Karnabahar mı?
günden bu güne..
harfler, uzun uzun rakamlar
Bu rengarenk, sıcacık battaniyeyi örerken; bir sonbahar, bir kış, bir ilkbahar geçti.O zamanların bir de hikayesi var;
Hey gibi hey! Dışarıya çıkmaya korktuğumuz günlerdi. İlk ne zamandı kasım ayıydı galiba, ekranlarda çook uzak diyarlarda, milyarlarca insanın yaşadığı Çin'de bir salgın başladığını duymuştuk. O zamanlar buralara ulaşır mı?diye endişe duyanlar da vardı ama çoğu adını bile duymamıştı bu illetin. Ekranda sokak ortasında aniden düşüp kalan insanlar görüyorduk, koca bir eyaleti karantinaya almışlar, hatta karantinayı da insanların evden çıkmalarını yasaklama derecesine vardırmışlardı. Hastalık kapanları, tamamen beyaz tulumlar içinde yüzleri gözleri seçilmeyen görevliler ,zorla yaka paça evlerinden alıp karantina hastanelerine kapatıyorlardı. Çoğu ölüyordu. Ne ilaç ,ne aşı vardı, sadece korku hakimdi.
Sonra o uzak diyardan yayılmaya başladı hastalık, önce komşu ülkelerine , sonra bizim komşusu olduğumuz ülkelere ve Avrupa'ya ,tüm dünyaya. Pandemi ilan edildi. Tabi memlekete sıçramaması mümkün değildi ama bizde her şey normal gibi gösteriliyor önceleri,bu da halk arasında fısıltı gazetesinin yayılmasına, hastalığın ülkede de olabileceği söylentilerine neden oluyordu. Derken TV'lerde izlediğimiz ünlü bir gezgin, hasta olduğunu tv de anlattı,yardım istiyordu. Kronik boğaz ağrısı idi kendince, sonra İngiltere'ye gittiğini ve orada hastalığı kaptığını öğrendi herkes. Bu arada ülkede ilk vak'a açıklandı. Sonra havaalanlarında kontroller, giriş çıkışlarda kısıtlamalar başladı. Bu kısıtlamalar devam ederken, hasta olanlar yurtdışından yurtiçine geldi, Avrupa'dan gelenler, umreden yarı hacılar, Doğu'dan gezmeye gelenler. Hastalık her yanı sardı. Yönetenlerden eski artistlerden Kadir Savun'a benzetilen tonton sağlık bakanımız olduğunu pandemi ile öğrenmiş, ağzından ne çıkacak diye izlemeye almıştık. Her akşam ekranlarda konuştu.Halkın kahramanı kurtarıcısı gibi, her dediğini dinledik. Uslu çocuklar gibi davrandık; hijyen dedi, tamam, maske dedi, tamam, kolonya dedi, zaten tamam ,mesafe tamam/sözde/ .Ama nafile, salgın yayıldı,hem de nasıl, kurbağaları tencerede yavaş yavaş ısıttılar, zıplayacak ne aklımız kaldı, ne yerimiz vardı. Tıpkı kıssadaki gibi ,tüm dünya kocaman bir tencere , içi de kurbağa dolmuştu.
Hayat Evlere Sığar, diye bir sloganımız oldu. HES. Herkese kimlik numarası dışında, bir başka numara taktılar. İsmimiz, TC miz, HES imiz. Harflar ,rakamlardan oluşan uzun uzun numaralar. Bunlardan ibarettik. Evlere sığıverdik. Alışverişi bile evden yapmaya alıştık. Bankacılık eve girdi. İşyerleri evden çalışılabildiğini gördü, öğretim evden başladı.
Çoluk çocuk ve yaşlı tayfası neredeyse evden hiç çıkmadı. Ağızlarımızda bir bez parçası ile dolaşmaya başladık. Çalışanlar işe gidip geldi, her yerler temiz tutuldu, kapandık iyice kapandık ama ne hastalığa çare oldu, ne yayılmasına. Baktılar ki olacak gibi değil, insanlar evlerde bir yere kadar. Çıkmayacağı varsa bile çıkası geliyor. Sonunda bilim insanları ve firmalar hastalığı önleyici aşılar geliştirdi. Bir umut ışığı parladı. Ülkemizde bize önce Çin aşısı yaptılar,Çin'de olay bitmiş gibiydi /hatta ilk açılan ülke oldu/ sonra Alman aşıları geldi. İnsanları yavaş yavaş aşılamaya ve salmaya başladılar. İlk önce, iflasların eşiğinden dönen havayolları ile ulaşım açıldı sonra turizme yol verdiler. Çünkü dünya maddiyat üzerine dönüyordu ve kalpler hep bomboştu. Kalpler bomboş yaşanırdı lakin cepler boş asla:(
İşte hes'li günlerde , evdeki artık renkler ,ipler ve ben bir arada buluşup bu kocaman battaniyeyi , iki bahar bir kış zamanında bitirdik. Siyahı uzak tuttuğum, diğer ne varsa kullandığım renkler karmakarışık oldu ,tıpkı o zamanlar ki halimiz gibi. Salgın yine var, korkusu ile beraber yaşayıp gidiyoruz. Yapacaklarımızı yapıyoruz, yapmak istemediklerimize de bahane olmaya devam ediyor. Bir de üstüne üstlük ekonomik kriz, yetişemediğimiz fiyatlar, satın alma gücü gittikçe düşen paramız derken bu kış salgına ilave yeni yeni travmalar yaşatacağa benziyor bize.
Şu an yeni bir battaniyeye başlıyorum,terapi yerine. Umarım yine siyahları uzak tutabilirim.
İyi pazarlar..
bir güzel istanbul sabahı.
sis ve büyükada
Günaydın cumartesi sabahı.
Sabah şerifleriniz hayrolsun. Öylesine bir sis var ki dışarda. Göz gözü görmüyor. Dün kırkı yılda bir Büyükada'ya gidelim dedik, Motora* bindiğimizde günlük güneşlikti hava. Motorun açık havalı üst katı yeterli yolcuyu almıştı. Kimler yoktu ki; öğrencisinden, emeklisine, arap turistinden, genç üniversitelilerine, onlar kadar yaşı olduğu halde bebeklerini kucaklarına almış iki yeni heves anneye, kokoş hanım teyzelerden, (yaşına rağmen) tek tekerlekli sukıtırlarıyla(scooter) ada turuna çıkacak orta yaşı geçmiş beylere kimler kimler. Tam saatinde kalkan motor ,bir müddet gittikten sonra pırıl havayı terketip bir sis bulutunun içine giriverdi. Etrafı görmek ne mümkün. Sisi oluşturan nemli tanecikler bir anda küçük güverteyi doldurdu, buz kesti etraf, önce çocuklu anneler kaçıştı, sonra teyzeler, havaya güvenip yazlık giysilerle çıkmış çoğu genç. Hepsi alt kattaki kapalı alana doluştu. Bir ara siren sesi duyduk ki akabinde iki sahil güvenlik görevlisi motora yanaşan teknelerinden bizim tekneye geçtiler. Sanırım eskort eşliğinde motor yavaş yavaş siste yolunu bulup ilerlemeye devam etti. Bu arada başta yapılmayan HES kodu kontolü, maske kontrolü kılavuzumuz görevlilerce yapılmaya başlandı. Genelde çoğunluk maskeliydi/yarım yamalak/ Sonra sislerin arasından adanın iskelesini görüverdik, aniden. Tabii ki Heybeliada'ya niyet ettiğimiz halde kendimizi Büyükada'da inmiş bulduk. Boğaz'dan gelen motorlar sis nedeniyle geri döndüğünden dolayı Büyükada pek bir sakindi.
Biz rahat rahat gezeceğiz diye sevinirken, esnaf; 'off !gün bitti işler kesat bugün, gelen giden yok ',diye ağlaşıyordu. Gerçi boş dedikleri ada ,aslında sabah erken gelenlerle oldukça kalabalıktı zaten. İyi havadaki yoğunluğu tahayyül edemedik. Biz ,yıllar sonra karşı kıyımıza geçmenin keyfini çıkardık, açılan hava ve dağılan sisle ortam daha da şenlendi öğleden sonra. Yerli ve yabancı turistler adaya ulaştılar.
Döndükten sonra evden baktım ki sis yine adayı kaplamış, denize bulut inmiş.
İşte böyleyken böyle cumartesi sabahı.Sis hala devam, bırakın karşı adayı karşı bina görünmüyor. İstanbul'un sisli puslu günlerinden bir hafta sonu daha başlıyor.
Not; Şu eski tarihli yazımda motor ücretleri öyle iken ,şu anda bir kişi Kartal'dan Adalara gidiş ücreti; 16 TL. Herşey gibi burada da ulaşım ücretleri fazlasıyla artmış.
Artan bir şeyde ada trafiği.Çok fazla akülü araç, motosiklet vs. var. Faytonların yerine geçen araçları merak ediyordum.İşte aşağıda resmini gördüklerinizmiş. Mini minibüs gibi. Yani pek estetik görünmüyor.Biz karşı kıyılılara söz düşmez Adalıların işine yarıyorsa, onlar beğendiyse, ne mutlu.