Karnabahar mı?

Karnabahar salatası nasıl yapılır?

Karnabaharin tam mevsimi şimdi. Hazır altın günlerinden bahsetmişken eski bir de tarifimi vereyim de konu tamamına ersin, yazımın devamı yumuşasın  tatlansın .
Söylerken karnıbahar mi, karnabahar mi, diyenlerdensiniz  bilemiyorum  ama ben karnıbahar demekten alıkoyamıyorum kendimi.
Oysa doğrusu; Karnabahar.Farsça kökenli kelimelerden oluşuyormuş. Karamb_i Bahar yani ilkbahar lahanası demekmiş. Karınla karla falan ilgisiz yani:)  Yaprakları lahana yapraklarına benzeyen, turpgillerden sebze olarak kullanılan bir bitki olur kendileri. Pamuk pamuk yumuşak görünümlüdür ama serttir, pişince ise hemen yumuşacık olur, lezzetlidir.Vitamin açısından zengindir. Pişiriken biraz kokar mutfaklar ama her güzelin kusuru vardır. Gelelim tarife;

Karnabaharları küçük çiçeklerine ayırıp ,fokur fokur kaynayan tuzlu suda bir güzel haşlayın.Çok dağılmasın, diri de kalmasın:) Ayarlayacaksınız işte onu, çatal batırın falan ,anlaşılır zaten.
Sonra iki kapya biber ufak ufak doğranır, bir çay bardağı kadar ufalanmış ceviz, ufak doğranmış salatalık turşusu ilave edilir.
Bir su bardağı kadar sarımsaklı yoğurt/süzme/ ve ince doğranmış dereotu ve tuz ilave edilir.
İşte size lezzetli bir salata. 
Malzemeleri çeşitlendirebilir ,miktarlarını ağzı tadınıza göre ayarlayabilirsiniz.
Mutfakta çarelerle çeşitlemeler tükenmez.
Ağzınız tadı yerinde ve bol olsun.
Haftanız bereketli olsun.

günden bu güne..

Kadınlar arasında altın günü buluşmalarını bilirsiniz. Ya annelerinizden duymuş ya da bizzat katılımınızla bu sosyalleşme şeklinden haberdar olmuşsunuzdur, diye düşünüyorum. Günler paralanmadan öncesinde Hanımlar her ayın belirli bir gününde bir komşuda toplanırdı. Mesela her ayın 10'u Mualla hanımın, 15 'i Gönül hanımın ,21'i Cavidan hanımın gibi gibi. Ayın 15 inde Gönül hanım hazırlığını yapar, kimi gün üç-beş, kimi gün on-onbeş kişinin gelmesiyle gününü yapardı.Çaylar demlenir, börekler, kekler, kurabiye poğaçalar yenilir hem muhabbet edilir, hem de eğlenilir, birbirlerinden haberler alınır verilirdi. Sofralar donatılır(/dı.) Tarifler alınır verilirdi, kiminin tatlıları meşhurdu, kimi çok çeşit yapar, kimi tariflerini gizlediği dedikodusunun başkahramanı olur, kimi uzun uzun anlatırdı yaptıklarını .Yeme-İçme kısmı ayrı bir muhabbet konusuydu gün sonrasında. Sonra bu günler kalktı. Paralı Günler başladı. Sürpriz misafirler yerine anlaşılan belirli kişilerle başlayıp biten günler başladı.Gün sahibi aldığı para/altın ile ev  bütçesini bir nebze ferahlatıyordu. Durumlar iyiyse  gün paraları bir takıya dönüşüp gösteriş kaynağı olurken , evde sıkıntı varsa bir deliğe yama oluyor ,bir açığı kapatıyordu.  TL  ve ufak meblağlarla başlayan günler,  geleceği gören hanımlarda önce dolar sonra altın gününe dönmüştü. O zamanlar hemen herkes bunları alabiliyordu. Evlerde annelerimizden gördüğümüz bu tasarruf şekli bir süre sonra çalışanlar arasında da yayıldı. Bankada çalıştığım dönemde tüm şube personelinin, kadın/erkek, amir/memur ayırmaksızın, katılımı ile altın günü adı altında çekilişle her ay birimize altin ya da bazi dönemler dolar alip veriyorduk. Bu birikim nevi herkesin bir ihtiyacını karşılıyordu.  Emekli olunca da çoğu arkadaş buluşmalarını altın günü şeklinde yaptık Hem buluşma garanti oluyordu, görüşmüş oluyorduk, hem de tasarruf ediliyordu.Fakat zamana uymuş ve buluşmaları dışardaki kafe ve restorantlarda yapmaya başlamıştık. En son 2019 yılı sonbaharında dört arkadaş böyle bir günümüz vardı. Az kişiyiz çok da pahalı olmasın diye gram altın alıyorduk. Hiç unutmuyordum 275-285 TL idi gram altın en son buluşmada. Sonra pandemi oldu, günler falan hayal oldu. Ekonomiler zorlanmaya başladı. Buluşmayı zaten yapamıyorduk, paralı gün artan altın ve dolar karşısında hayal oldu.
 23 kasım 2021 Kara Sali olarak ekonomi tarihine geçti , benimde eski günler geldi aklıma ,ha bre artan altın fiyatlarını görünce ekranda. Konu da buradan açıldı. Altın dolar uçtu gitti. Çocuklar bile döviz takibine bakar oldu. Benzin 10 TL ha oldu ha olacak. Belki ben yazarken oldu bile. Ekrana bakarken altın gr.740 TL lere gelmişti.  Bir buçuk yılda beş yüz TL artış olmuş yaklaşık. Devalüasyon yaşadık.Bu yaşı bana yakın olanlar bilir, bizim ilk krizimiz değil bu.2001 yılında ,bol sıfırlı paralar zamanında da yaşadık. Çalıştığım bankacılık sektörü fena etkilenmişti. Bir ay maaşımızı kestiler, eşlerden biri bankadan çıkartılacak dedikoduları içinde tedirgin çalıştık uzun süre. Sonraları uzun hikaye. 
Geçen sene sadece sağlık için dua eder olmuştuk. Şimdi sağlığın yanına paramız pul olmasın diye dualarımıza ilave ediyoruz, hatta ilk sıraya alıyoruz. Şu yukarıda gördüğünüz bol sıfırlı para ile pazarda belki domates ancak alıyorduk, milyonlarca lira ise sadece elbise alıyordu. 6 sıfır atıldı da bu hale gelindi. Çok çok uzaklarda da değil o günler.
Yani, diyeceğim o ki,  umarım iyi günler bizleri, hadi bizi geçtim gençleri bekliyor olsun.

Mutlu hafta sonları.. 
 


harfler, uzun uzun rakamlar


Bu rengarenk, sıcacık  battaniyeyi örerken; bir sonbahar, bir kış, bir ilkbahar geçti.O zamanların bir de hikayesi var;

Hey gibi hey! Dışarıya çıkmaya korktuğumuz günlerdi. İlk ne zamandı kasım ayıydı galiba, ekranlarda çook uzak diyarlarda, milyarlarca insanın yaşadığı Çin'de bir salgın başladığını duymuştuk. O zamanlar buralara ulaşır mı?diye endişe duyanlar da vardı ama çoğu adını bile duymamıştı bu illetin. Ekranda sokak ortasında aniden düşüp kalan insanlar görüyorduk, koca bir eyaleti karantinaya almışlar, hatta karantinayı da insanların evden çıkmalarını yasaklama derecesine vardırmışlardı. Hastalık kapanları, tamamen beyaz tulumlar içinde yüzleri gözleri seçilmeyen görevliler ,zorla yaka paça evlerinden alıp karantina hastanelerine kapatıyorlardı. Çoğu ölüyordu. Ne ilaç ,ne aşı vardı, sadece korku hakimdi.

Sonra o uzak diyardan yayılmaya başladı hastalık, önce komşu ülkelerine , sonra bizim komşusu olduğumuz ülkelere ve Avrupa'ya ,tüm dünyaya. Pandemi ilan edildi. Tabi memlekete sıçramaması mümkün değildi ama bizde her şey normal gibi gösteriliyor önceleri,bu da halk arasında fısıltı gazetesinin yayılmasına, hastalığın ülkede de olabileceği söylentilerine neden oluyordu. Derken TV'lerde izlediğimiz  ünlü bir gezgin, hasta olduğunu tv de anlattı,yardım istiyordu. Kronik boğaz ağrısı idi kendince, sonra İngiltere'ye gittiğini ve orada hastalığı kaptığını öğrendi herkes. Bu arada ülkede ilk vak'a açıklandı. Sonra havaalanlarında kontroller, giriş çıkışlarda kısıtlamalar başladı. Bu kısıtlamalar devam ederken, hasta olanlar yurtdışından yurtiçine geldi, Avrupa'dan gelenler, umreden yarı hacılar, Doğu'dan gezmeye gelenler. Hastalık her yanı sardı. Yönetenlerden eski artistlerden Kadir Savun'a benzetilen tonton sağlık bakanımız olduğunu pandemi ile öğrenmiş, ağzından ne çıkacak diye izlemeye almıştık. Her akşam ekranlarda konuştu.Halkın kahramanı kurtarıcısı gibi, her dediğini dinledik. Uslu çocuklar gibi davrandık; hijyen dedi, tamam, maske dedi, tamam, kolonya dedi, zaten tamam ,mesafe tamam/sözde/ .Ama nafile,  salgın yayıldı,hem de nasıl, kurbağaları tencerede yavaş yavaş ısıttılar, zıplayacak ne  aklımız kaldı, ne yerimiz vardı. Tıpkı kıssadaki gibi ,tüm dünya kocaman bir tencere , içi de kurbağa dolmuştu.


Hayat Evlere Sığar, diye bir sloganımız oldu. HES. Herkese kimlik numarası dışında, bir başka numara taktılar. İsmimiz, TC miz, HES imiz. Harflar ,rakamlardan oluşan uzun uzun numaralar. Bunlardan ibarettik. Evlere sığıverdik. Alışverişi bile evden yapmaya alıştık. Bankacılık eve girdi. İşyerleri evden çalışılabildiğini gördü, öğretim evden başladı.

Çoluk çocuk ve yaşlı tayfası neredeyse evden hiç çıkmadı. Ağızlarımızda bir bez parçası ile dolaşmaya başladık. Çalışanlar işe gidip geldi, her yerler temiz tutuldu, kapandık iyice kapandık ama ne hastalığa çare oldu, ne yayılmasına. Baktılar ki olacak gibi değil, insanlar evlerde bir yere kadar. Çıkmayacağı varsa bile çıkası geliyor. Sonunda bilim insanları ve firmalar hastalığı önleyici aşılar geliştirdi. Bir umut ışığı parladı. Ülkemizde bize önce Çin aşısı yaptılar,Çin'de olay bitmiş gibiydi /hatta ilk açılan ülke oldu/ sonra Alman aşıları geldi. İnsanları yavaş yavaş aşılamaya ve salmaya başladılar. İlk önce, iflasların eşiğinden dönen  havayolları ile ulaşım açıldı sonra turizme yol verdiler. Çünkü dünya maddiyat üzerine dönüyordu ve kalpler hep bomboştu. Kalpler bomboş yaşanırdı lakin cepler boş asla:(


İşte hes'li günlerde , evdeki artık renkler ,ipler ve ben bir arada buluşup bu kocaman battaniyeyi , iki bahar bir kış zamanında bitirdik. Siyahı uzak tuttuğum, diğer ne varsa kullandığım renkler karmakarışık oldu ,tıpkı o zamanlar ki halimiz gibi. Salgın yine var, korkusu ile beraber yaşayıp gidiyoruz. Yapacaklarımızı yapıyoruz, yapmak istemediklerimize de bahane olmaya devam ediyor.  Bir de üstüne üstlük ekonomik kriz, yetişemediğimiz fiyatlar, satın alma gücü gittikçe düşen paramız derken bu kış salgına ilave yeni yeni travmalar yaşatacağa benziyor bize.

Şu an yeni bir battaniyeye başlıyorum,terapi yerine. Umarım yine siyahları uzak tutabilirim.

İyi pazarlar.. 

bir güzel istanbul sabahı.


Ben bu şehirde şikayetçi başı gibiyim bazen. Şöyle her şey güllük gülistanlık gibi yazayım, farkındalık modumu kapayayım, mış gibi muş gibi yapayım, yapayım n'olur sanki .Olamıyor, ne yazık bana.
Özellikle her İstanbul trafiğine çıkışta ,başka bir şehirde yaşamak özlemi dolup dolup taşıyor içimde. Hani bir boğaz havası alalım, hazır pastırma yazının son sürümü gündemden kalkmamış güzel şehirde, günlerden perşembe, mesai günü, saatlerden kuşluk vakti, herkes işinde okulunda değil midir?
Yok. 'Herkes Yollarda 'programı çoktaan başlamış. Hadi yoldur, kalabalıktır, tın tın tın gittik , boğazın kenarına. Zaten yalılar arasına sıkışmış ufacık çay bahçesi ,aman ki aman duyan gelmiş. Hatta bitirmiş gidiyor. Bu kadar mı işsiz güçsüz, boş gezen takımıvar bu şehirde. Hadi biz emekli tayfasıyız, hafta sonu  gerekmedikçe çıkmayız ama  gidişat hafta içinde de hafta sonu gibi bir yere çıkmanın zor olacağının sinyalleri ile dolu.  
Ancak içeride oturacak yer bulduk , uğultudan bir nebze uzak zaten dışarda ne manzara seyretmek, ne bir yudum sakince çay içebilmek mümkün. Sosyal mesafe ;sandalye arkalarındaki bir bant yazı ,hijyen; masalardaki fıs fıslı kolonya. Balıkesir'den getirtiyorlarmış. Dezenfektan kullanmaktan daha sıhhi bulmuşlar. Bence de.
Molamız  iki küçük çay içimi sürdü. Çıkıp biraz sokaklarında dolaştık Çengelköy'ün. Adım başı kokoreçci, midyeci, bir iki pastane, iki kafe arasında kalmış mahallenin nalburu bir de
insanın üstüne üstüne yürüyen diğer insanlar. 
Hayır bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama; karşıdan gelen insanı görmezden gelip,kenara çekilme belirtisi göstermeden, bodoslama yürüyen bir insan türü var. Sen de öyle gitsen, çarpacaksın. La havle..
Sonra bindik arabaya ,neyse ki daha az kalabalık, daha sakin ,daha manzaralı bir boğaz kenarı bulduk rahat rahat bir kahve içtik. 
Boğaziçi dün çok güzeldi. Yazdan kalma günle durgun hava, mavili mavili deniz ve gökyüzü güzel buluşmuştu.
Sanırım buralara gelmeyeli iki üç sene olmuş.Belki daha fazla.Kalabalığı görmezden gelirseniz sadece odaklandığınız Boğaziçi olursa  kısa süreliğine , hayal ve masal dünyası gibi bir şehir seyrediyorsunuz. 
Bu seyir de çok iyi geliyor.
Epey idare ediyor.

sis ve büyükada

 Günaydın cumartesi sabahı.


Sabah şerifleriniz hayrolsun. Öylesine bir sis var ki dışarda. Göz gözü görmüyor. Dün kırkı yılda bir Büyükada'ya gidelim dedik, Motora* bindiğimizde günlük güneşlikti hava. Motorun açık havalı üst katı yeterli yolcuyu almıştı. Kimler yoktu ki; öğrencisinden, emeklisine, arap turistinden, genç üniversitelilerine, onlar kadar yaşı olduğu halde bebeklerini kucaklarına almış iki yeni heves anneye, kokoş hanım teyzelerden, (yaşına rağmen) tek tekerlekli sukıtırlarıyla(scooter) ada turuna çıkacak orta yaşı geçmiş beylere kimler kimler. Tam saatinde kalkan motor ,bir müddet gittikten sonra pırıl havayı terketip bir sis bulutunun içine giriverdi. Etrafı görmek ne mümkün. Sisi oluşturan nemli tanecikler bir anda küçük güverteyi doldurdu, buz kesti etraf, önce çocuklu anneler kaçıştı, sonra teyzeler, havaya güvenip yazlık giysilerle çıkmış çoğu genç. Hepsi alt kattaki kapalı alana doluştu. Bir ara  siren sesi duyduk ki  akabinde iki sahil güvenlik görevlisi motora yanaşan teknelerinden bizim tekneye geçtiler. Sanırım eskort eşliğinde motor yavaş yavaş siste yolunu bulup ilerlemeye devam etti. Bu arada başta yapılmayan HES kodu kontolü, maske kontrolü kılavuzumuz görevlilerce yapılmaya başlandı. Genelde çoğunluk maskeliydi/yarım yamalak/ Sonra sislerin arasından adanın iskelesini görüverdik, aniden. Tabii ki Heybeliada'ya niyet ettiğimiz halde kendimizi Büyükada'da inmiş bulduk. Boğaz'dan gelen motorlar sis nedeniyle geri döndüğünden dolayı Büyükada pek bir sakindi. 


Biz rahat rahat gezeceğiz diye sevinirken, esnaf; 'off !gün bitti işler kesat bugün, gelen giden yok ',diye ağlaşıyordu. Gerçi boş dedikleri ada ,aslında sabah erken gelenlerle oldukça kalabalıktı zaten. İyi havadaki yoğunluğu tahayyül edemedik. Biz ,yıllar sonra karşı kıyımıza geçmenin keyfini çıkardık, açılan hava ve dağılan sisle ortam daha da şenlendi öğleden sonra. Yerli ve yabancı turistler adaya ulaştılar.



Döndükten sonra evden baktım ki sis yine adayı kaplamış, denize bulut inmiş. 

İşte böyleyken böyle cumartesi sabahı.Sis hala devam, bırakın karşı adayı karşı bina görünmüyor. İstanbul'un sisli puslu günlerinden bir hafta sonu daha başlıyor.


Not; Şu eski tarihli yazımda motor ücretleri öyle iken ,şu anda bir kişi Kartal'dan Adalara gidiş ücreti;           16 TL. Herşey gibi burada da ulaşım ücretleri fazlasıyla artmış. 

Artan bir şeyde ada trafiği.Çok fazla akülü araç, motosiklet vs. var. Faytonların yerine geçen araçları merak ediyordum.İşte aşağıda resmini gördüklerinizmiş. Mini minibüs gibi. Yani pek estetik görünmüyor.Biz karşı kıyılılara söz düşmez Adalıların işine yarıyorsa, onlar beğendiyse, ne mutlu.