evden bu kadar olur..

Dün 19 Mayıstı .Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramımızın 102. Yıldönümü kutlu olsun.Kısıtlamalı! da olsa Bayram kutlamaları vardı. Ama ben Bayram gibi hissetmedim. Etrafta da bayram kutlaniyormus gibi bir hava yoktu. Sadece açılmanın verdiği çoşkuyla sahillere, AVM'lere koşmuş kuru kalabalıklar vardı. Bir ara uzaktan hoparlörden bir ses işittim;
 'hah! dedim marş çalıyorlar galiba, arkadaki okul bahçesinden'. 
Meğer bizim son zamanlarda türeyen kuruyemiş satıcısıymış. Ne sattığı pek anlaşılmıyan mekanik  ,davudi bir erkek sesi bir şeyler satıyor yine.Genelde kuruyemiş, kuru kayısı, kuru incir vs..Mekanik sesli satıcısı olan beyaz minibüslü ''overlokçunuz geldi hanım'' cılara rakip oldu bir süredir.
Tam bu sırada Belediyenin marşlar çalan arabası ,baya yüksek sesle çaldığı marş ve şarkıları bangırtada bangırtada ne olduğunu anlamamıza fırsat tanımadan ,tren yolunun alt tarafındaki caddeden hızla geçti gitti. Tühh!  tek bayram kutlaması merasimini de kaçırdık. Tek derken,yanlış anlaşılmasın tabii ki Kurumlar sabah gidip Meydan'daki Atatürk Anıtına çelenk koymuş, İstiklal Marşımızı okumuş gereken merasim içinde kutlamalarını yapmışlardır. Bir iki gençlik etkinliği, araba, motorsiklet turları falan olmuştur. Ankara'dakiler çok şanslı Anıtkabir'e gidip, şükran, minnet,sevgi ,saygı duygularını sunmuşlardır. 
 Bilmiyorum, onun dışında sade vatandaşın evinde bayram hissedecek bir durum kalmadı gibi, umarım bana öyle geliyordur. Sosyal medyada bile artık fiks menü gibi her kutlama zamanı aynı şeyler dönüp duruyor. İnsanlar kendiliğinden bir şeyler yapma zahmetine bile girmeden geleni paylaşıyor, aynı kutlama postları kayıp duruyor ufacık ekranda.
Hele akşam ki ;Milletçe 19.19 'da İstiklal Marşı okunacak  haberi, sükutu hayal oldu. Fox Haber'de muhabir dışarıda anlatıyor;
'' 19.19 'da işte hep beraber marşımızı okuyacağız'', diye ,''evlerde bayraklar asıldı'',diyor, ''hareket başladı''. Diyor. Balkondaki Sevgili beye seslendim bende; ''İstiklal Marşı okuyacakmışız 19.19 'da.''Geri seslendi bana; 
''Saat 19.23 kaçırmışız hayatım! ''
Muhabir kız hala çırpınıyor ''başlayacak'' diye. Sonra artık stüdyoda başka habere geçildi ki tam o sırada CB İstiklal Marşını rötarlı da olsa başlattı. Etrafta hızla akan trafik ve martı seslerinden başka bir şey duyulmazken, hayat hızla akarken evde İstiklal Marşımız söylendi, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı  çoşkuyla kutlandı. 


Pazar günü şampiyonu..

  

Bayram geldiği gibi, geçti gitti. Bugün pazar.Her zamanki günlük rutin devam ediyor. Whatsapp da buna benzer bir günlük tur programı yazmışlardı, gruplar arası dolaşıyordu, komik paylaşımlarda,bizim evdeki de ona benzer;

-Sabah kalkış, site bahçesinde yürüyüş.

-Kahvaltı hazırlıkları için eve dönüş..

-Kahvaltı sonrası mutfağın toparlanıp, akşam yemeği için çalışmalar.

-Kuşluk vakti bir Türk kahvesi molası, Bayram olduğu için*** farklı olarak*** yanında yenilen çikolata, tatlı.

-Aile, arkadaş telefon trafiği,

-***Farklı olarak*** Kızımla muhabbet, gıybet dakikaları.. Bayramın yegane güzel yanı kızımın gelmesi oldu, hastalıktan sonra onu öyle merak ediyordum ki, doya doya hasret giderdik aylar sonra, çok şükür.

- Öğlen şöyle biraz aparatif ,atıştırma sonrası şekerlemeye yatanlar olduğundan örgü, kitap ,blog üçlemesinden herhangi biri.Birini diğerine yeğ saymadığımdan gönlümün çektiği hangisiyse artık.

-Akşam üzeri ,olmazsa olmaz çay saati.

- Sonrası diziler, youtube falan..

-Akşam yemeği, sonrası mutfak toparlamaca, TV saati..

-Kapanış..

***

Maçlarla ,sporla arayı iyice soğuttu sevgili bey. Ben de uzaktan sadece Galatasaray ne durumda diye takip ediyorum. Bir zamanlar sıkı takip ederdik, kendisi Fenerbahçe'li ben koyu Galatasaray'lı ,güzel nispetlerimiz olurdu. Lakin herşeyde olduğu gibi sporda da tadı kaçırdılar. Biz de öylesine uzaktan izler olduk. Ama dün akşam baya bekledim şampiyonluk bize ha geldi,ha gelecek diye, son dakikaya kadar  ''bir gol daha,tamam'' modundaydık. 'Dık' diyorum çünkü FB şansını kaybedince sevgili bey de beni destekledi. Ama kısmet, Beşiktaş şampiyon oldu.

Tebrik ederiz Şampiyon Beşiktaşlıları...

***

Yarın17 Mayıs 2021 ve tam kapanma sürecinin sonuna gelmiş bulunuyoruz.İçişleri Bakanlığı bir genelge yayınlayarak 01.Haziran 2021 tarihine kadar Kademeli Normalleşme tedbirleri uygulanacağını belirtmiş.  En azından kafalardaki ''yarın ne yapacağız?'' sorusunu yanıtlamışlar. Hayırlısı artık..

Bayram Geldi Hoş Geldi..


 Biliyorsunuz ülkece kutladığımız Milli ve Dini bayramlarımız vardır. Dini Bayramlarımızdan ilki Ramazan Bayramı, diğeri Kurban Bayramıdır. Ramazan ayı boyunca tutulması farz olan oruçların bittiği gün,  Hicri takvimin 10. ayı olan Şevval'in 1.gününden 3. günü sonuna kadar Ramazan bayramı kutlanır. Hicri takvim ay takvimidir, güneş takvimi olan Miladi takvimden  kısa olduğundan, her yıl Ramazan bayramı,10-11 gün kadar erken kutlanır.

Kutlamalar sabah kılınan bayram namazı ile başlar. Sonrasında evlerde kahvaltılar, büyükleri ziyaretler, bayram ziyaretleri ile devam eden gelenekler vardır/dı. Bu bayramlar ,özellikle çocuklara ayrıca verilen değeri gösterircesine onlar için hazırlanan yeni giysiler ,verilen harçlıklar, ikram edilen şekerler ,tatlılarla daha bir sevinçlidir.

Kimi Ramazan Bayramı der, kimi Şeker Bayramı. Bu, zaman boyunca siyasi tartışma zeminleri içinde oynanan bir oyun gibidir. Ramazan kelime olarak Arapça ''Kuru sıcak'' anlamındadır. Muhtemelen sıcak zamanlarda başladığı için oruç ibadeti ,bayrama da sıcaklar adını vermiştir. Osmanlı'da ise oruç tutamayacak durumda olanların verdiği fitre olarak bilinen şükür sadakasındaki şükür zamanla şeker olmuş! ya da Ramazan sonrası bayramda ikram edilen şekerlemeler nedeniyle, bu bayram  Şeker Bayramı ismini almış ,diye yazanlar vardır. Siz hangisini tercih ederseniz artık.

 Şimdi gelelim ramazan bayramının olmazsa olmazı tatlı tarifine ki bayramın adına uygun bu tatlı tarifi ile olayın tadını da bağlamak istiyorum;

Şekerpare;

*1/2 paket (125gr) tereyağ

*1 yumurta

*2 çorba kaşığı irmik

*1 çorba kaşığı hindistan cevizi

*1/2 su bardağı pudra şekeri

*2 su bardağı un

*Yarımşar paket vanilya,kabartma tozu

Şerbeti için; 2 su bardağı toz şeker, 2 su bardağı su, bir kaç damla limon.

Un hariç diğer malzemeler, oda sıcaklığındaki tereyağ ile karıştırılıp, sonra un kontrollü olarak ilave edilir. Hamurdan parçalar koparılıp ,yuvarlanır, ortalarına fındık tanesi yerleştirilir. 180 derece ısıdaki fırında kızarana kadar pişirilir. Fırından alınınca ilk sıcağı geçince (3-4 dakika sonra) daha önce kaynatılıp ılınmış şerbeti verilir. Üzerine başka bir tepsi kapatılıp şerbeti çekmesi sağlanır.Ölçüleri iki katına çıkarabilirsiniz,ben gelen giden yok bu bayram diye yarım ölçü tarifi verdim.



Pandemi koşullarında geçirilen bu ikinci ramazan bayramı. Evlerdeyiz. İyiyiz. Herşeyin daha iyiye gideceği umudunu yüreğimizden eksiltmeden güzel bir bayram günü geçirmenizi , gönülden diliyorum.

Bayramınız kutlu olsun.

Buraya bir nostalji bıraktım.MUTLAKA TIK TIK TIK  

hatırlayanlar var mı burada görelim:)



stres dışarı, mutluluk içeri..

 Biz duruyoruz yerimizde ama ev bile sıkıldı bizden, orasında burasında arıza çıkartıp duruyor. Hayır çıkartsın çıkartmasına da ,tamirat yapacak ustalar çıkamıyor. Yasakmış onlara, tesisatınızda bir bozukluk olursa yandınız;

-''Bayram sonrası başlarız abi'' .. ye varıyor sonuç

Derin derin soluk alıp veriyoruz.  Şuraya yazıp yazıp sildiklerimi bilseniz. 

Kurallara karşı değilim, hatta kuralcı bir insanım diyebilirim kendim için. Sadece; delinen, istisnası bol olan, denetimi zaten olmayan ,kuralı koyan baştakilere hiç uygulanmayan kurallara, karşıyım.


Moral düzeltecek yiyeceklerden; en güzel çikolatalı tatlılardan, profiterol:) Beynimizdeki serotonin seviyesini artırarak, beyni rahatlatır, mutluluk verir, endorfin ,dopamin hangisi ise artık mutluluk hormonlarının salgılanmasına vesile olurmuş. 

Canım evladım, Anneler Günü nedeniyle bana en sevdiğim tatlıyı göndermiş. Çiçeği yiyemezdim ama tatlıyı afiyetle , güzelce yedim. Yanında hissettiğim mutluluk hissi de cabası oldu.
Salon tül ve perdelerini yıkamayla geçen günüme, ayrı bir enerji kattığını da söylemeden geçemeyeceğim. Stres hormonundan eser kalmadı..

Marakeş'te Sesler

Bu ay okuduğum roman, bir gezi ve deneme kitabı. Elıas Canettı'ye ait. Yine ilk kez okuduğum bir yazar kendisi.
Elıas Cannettı (1905-1994) eserlerini genelde Almanca dilini kullanarak yazmış, Bulgaristan doğumlu Bulgar, İsviçre ve Britanya vatandaşı olarak yaşamış. Ömrünün çoğunu İngiltere'de ,son 20 yılını Zürih'te geçirmiş. Geniş bakış açısı, düşüncelerinin zenginliği ,sanatsal ifadelerinin güçlü oluşu ile kazandığı Nobel Edebiyat Ödülünün (1981) yanı sıra, bu ödül başta olmak üzere 10'dan fazla başkaca ödüller kazanmış.
''Marakeş'te Sesler'' başlangıçta bir gezi yazısı. Yazar kendi gözünden bir ziyaret sırasında Marakeş'te gördüklerini kaleme almış. Yazdığı görüntüler develerden, eşeklere, oradan yankesicilere, dilencilere uzanıyor. Kısa kısa yazılarla anlattığı izlenimlerin okuyucuyu etkilememesi mümkün değil. Mesela kalabalıkların ortasında yatan bir dilenciyi anlattığı sahne ,birebir canlandı gözümde,en etkilendiklerimden. Marakeş'in dükkanları, satıcılar,çarşıları,meydanı, tesadüfen tanıştığı Fas'lı insanların hal ve hareketleri ,gelenekleri bir yabancı gözüyle net bir anlatımla yazılmış. 
Kitabın ilk bölümü(en güzel bölümü) bu şekilde Marakeş'ten manzaralarla geçerken, daha sonraki bölümde 1942-1972 yılları arasındaki yıllarda, Elıas Cannetı'ye ait özdeyişler ve notlar* yeralıyor. Son kısa  bölümde de Elias Cannetı, hayatından kısa anılara yer vermiş, kitap böylelikle sona ermiş.  
*''Bu yazılar Canetti'nin,  Fıscher Yayınevi'nden çıkan 
''Die Provınz desMenschen:Aufzeichnungen'' adlı kitaptan seçilerek çevrilmiştir(Ç.N.)

Marakeş'te Sesler kitabının;
Türkçesi: Kamuran Şipal
Sayfa Sayısı; 252

papatya falı ..

 

Sanmayın ki günler ard arda, birbirinin aynı geçiyor. Asla değil. Bulutlar nasıl hergün başka şekile giriyorsa ,bizler de her gün başka bir haleti ruhiyeye bürünüyoruz. Bazen neşeli, umutlu, bazen kara bulutlu. Bazen çiçekli böcekli, bazen suyu çekilmiş bir çınar ağacı.

rahat, hazırol..

 

çiçek elması
çiçek elması ağaçları

Dünden aklımda kalanlar ne derseniz? 

İstanbul Belediye Başkanı ,bir türbe ziyaretinde ellerini arkadan bağlayıp yürüdüğü için ,Savcılık kendisine soruşturma başlatmış!! Fatih Sultan Mehmet'ın türbesi imiş. Bu şekilde eller arkada yürümek türbeye saygısızlıkmış. Belediye Başkanı, öncelikle buranın aslında Fatih Sultan Mehmet'in türbesi değil Gülbahar Hatun'un türbesi önü olduğunu belirterek,  kendisini savunan ifadesini  müfettişlere vermiş.

Ne kadar tuhaf değil mi? Şöyle bir süre caddeden gelip geçenleri izleseniz mutlaka elleri arkasına bağlı yürüyen birilerine rastlarsınız. Gençlerde değil ama özellikle belli yaşın üzerindeki insanlarda vardır böyle bir yürüme şekli. Böyle yürümenin saygısızlığı ifade ettiğini hangi aklı evvel düşündü, bilemiyorum, ben kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Hani bize küçükken 'büyüklerin yanında bacak bacak üstüne atılmaz' falan diye söylenirlerdi de ellerini arkadan bağlı yürüme ,hele türbede hiç yürüme, türbeye saygısızlıktır, dememişlerdi. Enteresan bir suçlama. 

****

Bir ikinci olay daha var; artık mayıs ayının 17 sine kadar marketten öyle ihtiyacınız olan herşeyi alamayacaksınız. Bazı ihtiyaç maddelerinin, tıpkı alkolde olduğu gibi,zincir marketlerden alım satımı yasak. Sadece temel ihtiyaçlar alınabilecek, yasak yani. 17 sine kadar. Maksat ,marketler kalabalık olmasın.

****

Ben de zaten dün marketten sadece biraz sebze aldım. Nihayet taze patates gelmiş. Sağlam patatese hasret kaldık, hepsi neredeyse filizlenmek üzere, yamru yumru, çamur içinde patateslerdi haftalardır. Neyse taze patateslerde öyle bir sorun yok yalnız o çamurlu halleri devam. Hiç sevmediğim şey çamur içinde satılan patatesler. Köyde patates çıkartmışlığım vardır, toprak altından çıkar.Ama böyle çamurlu çamurlu satılması da nahoş doğrusu. Marketten çıktıktan sonra köşede el arabasında bir adam taze fasulye, domates, erik, bezelye satıyordu. Mevsimin ilk taze fasulyesini de ondan aldım. Kilosu 10 TL.  Taze fasulye için erken ama küçük esnafa destek olmak lazım. Erik 20.-TL idi ama daha ufacık, yenmez.

-''Hep burdayım abla '',dedi.''Güneş çok çıkarsa şu viyadüğün altına geçiyorum.''

Bol kazançlar , deyip eve döndük..

biraz eğlenelim dedik akşam..








Hazır gazino eğlencesi salonumuza gelmiş.Üstelik dinlemekten keyif aldığım Neşet Ertaş türküleri ile güzel zaman geçti. Ben de Handan(Bir) blog gibi şarkıları resimlere yerleştirebildim,umarım:)

Dört Duvar Arasında Kalanlarda dün..


 Bilemiyorum, aylar bana mı çabuk geçiyor. İnsandan insana farklı geçermiş zaman.Her yaşta dahi yaşadığımız zamanlar farklı imiş. Küçükken öğle uykusuna yatırırdı annem.Ne uzun gelirdi ,arkadaştan, oyundan, sokaklardan uzak geçirdiğimiz o bir iki saat. Geçmek bilmezdi. Oysa şimdi zaman su gibi akıp gidiyor, hem de akarsu gibi, hızlıca. Nisan derken, Bugün 1 mayıs. Kapanmanın ikinci günü. Yoksa tatilin mi demeli. Başımın üzerinde bir dam olsun, dört duvar bir evim olsun, hayalindeki insanlar şimdi o dört duvara bakamayız biz , açık hava lazım, dışarılarda olmak lazım, bahçe ile uğraşmak lazım falan diyerek kendilerini yollara attılar. Pazartesiden sonra perşembeye kadar olan pandemi göçü nihayete erdi.Sokaklar sakin, en azından bizim buralarda o telaşe geçti, olabildiğince sessizlik var, tabi ana cadde üzerindeki olabildiğince sessizlikten bahsediyorum.  Dört duvardan korkan herkes, şu an gökyüzünü seyrediyordur, umarım.  

**** 

Ben Fatma'yı seyrediyorum. Bu aralar Burcu Biricik pek popüler, şöhretinin zirvesinde, diziden diziye koşuyor. Fatma adlı dizide çocuğunu kaybetmiş, hapisten çıkan kocası kayıplara karışmış bir kadının, intikamı anlatılıyor. Hayattan ve erkeklerden alınan intikam. Bu intikam ,klişe haline gelmeye başlayan çocukluktan gelen travmalar, sonucu seri katile dönüşmeye kadar varıyor. Altı bölümlük dizi 3. sayfa haberlerinde anlatılan görmezden gelinen pek çok haberi anlatıyor gibi. Final sürpriz, etkileyici, akla gelmeyen ve acıklı.


Balkonumuzu oturuma açtık artık, birden gelen sıcaklar hemencecik ısıttı ortalığı. Şimdi evin içi ,dışardan daha serin. İstanbul bazen böyledir. Pat diye yaz gelir, pat diye kış gelir. Havasına güven olmaz yani..Balkondaki tek çiçeğim hibiskusun her yaprağını, her dalını her gün inceliyorum, goncası var mı? diye. Geçen yaz hiç açmadı, bu sene umarım çiçek verir. Yerini değiştirdim. Yanlış anlaşılmasın salon salomanje değil balkon, ama küçük de sayılmaz. Yer değiştirme köşeler arasında oldu, bu köşeden ,karşı köşeye. Bakalım bu köşede eskisi gibi açacak mı? 



 Çiçeğin eski halini görünce aklıma İbrahim Tatlıses'in şarkısı geldi; ''O eski halimden eser yok şimdi'' Devamı da bizim için ''..Yalnızım dostlarım yalnızım yalnız..''

😊

cuma yazmıştım.

 Kapısındaki uzun kuyruk nedeniyle alışverişi başaramadığım mahalle bakkalına dün sabah uğradım. Kapanmanın ilk günü sabahıydı. Dünün yorgunluğunu üzerinden atmış bakkalımız her zamanki güleryüzü ile karşıladı. Dünkü yoğunluğun şaşkınlığını atamamıştı. Oysa zincir market olmadıkları için pazar günü dahil ,açıktılar kapanma süreci boyunca. Alacağımı alıp , eczaneye uğramak için oradan çıktım. Eczaneye kadar yol boyu dükkanların biri açık biri kapalı. Dönerci açmış, fotoğrafçı kapalı, eczane açmış, elektrikçi kapalı, kuruyemişçi açık, kuaför kapalı, petshop açık, yanındaki ufak butik kapalı.. Eczaneden ilacımı alıp, eve döndüm. Site girişinde kuryenin yukarı çıkartmadığı kargomu da güvenlikten alıp, elim kolum dolu yukarı çıktım. Bu kuryelerin de kimi kapıya teslim ediyor kimi girişte bırakıyor. Sitem yok,işleri zor , onlara sadece kolaylıklar dileyebilirim. 

Niyetimle inatlaşmazsam ,bu 17 gün boyunca,yayınlamasam da yazmak istiyorum. Günün sabah saatleri boş geçmez böylece.

 Biz sevgili bey ile zaten epeydir karantina koşularındayız. Bir takım kronik rahatsızlıklar bizi çekingen yaşamaya zorluyor. Can tatlı, dikkat etmezsen ne olacağı belli olmaz. Olacak olan yine olur da , biz tedbiri elden bırakmamaya çalışıyoruz. Nereye kadar? Bilmem. Bakalım artık.

günbatımı

 

Çil Yavrusu

 

Bir deyim vardır; ''Çil yavrusu gibi dağılmak''. Çil, sülüngiller familyasından gelen bir keklik türü. Kınalı Keklik gibi Çil Keklik de bir kuş türü yani. Bu Çil Keklikler bir seferde en fazla yumurta yapan kuşlardanmış ve yavrular yumurtayı çatlatıp çıkınca, kalabalığı görüp ,'hepsi ile ben mi uğraşıcam' diyen ana Çil , hiç birine pas  vermeyince,  'biz nereye geldik böyle' diyen çil yavruları sağa sola kaçışıp dururlarmış. Korkarlarmış, burada kalınca başlarına ne gelecek, bilmezlermiş!. Lakin kaçıştıkları yer neresi ,onu da bilmezlermiş?

İşte insanların da bir olay sonucu, korku, endişe, bilinmezlik ile bulundukları yeri aniden terkettikleri zamanlar için, ''çil yavrusu gibi dağılmak'' deyimi kullanılmaya başlanmış. İlk nerede, ne için kullanılmış? Bilemem ama en son 29 Nisan pandemi göçü ile ilgili olarak kullanılabilir.

Herkes çil yavrusu gibi memleketine, memleketi olmayanlar yazlığına, dağa, deniz kenarına dağıldı. 

Ya da biz öyle sanmışız.

Çünkü İstanbul yine kalabalık, hep kalabalık..