İstanbul'da Aralık..

İstanbul 2017 yılının son haftasına, maşallah pırıl mı pırıl bir hava ile girdi.
Hava soğuk olsa insanlar AVM leri tıklım tıkış doldururlardı ki sanırım,
 yine haftasonu ve akşamüzerleri öyle .Ne de olsa AVM lerin en ışıl ışıl zamanı bu ay.
Her yer,tüm mağazalar,yeni yıl indirimleri,
süslü vitrinler, yılbaşı konseptine uygun dekorlarla bezeli.

 Yeni yapılan alışveriş merkezlerinde açık havada dolaşılabilecek ,
sokak tarzı bölümlerde var artık.Sıcak havalarda da alışveriş merkezlerine gelebilirsiniz, diyorlar yani.

 Hatta Küçükyalı'daki bu alışveriş merkezinde, hem açık hem kapalı havası bile yaratmışlar bir bölümde:)) 
Ama biz kanıyormuyuz??  Hayıır.İşimizi çabucak halledip doğru sahile..
İstanbul'da bu güzel Aralık ayının son günlerinde sahilleri dolaşmadan, yürüyüş yapmadan,
bir çay bahçesinde çay içmeden de olmaz ama değil mi?
Güzel havaları kaçırmayacaksın.Yürüyüş,  hem sağlık hem mutluluk için şart.
Size biraz bulut manzaralı ,sahil resimleri de çektim.Boğazdan sonra en güzel
sahil, bizim bu taraflardaki sahil.Anadolu yakası.Neden derseniz ;çünkü karşımızda Adalar var..
.


2018 yılı parlak güneşli günlerin çok olduğu bir yıl olsun,
diyerek bir yeni yıl dileği daha bırakayım..

hayal kurmak..

''..Sabah kızarmış ekmek kokusuyla gözlerimi açtım.Kuzineden odun çıtırtıları geliyor.
Üzerinde küçük gri güğümde çay suyu kaynamakta.
Gözlerimi tekrar kapadım.Derin bir sessizlik. Kar bütün sesleri yutmuş.
Hiç dönmeden uyumuşum, nasıl yattıysam aynı şekilde uyandım. Yorgunluk uçup gitmiş.
Yerdeki döşek sanki kuştüyü yatak gibi rahat ettirmiş bedenimi.
Sobanın sıcağında hemen üzerimi giyiniverdim, kazak , yelek.Ayaklarıma yün çoraplar.
Üstünde gül desenleri olan kırmızı mavi örgü patikler.Şalvar kalıncana, pazenden dikilme.
Kısa kornişe takılı kumaş perdeyi kenara itip dışarı baktım ,
lapa lapa kar yağıyor bir de güzel tutmuş.
yatağımın çarşafını ve yorganını katlayıp, duvar dibindeki dolabın üzerine koydum,
döşeğide yuvarlayıp, dürdüm kaldırıp dolabın yanına dayayıverdim. Kapının arkasınaki
askılıktan aldığım siyah yün şala sarınıp dışarı attım kendimi.
vay canına , nasıl bir ayaz çarpıverdi yüzüme birden. Kirpiklerime yağan karlar kondu.Gözlerimi
kapatıp ,burnumdan derin bir soluk aldım.kapı önünde siyah lastikler vardı.Patiklerle
giymesi zor oldu ama ayağımı zorla sıkıştırdım içine. Karda yürümek,gıcır gıcır sesleri
duymak, beyazlığın sonu yokmuş gibi hissetmek ne de iyi geldi.
soğuğa da alıştım. her yanım kar oldu. içerden seslenmeseler daha ne kadar kalırdım
bilmem...''



yeni yıl için bir dilek daha bırakıyorum;
2018 yılında ,okuyacağımız, yaşayacağımız ,hayaline ulaşacağımız
güzel  hayat hikayeleri  olsun.
Nerede olmayı, nasıl yaşamayı düşlüyorsak öyle günlerle dolu olsun.,

HAYATIN DEĞERİ...

'' Bir gün çocuk babasına sorar;
-Hayatın değeri nedir baba..
Babası cevap vermek yerine;
-Al bu taşı ve markete satmaya götür, der.
Eğer birisi fiyatını soracak olursa iki parmağını kaldırarak işaret et ve hiç bir şey söyleme.
Çocuk taşı alıp markete gider ve bir kadın sorar;
-Taşın ne kadar? onu bahçeme koymak isterim.
Çocuk hiç bir şey söylemeden parmaklarıyla iki işaretini yapar. Kadın;
-İki dolar mı? Tamam alıyorum ,der.
Çocuk koşarak babasına gider.Dediğini yaptığını ve bir kadının 2 dolara taşı almak istediğini söyler.
Babası taşı şimdi bir müzeye götür ve aynı şeyi tekrar yap ,der.
Çocuk müzeye gider ve taşı bir adam görür.
-Bu taş çok güzel ,onu müzeye koymak isterim.Fiyatı nedir?, der.
Çocuk yine eliyle 2 işaretini yapar.Adam;
-200 dolar mı? Tamam almak istiyorum der.Şaşıran çocuk babasına koşar ,müzede adamın
taşı 200 dolara almak istediğini söyler.
Babası şimdi de taşı,  değerli taşlar satan bir dükkana götürmesini ister.
Çocuk dükkana gider, taşı gösterir.Adam ;
-Bu değerli taşı nerden buldun? Ben almak isterim ,der.
 Çocuk yine eliyle 2 işaretini yapınca, adam;
-200.000.- dolar mı? Tamam, almak istiyorum,der.
Çocuk şok olmuş halde babasına koşar.
Babası ;
-Oğlum şimdi hayatın değerini anladın mı?
Nerden geldiğin, nerde doğduğun, teninin rengi ,ne kadar zengin bir ailede doğduğun
önemli değil. Önemli olan kendini nerede konumlandırdığın, çevreni oluşturan insanlar.
Kendini ne şekilde taşıdığın.
Tüm hayatını 2 dolarlık taşmış gbii hissederek yaşabilirsin
Tüm hayatını seni 2 dolarlık taş olarak görenlerle yaşayabilirsin.Fakat her insanın
içinde bir elmas vardır ve çevremizdeki insanları seçebiliriz.
Değerimizi bilen ve içimizdeki elması gören insanlarla kendimizi
bir markete ya da bir mücevher dükkanına koymayı seçebiliriz.
Ve ayrıca başka insanlarında kendi içindeki cevheri
görmelerine yardımcı olabiliriz.
Çevrenizdeki insanları akıllıca seçin, hayata fark
yaratacak olan şey bu. Bazı insanlar sizi paha biçilemez göreceklerdir.''

Bu kıssadan hisse olayından sonra ,yeni yıl için,
 bir dilek daha bırakayım;
2018 yılı , bize içimizdeki sevgi ,huzur ve değeri hissettirecek insanlarla dolu geçsin.
Ve bizlerde etrafımızdaki insanlara sevgi ,huzur ve değer verelim..



(öykü İnt.Alıntı..)

Duyarsızlık..

Öylesine tembel takıldığım günlerde olan bazı şeyler dürtüklüyor yazsana diye.
Yazasım yok oysa. Yılın son haftasına girdiğimizden mi nedir
böyle bir hüzün kaplamış durumda beni.
Ondan mütevellit arkadaş, dost meclislerinde dolanıyorum.
Elim kaleme daha doğrusu klavye tuşlarına gitmiyor. Bir de kitaplarım var,
en büyük kaçamak kapısı, aç gir içine sevdiğin bir kitabın, ruhun dolaşsın dursun.
Akşamları dersen dizilerimiz var, sağolsun.Neredeyse her bölümü sinema filmi ile yarışır uzunlukta.  Mutfaklada aramı soğuk tutuyorum.Neden? Çünkü diyet yapıyoruz
neredeyse üç aydır, iyide yol katettik, sağlık için az ve öz yemek konusunda direnmekteyiz
canısıyla.
İşte böyle takılırken emekli modunda, sitenin kapısında 
kenarları bantla yapışmış bir duyuru gördüm.
''İlçe Kent Konseyi sitemiz F salonunda Çevre ve mahalle sorunları  ile ilgili bir toplantı
düzenlemiştir, cumartesi günü falan saatte '' diye.
Ne güzel ,dedim. Bizim yaşadığımız site150 dairelik kocaman bir yer.
Mahalle gibi ki şimdi İstanbul'da pek çok yerleşim yeri bu şekilde,
yüksek binalı mahalleler  gibi zaten.Pek çokda sorunu var semtimizin,
konuşup, bilgilenmek, sorunlarımızı iletip çözüm aramak için bir sivil toplum örgütlenmesi,
bir platform kapımıza geliyor.
Gün geldi çattı. Biz gittik, sağolsun İlçemiz Kent Konseyi  üyeleri gelmişler,
bizim onlara açtığımız salonda güzelce hazırlanmışlar.
Lakin koskoca 150 daire, en az iki kişi desen, üçyüz kişiden gelen ,ilgilenen,
bir ne konuşulacak, diye merak eden kişi sayısı..söylüyorum;
 iki elin parmakları kadar ya var ya yok.
Şaşırıp kaldık. Günlerdir asılı duyuru, facebook  gurubundan yapılan çağrılar
 hiiç bir işe yaramamış.
Kimse evinden çıkıp, bir asansör mesafesindeki toplantıya gelememiş.
Nasıl duyarsız , ilgisiz, meraksız bir toplum olmuşuz.
Herkes bir bananecilik batağına düşmüş. Hiç mi sorununuz yok,
konuşup paylaşmak çözüm aramak istemez misiniz? Günler uzun ,bir iki saat ayrılabilirdi.
Site adına üzüntü duyduk.
İlçe Konseyi gelen nadir sayıda konuğuna
Şehir Hastaneleri ile ilgili oluşacak sorunlarla ilgili bilgilendirme yaptı
başka bazı sorunlara değindi ve yine yeniden gelebileceklerini belirterek
toplantılarına son verdiler.
Bizler kendi adımıza onlarla tanıştığımıza memnun olduk. Sivil örgütlenmeler çok önemli.
Bu tip biraraya gelmelerle devletin ilgilenmediği, görmediği ufak ama
yaşanılan çevre ile ilgili büyük sorunlara dikkat çekilebilir,
çözüm arayışlarına girişilebilir, sosyal yardımlar ,kültürel faaliyetler yapılabilir.
Ama önce insanımız biraz ilgi gösterecek, sorunları görecek, duyarlı olacak.
Hiç bir şey yapamasak bile dinleyecek, merak edecek,etrafımda neler oluyor diyecek.
Bu yapılan toplantıda da aklıma ,dinlediklerimden ziyade ,
insanların umursamazlığı takıldı.
Katılım çok olsa, biraz duyarlı olsaydık, güzel yaşamın kapısını aralamak için biraz çaba
gösterseydik ,diye düşündüm.
inanın zaman çabuk aksa da,
içine pek çok şey sığdırılabileceğimiz kadar esnektir.
İşte böyle bir haftasonu geçti benim buralarda.
 

Bir bardak çay ve  bir yeni yıl dileği ile nokta koyayım;
 
2018 yılında ,yaşadığımız mahallelerde ki sorunlara, daha duyarlı olmamız dileğiyle.
 

Lodos var


İstanbul'da lodos var. Buraların meşhur, güneyli rüzgarı. Hafta sonu esti durdu. Pencere aralarından
içeri giren uğultular, havada sessizce pike yapıp duran martıların uğultusu gibi.
Gemiler, kendilerini karaya vurmuş bulmamak için, Büyükada'nın kuytularına sığınmış.
İki yaka arası deniz ulaşımı duruvermiş,denizin haşmetli dalgalarının durmasını bekliyor.
Havada rüzgarlarla yayılan yosunla karışık, ılık bir deniz kokusu var. Kış kıyamet olması
gereken aralık ayında bir sıcaklık yayılıyor rüzgarla birlikte.
İnsanlar iki kaşlarının arasından yayılan bir ağrıyla uğraşıyor.
Tatsız tuzsuz lodos balığı gibi ,sersem sepelek..Bir huzursuz ,bir gergin.
Dışarda insanların uçuş uçuş saçlarını bile zaptetmesi güç.
Rüzgar öyle bir ittiriyor ki sanırsın savuracak insanı.
İstanbul'un neminden kolay kolay kurumayan çamaşırlar  balkonlarda efil efil rüzgarla
hemencecik kuruyuveriyor.
Havanın böyle hafiften ısınmasına aldanmayın. Öteden beri lodosun arkasından
ya yağmur ya da kar gelir, derler. Aralık ayında olmamızdan dolayı muhtemelen kar yağar.
Bir iki senedir, her yeni yıl başlangıcını, karlarla karşılıyor İstanbul.
Yine de belli olmaz.
Havasına hiç güven olmaz İstanbul'un. Bugün ılık ılık eser savurur ,
yarın bir poyraz sabahına uyanırsın, buz kesmiş etraf.

Her ne kadar biraz güzelleme yapmak istesem de,
bu lodos rüzgarı pek hazettiğim bir hava durumu değil.Hani şu yılbaşlarında vitrinlerde
çokça gördüğümüz,içlerinde çeşitli figürler olan cam küreler vardır..
Sallarsınız içerisinde karlar ,simler,beyaz pamuklar uçuşur.
Lodoslu havada sanki o cam küredeyimde birisi cam küreyi
eline almış, devamlı sallıyor  gibiyim bende.
Bilmem anlatabildim mi??

Güzel pazarlar..
Ağız tadıyla...








Yozgat Blues

 Yavuz ,yabancı dilde pop şarkıları söyleyen bir şarkıcı.
Neşe adlı vokalisti ile Yozgat'a bir arkadaşının gazinosuna turneye geliyor.
Yozgat 'ta  herşey istediği gibi gitmiyor.
Ancak Neşe için aynı şey söz konusu değil.
Neşe ,evlenmek için kız arayan  berber çırağı Sabri ile tanışıyor.
Sabri ile arkadaşlığı onu hem Yozgat'a alışmasını,hem de yeni bir iş sahibi olmasını
sağlıyor.Sabri'nin açacağı kuaför için ona yardım ederken ilişkileri ilerliyor ve
Sabri 'nin evlenme teklifini kabul ediyor. Yavuz ise şarkıları tutmadığı için işlerinden
atıldıklarını, beş parasız olduklarını Neşe'ye hiç söylemiyor.
70'li model arabasını satıyor,kaldıkları otel parasını bile öyle ödemek zorunda kalıyor.


Film az konuşmalı, ve nerelerde çekildiği görüntülerden pek anlaşılmadığı için tamamen
seyircinin hayal dünyasına kalmış. Bu tarz ''sanat'' filmlerini pek seyretmem sırf da bu yüzden.
O öyle mi, bu böyle mi diye düşüne düşüne seyredersiniz.Kitap değil ki bizim hayal gücümüze
bırakılsın.Film dedi mi görseli olmalı, gözlerimize,kulaklarımıza hitap etmeli.
Diye düşünüyorum. Tabii ki bir seyirci olarak.
 Sonu da bu tip filmler için tam tahmin ettiğim gibi bitti.
Öyle ortada.
Seyredenler nasıl düşünecekse öyle.
Yavuz gitti mi? yoksa son anda vaz mı geçti?
Böyle sonları da sevmiyorum. Alışmışız film ya ''mutlu son'' olup bizi gülümsetecek,
ya da '' acıklı bir son '' ile gözlerimizi yaş dolduracak, hüzünlendirecek.
Sanatsal bir film ise gözlerinizde bir soru işareti ile kalırsınız
ve perde de jenerik ,müziği ile birlikte akmaya başlar..

Film 2013 yapımı .Ercan Kesal 'a 2013 yılında  En İyi Erkek
Oyuncu ödülü getirmiş. Aynı yıl,Yozgat Blues filmi bir çok ödül almış.
Tebrikler.
Bu tarz filmler ilginiz dahilinde ise seyretmişsinizdir.Ben de son dönemlerde
dizilerden tanıdığımız Ercan Kesal oyunculuğunu beğendiğim için ,
hazır TV 'de rastlamışken izledim. 
Buraya da bir not düşeyim dedim.
Hepimize iyi hafta sonları olsun...
Görüşürüz..





İnsanın Düşünmekten Canı Yanar mı?


Nevşin Mengü haber spikeri iken , her akşam saat 18.00 de onun haberlerini takip
ederdik.Sunumu, yorumları anlatış şeklini beğenerek izlerdik. 
Sonra sevgili Nevşin kızımız,bence, zülfi yâre dokunmaya başladı diye , işinden
ayrıldı ya da ayrılmak zorunda kaldı.Niye işi bıraktığını,
belki başka bir kitabında yazar, yine bu kitabında olduğu gibi zevkle okuruz.
''İnsanın Düşünmekten Canı yanar mı?'' adını koymuş kitabına,
belki ironi yapmış,belki bir benzetme.
İran'da 2009 yılında TRT Türk muhabiri iken,İran'da yaşanan seçim,
sonrası,öncesi ve yaşadıklarını anlatıyor kitabında. Bizim
görmediğimiz belki de bir turist olarak bulunsak bile asla göremeyeceğimiz detaylar var.
İşte şöyle kültürü, şöyle sanatı , dili var vesaire tarzında ,değil.
Gerçek İran, gerçek yaşam, gerçek kültür. Öyle ki okurken ,olmaz olsun böyle hayat
diyebilirsiniz.
Benzerlik kurmaya kalktığınız şeylerle,
aklınızdan geçse de ,yok yok deyip,halinize şükredebilirsiniz.
Ve düşünürsünüz ki;
Dünya üzerindeki bir insan için,
Toplumda yaşayan bir birey için,
Ailenin en küçük ferdi için bile
en değerli şey
 özgürlük ve bir insan olarak önemsenmek.

Dikine dikine

Günaydın, sabah saatleri günün en sessiz,en dingin saatleridir...
bizim buralarda değil ama.
Şöyle pencereyi açayım, içeri hava dolsun dersiniz.
Hava yerine sesler dolar birden.
Uzaktan en acısından bir ambulans sireni duyulur, ne çok geçerler .
Güzel bir ses duymak için ancak serçe cıvıltılarına pürdikkat kesilmeniz gerekir.
Bir tek onlar, cıvıl cıvıl dolanırlar..
Bu en erken saatlerde martıların bağırtılarına, kargaların gakları karışırken daha ,
karşı binalarda işçiler çoktan işbaşı yapmış,çekişlerin kolon demirlerini çakma sesleri, etrafı doldurmuştur.
Tüm civar metal çınlamasıyla karışık ,tok took, seslerle inlemektedir.
Yolda çimento kamyonunun geri geri gittiğini o ıslık gibi ,biip biip, öten geri vites sesinden
anlarsınız.Caddeyi kapatacaktır, yine.Hemen diğer araçların kornaları başlar.
Çimentocunun iki dakika manevra yapmasını beklemezler, daaat dat basarlar kornaya.
Biri sözcülüklerini yapsa ya, yoo hayır,
 öndeki kornaya basınca ,arkadakilerde Meksika dalgası
gibi ard arda öttürürler kornalarını.
fesuphanallah.
Kapatırsınız pencerenizi, dışarda alınacak hava kalmamıştır.
Bari bir demli çayımı şöyle dışarı bakarak içeyim deseniz?
Karşıda seslerini duyduğunuz inşaatlar, dikine dikine.
Sayarsınız ,bu inşaat kaç kat olacak bakalım diye,
1,2,3,4...,11,12,   17,18.. neyse ne..say say bitmiyor,karıştırırsınız .
  Çayınızı içip, içinizden sayarsınız!😐😑😐

Düzgün planlanmış, temiz pak sokaklı, kuş ve çocuk sesli ,parklı bahçeli şehirlerde
yaşamak dileğiyle,
gününüz güzel geçsin..😍

pişi

(Çakma pişi)
Yine bir tatil sabahı, şöyle çıtır çıtır bir pişi çekerse canınız.Benim gibi kolayından bir hamur kızartmasıyla olayı kotarabilirsiniz.
1 yumurta
yarım su bardağı yoğurt,
1 çay kaşığı kadar tuz,
2,5 su bardağı un(10 çorba kaşığı kadar)
azıcık kabartma tozu
2 çorba kaşığı kadar sıvıyağ.
Hepsini karıştırıp ,güzel bir hamur yapalım.Biraz dinlensin. Kızartacağınız zaman
merdane ile açın, bir bardak yardımıyla yuvarlak parçalar çıkartıp, kızgın yağda
önlü arkalı kızartın.
evin içine misss gibi kokusu yayılsın.
çayın sıcacık tadı ile birleşsin.
yanına beyaz peynir ve portakal reçeli de olsun.

Film tavsiyesi...

 
 
Gizli Sayılar
 


Geçenlerde televizyonda bir film izledim. 
1960lı yılların başında Amerika'da geçiyor.Üç siyahi kadın,Katherina, Mary ve Dorothy'in  yaşam öykülerinden kurgulanmış bir film.
 Kadınlardan biri Mary mühendislik, Dorothy mekanik, esas üzerinde durulan Katherine ise matematik alanında yüksek deha sahibi. Üç kadında N.A.S.A. da çalışıyor.
Buraya kadar normal görünüyor.
Ancak bu üç akıllı kadının ne çalışma hayatı ne de özel hayatı hiç de kolay değil.
Bir yandan ırkçılık, bir yandan erkek egemen çalışma hayatı,
onları büyük bir mücadeleye sokuyor.
60 'lı yıllarda, NASA gibi bilimle, uzayla, karşılaşması muhtemel uzaylılarla ilgili
 çalışılan bir kurumda bile ırk ayrımı olduğunu seyretmek çok tuhaf geldi.
 Bu üç kadın NASA 'daki, uzaya insan gönderme çabalarına büyük katkı sağlarken
bir yandan siyah-beyaz ayrımına ,diğer yandan kadın -erkek ayrımına maruz kalıyorlar.

Kadınların her işte ehil olabileceğinin mücadelesini, hem erkek meslektaşlarına
hem de diğer beyaz kadınlara karşı veriyorlar.
Renkli personel dedikleri çalışanların tuvaletleri ayrı,
içtikleri kahveler ayrı, yemekhaneleri ayrı, otobüste yerleri ayrı.Tam bir ızdırap.
Onca çektiklerine rağmen, sabrın ve azmin sonucu,
 bu üç insan ,sonunda hak ettikleri yerlere geliyorlar.




 Çok güzel, ibretlik bir film. Bu kadar ayrımcı bir duygu dünyasına
 nasıl kapılmış bu insanoğlu.
Kim neye göre kendini üstün görmüş, nereden çıkmış ayrımcılık?
Düşündürüyor doğrusu.


her insan mutlu olamaz

''Çünkü gereğinden fazla özler dünü,
hak ettiğinden fazla düşünür yarını.
Ve hiç haketmediği kadar bilinçsizce yaşar bugünü.
Her insan mutlu olamaz....'' Tolstoy

Ne kadar doğru bir tespit. Bakın etrafınızda ne kadar çok mutsuzluktan beslenen
insan var. Oysa okunan, öğrenilen, yaşanan pek çok bilgi, öğreti,tecrübe bize
mutluluğun hep yanımızda olduğunu söyler.
Anı yaşamamızın ,öneminden bahseder. Biz duymazdan, bilmezden geliriz.
Bu günü es geçip,dün için ahlanıp vahlanırız,
yarın için kukumav kuşu misali düşünüp dururuz.
Ne çok sebep buluruz mutsuz olmak için.
Tabii ki her zaman mutlu bir polyanna gibi gezmemiz mümkün değil.
Hayatın hüzün ,keder, yalnızlık,üzüntü gibi pek çok yüzü var.

Farkında olmamız gereken şu ki dün yaşadıklarımız da tıpkı ,
ne kadar kaldığını bilemediğimiz ,yarınımız kadar hayal olmuştur bile.
Belki düşünülmüş, belki düşünmeden ne varsa,
acısıyla tatlısıyla ne yaşıyorsak, şu anda yaşıyoruz.
Mutlu olacağımız an bu an.
Kıymetini bilelim.
 Gülümseyelim.
Gülümsemek ve mutluluk bulaşıcı olsun..


Ayla

Çok ağlayacakmışız, dedi kadın.Her seyreden öyle söylüyor.
Adam; bir yandan elindeki telefonla meşveret ederken,bir yandan kadına laf yetiştirdi;
 Ben bakmam , çok acıklı sahnelere.
Çantasını karıştıran kadın ,diplerde bir yerlerde kağıt mendil paketini bulunca rahatladı.
Salonda salya sümük,  akmasın diye burnun çeke çeke oturmak, hiç işine gelmezdi doğrusu.
Sinema salonu girişindeki kafeterya gibi döşenmiş lobide, kadınla adam  karşılıklı oturuyorlardı.
Derken 6 nolu salonun kapıları açılıp ,
kendilerinden önceki seans seyircileri boşalmaya başladı. Kadın seyirciler çoktu,
çoğunun elinde birer kağıt mendil , gözleri yaşarmış ,filmin kritiğini yaparak ilerlediler.
Salon bir beş dakikalık temizlik arasından sonra ,yeni seans seyircilerini kabule başladı.
Hafta arası ve öğlen saati olmasından sanırım pek tenhaydı. 
Yarım saat süren bir reklam kuşağından sonra nihayet
film başladığında, ceptelefonları kapatılıp ,
herkes perdeye pürdikkat kesildi.
Astsubay Süleyman Dilbiroğlu'nun anılarından kurgulanan filmle birlikte, 
1950'li yıllara gitti salondaki seyirciler hep birden.
Sevdiklerini geride bırakarak ,bilmedikleri  bir ülkeye bilmedikleri bir savaşa giden Süleyman Astsubay, Ali Astsubay ,Komutan Mesut ve diğer askerlerle savaştılar,
anası babası ölen küçük Kore'li kızı buldular, adı Ayla olsun dediler.
Ayla'nın Süleyman 'a bağlanması, ona baba demesi ,
Süleyman'ın Ayla'ı bırakmamak için göze aldıkları çok düşündürücü ,çok duygusaldı.
 Belki en acıklı sahneler en son kavuşma sahneleri idi
 ama kadını en çok etkileyen, filmin gerçek bir yaşamdan alınmış olması
ve en sonda gösterilen  yıpranmış siyah albümdeki ,
sararmış gerçek savaş , gerçek asker ve gerçek Ayla fotoğraflarıydı..

'Savaşlarda, zamanın arasına, geçen acı dolu günlere , 
insanlar  gülümseme ya da mutluluk serpiştirmeye çalışsa da,
şunu biliyoruz ki, asla ve asla savaşla ilgili filmlerde, anılarda
''mutlu son '' olamaz,'
diye düşündü kadın, film çıkışında. Islak mendilini cebine koydu,sinemadan çıktılar,
                                   hava soğuktu, İstanbul 'a gri bulutlar gelmişti.





mandalina çok tatlı, yemeden alma

 
 

 Yağmur hızlandı.Cama vuran taneler irileşti. Arabanın içinde müziğin sesi sileceklerin arada sırada
sağdan sola savrulan  lastik gıcırtısıyla bölünüyordu. Hava yağmur karanlığına bürünmüş,
neon lambalı dükkan tabelalarının ışıkları daha göze çarpar olmuştu. Gıdım gıdım ilerleyen
yolda, önlerine mandalinacının kamyoneti düşmüştü. Gebe olsa canı çeker insanın diye düşündü,
gözlüklerini takıp çamurluğa yapıştırılmış yazıyı okudu;''Mandalina çok tatlı, yemeden alma''organik ve yerli .4 kilosu 10 liraymış dedi, kocasından baştan savma bir, hıı hı sesi geldi,
devamında ' yürüsene be kardeşim'  homurtusu .
Kadın kamyonete döndü yine.Mandalinaların gerisinde armut ve nar vardı.Arka cama yine aynı
yamuk yumuk el yazısıyla , narın da organik, yerli , Finike'li olduğu yazılmıştı.
Yine kocaman bir 4 ve 10 rakamları.Kenarları yıpranmasın diye de sıkıca bantlamışlar.Tam kış meyveleri ,diye aklından geçirdi.Narı sevmezdi ama mandalina ve özellikle armuda bayılırdı.''Olaydı soyar yerdik.
Bu trafikte insanın yanına yolluk koyması şart, içim kıyıldı'' ,diye söylendi.
 
Kafasını organik ve yerli meyvelerle yüklü kamyonetden ötelere çevirdi, baka baka ağzı sulanmıştı valla.
Ay o da nasıl bir dükkan ismi öyle .''Şımarık AVM'' Hem de ne alırsan 5 TL. Eski 1 milyoncuların yeni döneme uygun hali 5 liracılar herhalde.
Bir furyaydı o 1 milyoncular.Hala dile yerleşmiştir, ucuzcu dükkanlara
bi milyoncu denilmesi. Burada da sanırım 5 liradan kasıt o ,yoksa 5 liraya bir bardak çay ancak
içilecek yakında, diye düşünürken ,içinden dükkana girip ne var ne yok diye bakmak istiyordu.
Ne alırsan 5 lira, ne de iddalı bir cümle..

Yerler iyice ıslanıp insanlar yollarda tek tük hale geldi. Balıkçılar led lambalar altında parlayan
balıklarına müşteri gelmesini, daha çok bekleyeceklerdi. Boğaz kenarında bile balık  oldukça fiyatlı,
et zaten cep yakıyor bari balık ucuz olaydı bu kış diye düşündü..

Kocası gitmeyen trafiğe söyleniyordu hala. Akşam evde yemek yoktu, karşıya geçince
bizim ordaki balıkçıya uğrasak da palamut alsak, bir de salata yaparız,diye düşündü.
Helvada almışlardı geçen balık pişirdiğinde.Birer lokma yedikleri için,malum,şekeri vardı kocasının, kalanı dolaptaydı.Fıstıklı helva..Pek güzeldi.
Trafik açıldı nihayet, köprü yoluna doğru hızlandı araba.
 Kocası radyonun sesini açtı.
Sıla çalıyordu.

''Konuşmadığımız şeyler var'' albümünden
Oluruna bırak...
 


Kitap siparişi


İnternetten ilk kez kitap alışverişi yaptım. Herhangi bir şey satın almak için bu yolu pek kullanmam.
Alacağım şeyi bizzat görüp, dokunmak, sağını solunu incelemek,bakmak isterim.
Bir kez  kızım için , o zaman lisede kendisi ve ''ergenimergen'' modundaydı, ... marka ayakkabı alacağım diye tutturdu. Baktım bu bizim gençliğimizin espadrili. Yeni sürümü piyasaya çıkmış:)
Bir kaç büyük mağazada bir kaç model ve renk var.Öyle bir model için çok pahalı.
Bizde bir siteden aldık.
Fiyat olarak, dışarıdaki uçuk fiyatlara göre uygun gelmişti.Ayakkabılar gelince, baktım replika mal bu.
Neyse kızımın  ergen gönlü oldu, severek giydi, rahat etti ayakkabılarıyla.
Bir daha da denemedim internet alışverişi.

Oturduğumuz sitenin sosyal tesisinde bir kütüphane kuralım dediler, bende evdeki kitapların
hem bir tozunu alayım hem de oraya kitap seçeyim dedim.
Bir de baktım kitaplığıma yeni kitap girmemiş epeydir. En çok per perişan olmuş, sayfaları telef olmuş olan ''Rüya Tabirleri'' kitabı başköşede:) Sıkıntıdan rüyalara sarmışım galiba dedim,
verdim sipariş internetten. Daha doğrusu eşim verdi, benim yerime.
O, bu tip alışverişlere daha yatkın , daha içli dışlı diyelim, o nedenle.
Benim elim ayağıma dolanır.

Kitapları Kitapyurdu'ndan aldım. Hem tam vaktinde, hem çok iyi ambalajlanmış halde
geldi. Sanırım bu yolu hep kullanırım artık, en azından kitap alırken.
Nazan Bekiroğlu çok çok beğenerek okuduğum bir yazar.
Yerli Yersiz Cümleler'i de merak ediyorum.Sanırım
 Nar Ağacı , Mimoza Sürgünü ve Mücella kadar severek okuyacağım.

Şermin Yaşar 'ı Facebook 'da çocukları ile ilgili paylaşımlarından tanıdım,
3 tane şekermi şeker çocuk annesi Oyuncu Anne .
Daha çok çocuklara yönelik yazdıkları ama sanırım Hoşça Kal Lokantası
bizlere hitap eden bir öykü kitabı.


Yazarak Hafifleyin de ise Yeşim Cimcöz ,
yazının iyileştirici gücünden , şifa kaynağı olduğundan bahsediyor .

Bu kış hem çok yazıp hem çok okuruz , diye umuyorum...
Güzel bir cuma ve ardından dinlendirip, eğlendiren bir hafta sonu olsun..

Çayın altı

-sen çaydanlığın altını kapatmış mıydın?
-yoo, ben ellemedim.
-ya bak hiç hatırlamıyorum.
-kapatmışsındıır.
-gerçi bulaşıkları toplarken çaydanlıktan buhar falan çıkmıyordu,
altı kaynasa farkederdim , di mi?
-...
- hani tıkır tıkır fokur fokur bi ses duyardım.Üfff..
-ya kapatmışsıındır, geçen günde tutturdun ütüyü fişte bıraktım diye, taa nerelerden eve geri döndük. Ütü yerli yerinde duruyordu.İlaçlar yapıyor sana bunu.
-Ama geçen gün fasülyenin altını yaktım .
-İyi de o zaman evdeydin dalmışsın diziye.Yakmışsın fasulyeyi.Fasülyede yakılır mı ya,
cık cık cıkk, dedi sırıtarak kocası.
-ben sürmenaj oldum, bu tatile çok ihtiyacım var.
-Neyse en azından en son çayın altını kıstığımı kesin hatırlıyorum.
-Yaa tamam ya:( dön hadi dön, servise binmeden, git bak da gel.
-Ben dönemem,  durağa geldik nerdeyse.Kapamışımdır.
-Kızım olur mu , yangın mı çıkarıcan?
-E kapamışsındır, diyorsun..
-Yürü dön bak ,tatili ucuza getirdik diye birde koca evden olmayalım , hadii sevgilim,hadi canım.
-tamam tamam, ver anahtarı ya,
-üstü de kilitlemiştim.anahtarıda içerde unutmayasın haa:)
-dalga geçme bak..
                 ...........                  ............                ........... 

 Bu hayali bir diyolog ama benzerleri yaşanabiliyor bizde.
Tencerenin altını kapattım mı?Yok ütü yü fişde mi bıraktım.. 
Bir kaç kere  eve yarı yoldan geri dönmüşlüğüm vardır.
Çoğu da boş çıkar.Ütüyü de çekmişizdir prizden.
Ocağı da kapatmışızdır:)
Lakin korkulu rüya göreceğime iki adım geri döner kontrol ederim..
Kafamızı çok şeyle doldurduğumuzdan, ya da bir işi yaparken başka bir işi gözardı ettiğimizden belki.
Belki telaş , heyecan, acele ..
oluyor işte..

                                                   

 

Kasım


Günler günleri,
aylar ayları kovalamış,
2017 yılınında bitmesine ,
iki ay kalıvermiş.
Bu ayda en çok yılbaşını hatırlatan kokina çiçekleri,
bir de
gökyüzünde gruplar halinde, bulutlar gibi,
 bir o yana bir yana danseden sığırcık sürüleri hoşuma gider..
sizin??

GÜNDELİK..

Hava pırıl pırıl güneşli ama  deli gibi esen bir lodos var..
Balkon panjurlarını kapatmak lazım, yoksa ne var ne yok devirecek.
Yeşil kabaklı ve kakaolu kek pişirdim çayın yanına.
Televizyon açık, haberler var..
Benzine zam gelmiş yine, litresi beş buçuk lira olmuş.
Balıkesir Belediye başkanıda istifa etti.
Deniz Baykal'a şifalar diliyorum..Gelişmeler olumlu imiş.
Yeni aldığım bir kitabı çok beğendim.
Kızcem burada, ara tatile geldi.Mutluyum..
İnstagramda herkes 29 Ekim gösterilerine gittiğini paylaşmış,
Biz gidemedik, nezle olmuşum , hiç dışarı çıkasım yoktu.
Bayram'da eskiden erkenden kalkıp TV başına geçerdik, hipodramdaki resmi geçit törenlerini
izlemek için. Milli duygular tavan yapardı.Marşlar, şiirler, geçit törenine katılan askeri ve sivil
kurumlar, öğrenciler..En son Türk Yıldızları'nın gösterileri.
Hey gidi heyy..
şimdi akşam bir fener alayı benzeri yürüyüş, o da yasaklanmazsa, okul bahçelerine sıkışmış
törenler,Tv de Cumhuriyet ile ilgili bir iki program.
Samimiyetsizlik tavan yapmış..
Lodos esiyor ya
deli deli,
birazda nezlenin etkisi,
konu onun için buralara geldi...






Yaşasın CUMHURİYET..




Bu ülkeyi düşman elinden kurtarıp ,Türk Milletine armağan eden Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk
ile birlikte Kurtuluş savaşının tüm kahraman şehitlerini rahmetle, minnetle anıyorum.
Ruhları şad olsun.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'mizin 23 Nisan 1923 tarihinde ilan ettiği Cumhuriyet'imizin
94. yıldönümü kutlu olsun..

martılar ne yer ki?

İstanbul sanırım buraya yaşamaya gelen insanları değiştirdiği, kendi bütününde harmanlayıp
bambaşka kimliklere büründürdüğü gibi martılara da el atmış.
Kesin.

Patates kızartması yemek nedir, martı kardeş.
Vapurdan atılan simitlere alıştın, karbonhidrat meraklısı mı oldun çıktın.
Fast food zararlı çocukları uzak tutmaya çalışıyoruz bak
sen de uzak dursan iyi olacak. Obez olucaksın ,uçamayacaksın sonra.
Masada yemek yiyen kadın ,bir çocuğuna veriyor patates kızartmasını birde
yerde kümesinden kaçmış tavuk gibi dolanan martıya .
Bir çocuğuna bir martıya..
Ya denizin en önündeki masama dadanmak nedir peki.
utanmasan kışt kışt demesek boş sandalyeye geçip konacaksın , açın buna bir servis
diyeceğiz garsona.
Yemeğimizi mi kollasak seni mi kışt kıştlasak şaşırdık.
Sen perde ayaklı, balıkla beslenen kocaman bir kuşsun.
Pişmiş balık bizim için, denizde yüzüp duran balıklar senin için..
haydi denize,
haydii
haydii..

Kartal-Heybeli

Kartal'dan sadece Büyükada ve HeybeliAdaya motorlar kalkıyor. Hemen her saat başı
motor var.Önce Büyükadaya uğruyor, oradan ver elini Heybeli.


 Kartal sahil böyle yemyeşil görünüyor artık iyi ki var dediğimiz sahil yolu sayesinde,
çünkü yakında sadece burası yeşil kalabilir.
 1999 yılındaki depremden sonra herkesin evini satmak için uğraşıp satamadığı yerlerde ,sıra sıra gökdelenler dikiliyor, 20 -23 katlı.. Neyseki hava ılık, deniz ve gökyüzü mavi.
Bakmayın siz, Marmara denizinin mavisi de Ege denizi kadar güzeldir. Motor yolculuğu sırasında
şanslıysanız  istavrit peşinde kovalamaca oynayan yunus balıkları suya dala çıka yolculuğunuzda
size eşlik eder. Martılar balık avında , elinizde tiryaki bardağında ,sıcak demli çay.
Deymeyin keyfinize,mis gibi.


Motorlar ulaşımda iyi hoş ama şekil şemal olarak hepsi ayrı telden çalıp oynuyor.Bunu tam adaya gelirken Şehir Hatlarının Barış Manço gemisini görünce iyice farkediyorsunuz.
Tam bir kartpostal resmi beliriyor  gözünüz önünde..
Vapur, kuğu gibi süzülüyor dumanı tüte tüte..
 Arkasına yazın iki kelam, gönderin sevdiklerinize mesela..Öyle güzel bir manzara..
 Yavaş yavaş uzaklaşıyor biz adaya yaklaşırken yolcularıyla.
Sonbaharın yeni yeni kendini belli ettiği şu günler, Adaların  en güzel zamanı. Kalabalık azalmış, kafeler sakin .Üstelik balık zamanı.Palamut, az biraz pahalı da olsa lüfer, her daim leziz istavrit,
hatta bolluğu  ile bizi şaşırtan yerli uskumru..
Kaçırmayın bu mevsimde adaları ..



(Bilet ücretleri yaklaşık kırk dakika kadar süren böyle bir sehayat için;5TL.)


UZAYDAN GELEN FIRTINA





Dünyada fırtınaların ,kasırgaların, sellerin, kuraklığın hüküm sürdüğü bir dönem gelmiş çatmış.
Bu dünya çapındaki iklim değişikliklerine ve doğal afetlere çare bulmak için tüm ülkeler tabii başta Amerika ve Çin ,Hollandalı adını verdikleri bir uzay istasyonu yapıp, uzaya kurdukları binlerce uydunun bağlı olduğu bir ağ ile bu hava olaylarını kontrol altına almayı başarmışlar.
Böylece dünyada yaşayanlar,  normal hayatlarına dönmüşler.
Lakin bir takım kötü niyetler, bu iyi niyetli hava uydularını bir silaha dönüştürmeye çalışınca işler karışmış yine.
Devreye, Hollandalı denen bu uzay istasyonunu kurup, sonra hadi işin bitti diye yollanan bilim
insanı Jake giriyor. Önlenemez hale gelen doğal afetlere sebep olan uydu sorunlarını çözmek için uzay istasyonuna geri dönen Jake orada daha da farklı sorunlarla karşılaşıyor.
 Bilim kurgu seviyorsanız,bu hafta bir sinemaya gideyim,diyorsanız,
size güzel bir film seçeneği olabilir''Geostorm''.
Başka neler var bu hafta vizyonda derseniz,
Blog arkadaşımız Film Gündemi nde neler gösterimde hepsi var..

S.G: Bilet fiyatları Maltepe Park 'da; 24 TL
        Diğer AVM'ler de;35 TL.
Bunlar normal salonlar için.Çünkü bir de VİP salonlar var.Onların fiyatlarına hiç değinmeyeceğim.

(S.G;Söylemeden geçemeyeceğim)
    

Kuşbakışı İstanbul..

Beş yıl öncesi,
2012 yılında fotoğrafladığım İstanbul.
Safir(Sapphire) adındaki gökdelenden .Açıldığı yıl itibari ve sanırım halen,Türkiye'nin en yüksek binası.
261 metre yüksekliğinde . Belli bir ücret karşılığı çıkılan seyir terasından İstanbul,
dört bir yönü ile izlenebiliyor.
Muhteşem bir duygu veriyor insana.
Kibrit kutusu gibi evler, oyuncak gibi arabalar karınca misali insanlar...

 
 Taa uzaklarda Prens Adaları görülmekte..
 3.Köprü henüz ortalarda yokmuş..



 Kutu kutu evler:( arasında yeşillik olan yer, Zincirlikuyu.
 Keşmekeşinden ,betonlaşmasından ,kalabalığından ne kadar şikayet edersek edelim, yukarılardan bakınca çok güzel görünüyor İstanbul.
Kuşlar şanslı...
Kuşbakışı İstanbul'un seyrine doyum olmuyor..