğu yerden hem madden alışveriş eder hem de neredeyse ahbap olur çıkarız:) Sonra biraz yürüdük, karnımız acıktı Postane tarafında  Iskender Kebapta birer iskender yiyip bir bardak üzüm şırasını ortaklaşa içtik. Malum çok şekerli bir ürün bana kalsa ayran tercih ederim ama hem kebapta yoğurt, hem ayran pek olmaz tabi. Lokanta ne kadar da boştu, sadece bir iki masa yerli halk, diğer bir kaç masa turist gurubu, onlar da üç beş kişilik.  Sonra yine yürüdük bu sefer Moda'ya doğru, kendimizi sorgulamadık da değil hani bu sıcakta ne işimiz var dışarda, diye. Üstelik Kadıköy çok bakımsız, çok harap geldi bana ya hu!
 /Neyse bambaşka bir yazı konusu bu/.
Bir dondurmacı kafede oturup mola verdik. Ben iki top dondurma/30 tl bir top/ çikolatalı ve vişne soslu yoğurtlu, çok lezzetliydi, sevgili bey sade kahve istedi. Kahveyi bir getirdiler iki yudum sonrası sırf telve, garsonu çağırdık söyledik ikiletmeden yeni bir sade kahve getirdiler.Bir fincan kahveye 50 TL  ödeyeceksek, tam tetimatıyla pişmiş olsun. Dondurmayı yine ortaklaşa yedik, kahveleri içtik öyle boş muhabbet yapıp, dinleniyoruz, dükkan serin bir yerde, gelen geçen de var yeri güzel yani. Yuvarlak iki kişilik şirin masaları, hasır görünümlü yeşil beyaz sandalyeleri var. Bir masa ötemizde kırklı yaşların başında bir kadın kahvaltı ediyor. Siyah saçlarını dağınık bir topuzla toplamış, kısa boylu , güzel yüzlü siyah japone kol bol bir elbise giymiş esmer bir kadın. Arada göz göze geliyoruz, bize bakıyor gibi. Bir ara sokaktan geçen  emekçi kadınlarla ilgili bir derneğin bildiri dağıtan  mor önlüklü genciyle yardımlaşma üzerine konuşuyor. Tam biz hesabı beklerken ; 
'Afedersizin size bir şey sorabilir miyim?' diyor. Gayriihtiyarı etrafa bakıyorum, bana diyor .Böyle bir atak beklemeyen ben;
 'Buyrun sorun?'    /Bu aralar bir kaç kez başıma geldi tuhaf gelecek ama ''Saçınız boya mı?' diye soruyorlar. İki yıldır beyaz bıraktığım saçlarım gri saç moda olunca epey dikkat çekiyor ,boya mı diye merak ediyorlar?!Biz kadınlar tuhafız bazen..
Soru başka bir cenaptan geliyor;
''Siz evli misiniz? '' 
Hoppaaa:))
Bazen hazır cevap olmayı çok isterim , pek değilimdir.
'Evet', cevabımdan sonra şaşırdığımızı anlayınca hemen lafa girişti;
''Yanlış anlamayın, çok hoşuma gitti, bu yaşta / ne varmışsa yaşımızda töbee töbeee konuştukça batacak bu/ hala böyle cafelerde oturup, muhabbet etmek gezmek falan çok hoşuma gittiniz, ben bir evlilik yaptım kötüydü çok da sizin gibi örnekleri görmek hoşuma gidiyor... falan feşmekan.. '' ay konu nereye gidiyor masadan masaya. 
Bu arada hesabı getiren işletmenin kıdemlisi olan genç kadın 'hadi hadi kalkalım' diyen sevgili bey'ime;
bir yandan pos fişini uzatırken ''bence de beyefendi, nazara geleceksiniz neredeyse ? diye usulca gülümsedi.
Ağzımdan kadına sadece
'' darısı başınıza ..'' yarım cümlesi çıktı.
Biz İskeleye doğru yürüyüşe devam ettik.
Hava çok çok sıcaktı..Şahane sıcaktı. Eve kendimizi dar attık.. 
Bir Kadıköy yolculuğu böyle bitti..


kanal

İki üç gündür gri bulutlar gökyüzüne çöreklenmiş, rutubet deseniz had safhada. Akşam astığım çamaşırlar sabah hala ıslak. İstanbul'un en pis havası bu teselli eden kısmı böyle günler arada sırada oluyor işte. Dün dişçide işlerim bitti. İlk kez ağrımadan sızlamadan gittim  , diş temizliği ihmale gelmez .Bazıları sık temizletin diyor bazıları yok zararlı diyorlarsa da arada temizletmek lazım.Bir de kanal yenileme yapıldı, o gerekli miydi tam emin olamadım. Her şeye olan güvensizlik maalesef sağlığa da yansıdı. Dört kanal tedavi edilmiş dişten bir tanesinin yenilemeye ihtiyacı olduğunu söylemeleri tuhaf geldi çünkü ,dördü de aynı sene aynı doktora yaptırılmış ve aynı durumdaydı , sıkıntısız. Ama hekim söyleyince ,tamam dedik, Yine de tereddütlüyüm artık her denilene hemen inanamıyorum. Geçen annemi sarı nokta için enjeksiyon yapmak için hazırlarken hangi gözü olduğuna işaret koymadılar, bende sormadım/bir daha asla sormadan geçmem/ ama ameliyathanede doktor sinirlenmiş neden işaretlemediniz ya ben yeni muayene etmemiş olsaydım, n'olacaktı ? diye. Yani sağlık sektöründe dikkat önemli, iyi bir hekime denk gelmek de çok önemli.


Bu nemli havalarda Palpito isimli bir Kolombiya dizisine başladım/ tesadüf konu ile alakalı oldu, sağlıkla ilgili bir konu ama duygusal işlenmiş gerilim filmi. Hem duygusal hem gerilim hem sağlık yani biraz karışık gibi geldi yazınca ama iyi harmanlamışlar. Mutlu mesut yaşayan bir trambon sanatçısı kadının kalbi organ kaçakçıları tarafından başka bir kadına naklediliyor ve olaylar hızla gelişiyor. 


Sevgili okuyucu , hepinize sağlıkla geçen günler diliyorum...

yolcu

 

Adıyla şanıyla dünyaca ünlü mega kentimiz yeri geldiğinde övgülerden övgü seçilemeyen, methedilen İstanbul'un Anadolu yakasının otobüs terminali böyle mi olmalı ama sevgili okuyucu? 

Tıkış tepiş daracık yollardan geçilerek gelinen eski püskü bir terminal binası ufacık araç meydanı ki kocaman modern otobüs firmalarının otobüsleri zar zor girip çıkıyorlar. Neredeyse en bilindik firmaların otobüse binmek ya da inmek için yolcularını yönlendirdikleri yer burası. Ara sokaklarda bir yer,  trafik keşmekeşinin özellikle sabah ve akşam içinde. Yolcuyu getirene de zor ,yolcusunu karşılayana da çünkü her hangi bir bekleme alanı yok arabalar için.

Annemi geçen hafta karşıladığımız gün mevsim normalinin üzerinde bir sıcak vardı, bir hafta sonrası sandık ki sonbahara girmişiz, hava bir serin bir güzel esintili bir güzel gri gri bulutlu. Neyse ki otobüsler tam vaktinde geliyor, gayet de konforlu bir yolculuk sunmuşlar gelirken de giderken de. Hatta dondurma ikramı bile varmış. Tabii bilet fiyatları havalar uçunca ikramlarla telafi çabası olmuş galiba. Üstelik uçaklarda olduğu gibi otobüsü de yollarda takip sistemi kurulmuş, yolcunuzu anlık görüyorsunuz, uzun süredir otobüsle yolculuk etmediğimden yeniliklere ancak vakıf oldum.  Hayırlısı ile yolcu ettik annemizi, salimen evine vardı. Bakalım bir dahaki ay nasıl olacak durum? 

aksi yaz


 Bu yıl yazlığa gidişimiz bir çeşit kaçış gibi oldu. Yoksa Haziran ayının hemen başında oraya gitmezdim. Genelde havası rüzgarlı ve serin oluyor ki iki üç gün üst üste yağmur yağdı, bahçeye çıkamadık bile.Ama çok yorulmuştum beden olarak değilse de kafa olarak, heyecan, stres yormuştu beni. Yazlıkta anne baba ile birlikte başka sorunlar olsa da değişiklik her zaman iyi gelir. Üstelik döneceğiniz başka bir yeriniz olması ayrıca bir konfordur. Aman sıkılırsam eve dönerim diyebilmek rahatlatır. Gittiğimizin haftası çarşıya inelim de ulaşım kartlarımızı temdit edelim dedik bir de annemin çokça methettiği ,dondurma ve çikolatası şahane dediği yere uğrarız dedik. Babamın giymediği pantolonu da terziye vermişler şort olsun diye onu da alacağız . Belediye kapanmadan yetişelim dedik olmadı, biz de öğle tatili olan bir saatte gidip önce bir dondurma yedik , methettiği kadar varmış, el yapımı çikolatalar, badem ezmeleri, kavala kurabiyesi ile her çeşit kahve satan butik bir dükkan, yalnız içerisi klima ile buz gibi soğutulmuştu havalar henüz tatlı tatlı esintili iken fazla geldi bana. Sonra gidip sahilde çay ,kahve içtik, terziye uğradık eski pantolon-yeni şortu aldık. Bu arada belediye açıldı, kartlar yenilendi, içine para yüklemesi de yapıldı. Sonra tam karakolun karşısındaki tostçudan tost yiyelim dedik, şahane orjinal tost yapıyorlar, tulum peynir, sucuk ,domates ve turşu. Yanındaki ayran da ayrı efsane.55 TL :) İşimiz bitip minibüs durağından araca bindik. İlk duraktan binince biz oturduk ,ayakta binen yolcular oldu tabii ki. Bunlardan biri de hastaneden geldiği yanındaki ile konuşmalarından ve elindeki ilaç torbasından belli, ağzına maske takmaya tenezzül etmemiş bir kadın yolcu köhür köhür öksürerek ineceği yere kadar hastalığını belki de annem ve babamdan başkalarına da saçtı. Evet bu güzel gezintili ,afiyetli günün ertesi sabahı annemin keyfi kaçtı, hastalandı, öksürük başladı. İki gün sonra babam ateşlendi, ondan sonra eşim de başladı ve en son ben sadece ses kısıklığı ve boğazda bir gıcıklanmayla ekibe katıldım. Velhasıl ev karantina alanı oldu hem de bayram üzeri , neyse ki aile hekimi hepimizi ilaçladı, dinlendik, herkes bir tarafa serildi  neredeyse iki hafta böyle öksürük tıksırık mız mız mız geçtii. En çok da kimi andık derseniz o minibüsteki hasta olup ağzına maske takmadan toplu taşımayı kullanan hanımı, çok andık çok. 

Sonra çocuklarım geldi, keyfimiz düzeldi, havalar ısındı bayram moduna girildi. Bayramda gelen gidenle içilen kahveler, yenilen tatlılar ile gerçek bir bayram tadında yaşandı bitti. Derken bayramın son günü bulaşık makinası anormal bir gürültülü patlama ile sigortaları attırıp ,hizmetine son verdi.Sanırsın balkondan attık öyle bir ses.  Of ki off zaten yazlık yerlerde sular sıkıntılıdır şimdi bu elde bulaşık yıkama işi tam zamanında gündeme oturdu. bayramın 3. günü daha her yer kapalı. Haydi bakalım bulaşığa...

Neyse hemen bulaşık makinası arıza için servisi aradık. Tabii ki bayramdan sonraki salı gününe kadar gelemeyiz dediler. Tamam ,dedik. Elde bulaşık yıkamak sıcak havalarda çok da zor değil tabi, lakin bayramda arıza nedeniyle ilçede kesik olan sular arızadan sonra da gıdım gıdım verildiği için iktisatlı davranmakta her zaman fayda var su konusunda. Bayram geçti, servis sabah erkenden geldi: Tabi bu İstanbul'da servislerin randevu saatine bile geç geldiği durumlara alışkın olan bizde hafif bir şaşkınlık yarattı. Genç eleman makinayı evirdi çevirdi ve yanıp patlayan yeri buldu. Bizim makina tabii ki 10 yaş üstü olduğundan parçasını bulup bulamayacağı konusunda biraz tereddütlü olsa da bulmaya çalışacağını söyleyip gitti. Bir haftaya kalmaz haber veririz dedi. Öğleden sonra aradılar yaşasın ki parça varmış , yine ertesi gün aynı delikanlı geldi. Parçayı taktı yerine ve bulaşık makinası günlerdir sürdürdüğü grevini sona erdirip çalışmaya başladı. Servis elemanı çalışkan genç taa Hakkari'den buraya göçmüş.Doğma büyüme Hakkarili, Hakkari nire Ayvalık nire,Türkiye'nin bir ucundan diğer ucuna; ''Oralarda iş yok abla'' dedi, söze gerek kalmadı. Çok çalışkan, çok efendi, saygılı  bir gençti.İşini de hakkıyla bitirdi. Arıza 1000 TL gibi bir ücretle halloldu ki en düşük programlı bulaşık makinası sanırım on binlerdedir şimdi. Beyaz eşyalara gözümüz gibi bakmamız gerekiyor artık. 

Yaz ayları işte her şey güllük gülistanlık olmuyor, ıvır zıvır bir sürü aksilik.. Dönüş sebebi de bir aksilik ,onu da bir dahakine yazayım..

Hoş geldin Ağustos..