mutlu yıllar

 

Önümüzdeki yıl blogumu  gerçek bir' bu günlük 'olarak kullanmayı deneyeceğim. Bilmem olacak mı? Plan programa uymayabiliyor bazen ya da düşüncelere. Yapmak istenilenle, yapılan çok farklı olabiliyor. Hayat gailesi nedeni ile tabii ki. 

Benim için çok güzel olaylara vesile oldu bu yıl, hayatımıza ailemize yeni bir aile dahil oldu, kızım nişanlandı. Sanırım benim için en güzel olay buydu. İsteme töreni, nişan ,alışverişler çok keyifliydi, işlerimiz rast gitti, damat adayımızı kızım sevmiş ,bizde çok sevdik. İnsanın hayatta en çok mutlu eden olaylardan biri çocuklarının yüzünün gülmesi, onların mutlu olması. Nasıl bir duygu ise şu annelik, evladımızla aynı şeylerden aynı mutluluk ve üzüntüyü yaşayacak şekilde klonlanmış gibiyiz. Onlar mutlu ise mutlu ,onlar değilse değil. Öyle bir şey işte. 

Kendimle ilgili de çok görmek istediğim yerlerden biri olan Kıbrıs'ı  gördüm ,gezdim, Cumhuriyetimizin 100. yılını Ankara'da kutlamak kısmet oldu üstelik yıllar öncesinin okul arkadaşları ile. Benle ilgili  güzeldi, depresyonsuz bir yıl geçti:) Mutluluğu içimde sıkça hisseder oldum hem de olur olmaz şeyler için, daha ne olsun. Zaten şöyle geriye bakınca insan iyi şeyleri hatırlıyor önce, iyi olmayanları atıyor gerisin geriye . İyi ki böyleyiz. Şimdi de hızlıca geçen koca bir yılın ardından yenisini bekliyoruz, geldi gelecek. Üstelik İstanbul için lodos etkisi ile  şahane bir hava , pırıl pırıl güneş mavi gökyüzü ile bekliyoruz 2024 yılını. Kış kışlığını yaz yazlığını yapsa daha iyi ama böyle de güzel ,içimiz açılıyor güneş sayesinde.

Hoş gelsin yeni yıl, 2024 yılı ,geçtiğimiz yılı aratmasın, mutluluk ,huzur, bereket dağıtsın , yüzler gülsün, merhaba diyenimiz bolca ,sağlığımız iyice ,neşemiz çokça olsun.

Mutlu yıllar diliyorum.. 

geçip gitsin


 Baştan söyleyeyim bu ''ponçik'' bir 2023 yazısı değil. Bu polyannacılık yapacağım bir yazı da değil. Sevgili okuyucu, ona göre oku. Her yıldan daha da hızla akıp giden , çok üzücü olayların, büyük travmaların yaşandığı bir yıl oldu 2023. Belki Cumhuriyet'imizin 100. yılı nedeniyle güzel , muhteşem, başarılı ,halkın refah içinde yaşadığı bir yıl olması hayal ediliyordu. Öyle olmalıydı, neredeyse çeyrek asırdır seçip seçip başımıza yönetici diye getirdiklerimiz ;'2023 gelecek şöyle olacak, böyle uçucaz, böyle kaçacaz ',diye diye yıllardır bir beklentiye soktular gariban vatandaşı. sandılar ki onlar dünyada biricik olacağız, dünya beşmiş ya biz de altıncı olacağız, uzaya çıkacağız, yollar, köprüler, uçaklar!, gemiler! neler neler olacak, milli gelirimiz binlerce dolar(yok ondan bahsetmediler ama olsun) fakirlik bitecek (ondan da bahsetmediler) yolsuzluk sona erecek( onun konusu açılmadı) neyse işte üfürdüler böyle büyüyeceğiz ,şunlar olacak bunlar olacak. Nihayet yıllardır beklenen 2023 geldi. Ama n'oldu derseniz, kocaman bir afet üzerimize karabasan gibi çöktü. Yıl başlar başlamaz , şubat ayının altısında memleketçe, yıkıldık. Tüm güneydoğu illerini kapsayan bir depremle yüzyüze geldik. Şehirlerimiz yerle yeksan oldu, insanlarımız yok oldu, acımız arşa ulaştı. Ama birleştik, topyekun yardıma koştuk. Herkes kendince elinden geleni yaptı. Yurtdışından yardımlar geldi, hatırladığımız en büyük afet başımıza gelmişti. İstanbul'da da böyle bir deprem beklense de yirmi dört yıldır hiç bir çalışma yapılmadığı akla geldi birden, konuşuldu konuşuldu ama o kadar. İnşaatlarla tıklım tıkış dolmaya devam ediyor İstanbul oysa dönüşüm yapılması gereken o kadar çok bina var ki. İstanbul yine kaderini bekleyen kurban gibi kenarda kaldı. Bilmiyoruz devlet ne yapıyor gelecek olduğu söylenen depremle ilgili. Açıklama, bilgilendirme ,çalışma görmüyoruz varsa kağıt üzerinde yapılıyordur belki.

Sonrasında bir seçim yaşadık, depremi bile unutup koltuk seçimi yapıldı yine aynısına devam dedik, alıştık bir kere ,tembeliz zaten milletçe şimdi yenisini seçip de ne yapacağız denildi. Seçim sonrası fiyatlar aldı başını gitti. Döviz arttı, fiyatlar arttı, kiralar arttı. Depremden sonra ikinci vuruluş enflasyondan geldi. Hayat pahalılığı evlerin bütçelerini yaktı geçti. Yeni vergiler konuldu, ev almak araba almak, hayal ötesi oldu. Ev kiraları, gıda fiyatları, bulunmayan ilaçlar insanları eziyor. O arada yeni gelen içişleri bakanı ile birlikte Türkiye'de çeteler, fenomen ,infulusır adı altında bir sürü dolandırıcı olduğunu da öğrenip şaşırmayız dediğimiz ülkemizde yine şaşırıp kaldık. Millet açlık içindeyken, yardımlara muhtaçken bazılarının nasıl para içinde yüzdüğünü gördü herkes. İzledik magazinsel olay gibi tınmadık. /Tınmasak da tıkladık durduk öyle ki bu yıl , Cumhuriyetin 100. yılında medyada ve sosyal medyada en çok merak edilip yazılıp çizilen bu tutuklanan güzellik merkezi patronu kadın fenomen olmuş, milyon milyon tıklamışız./

Bu arada Cumhuriyet'imizin 100. yılını en azından laik  cumhuriyete ve ulu önder Atatürk'e minnetle bağlı olanlar kutladı, devlet de son hafta etkinlikler yaptı o da bitti gitti. Tv ekranlarında, kiminde sağ kimisinde sol tarafta dalgalanan bir bayraklı Atatürk rozeti ile hatırlatılmaya devam ediyor. 

En son tabi acı bir olay da  K. Irak'ta 12 askerimizin şehit edilmesi oldu, kötü gelen 2023 ü iyiliklerle uğurlamamıza bile müsaade etmedi hayatın gidişatı. Üzücü haberlerle kerpiç evlere şehitler için asılan Türk bayrakları ile yılın son haftasına girdik. Şehitlerimizin son sözlerini içeren videoları ile kahrolduk. Allahtan rahmet dilerim tüm şehitlerimize. Hepsine minnettarız, genç yaşlarında keşke böyle olmasaydı. Keşke onlara güzel bir hayat sunulabilseydi.

/Bugüne de pek çok aracın karıştığı korkunç bir zincirleme trafik kazası ile başladık, çok sayıda can kaybı ve yaralı var,yıla veda da acılarla oluyor./ 

İşte 2023 memleket açısından böyle acılı  bir yıldı. Daha aklıma gelmeyen iyi olmayan ne varsa yaşandı. İyi bir şey bir tek Voleybolcu kadın sporcularımızın başarısı idi. O bir nefes verdi o kadar.   Kadınların başarısını da din kisvesi ile gölgelemeye çalıştılarsa da uzatamadılar neyse ki.                                      

Geri kalan hayat pahalılığı, göçmen krizi, deprem,  dolandırıcılar ,düşündü-yazdı diye özgürlüğünden mahrum kalanlar, şiddet olaylarının ne kadar arttığı ve halkın ne kadar öfkeli ve mutsuz olduğunu da yazmıyorum. Memleket de ahval pek iyi değildi, belki tek tek iyi şeyler yaşadık hepimiz. Ama günün sonunda yaşadığımız topraklarda olup biten hepimizi etkiliyor, zengini de fakiri de gencini yaşlısını da. O nedenle kimse ,banane ben kendime bakarım diyemez, dese de gerçek olamaz. 

Umarım geçip giden bu 2023 yılı peşi sıra gelen 2024 e de sirayet etmez de güzel ,aydınlık, umutlu ve mutlu günleri daha çok görürüz. Sevinecek bir sürü olay yaşarız milletçe hep beraber..


yitirdiklerimiz..

 Dün tren istasyonlardaki bilgi panolarında Üsküdar'daki üzücü hadise nedeniyle seferler tek hattan yapılmaktadır, gecikme yaşanmaktadır vs. gibi bir yazı yazıyordu. Tahmin ettim ve sonra duyuldu ki  Üzücü Hadise denilen bir kişinin yaşamına son vermesi idi. Bu sık olmaya başlayan bir vaka halini aldı tren istasyonlarında. Üsküdar istasyonuna yaklaştığımızda tünelde kapalı halde on on beş dakika kadar bekledi tren, sonra istasyona yanaştı. Bir yön, polis barikatı ile tamamen boşaltılmış ve kapalı idi. Olay sanırım çok yeniydi. Evlerden ırak olsun denir ya öylesine zor bir olay , kim bilir neler yaşandı da bu sonuç ortaya çıktı. 

 Tabii ki  seferlerin aksaması nedeniyle yolcu yoğunluğu mesai saatlerinin yoğunluğu gibiydi neredeyse. Kendime bir yer bulup oturdum. Yanımdaki adam ekranında okeye dönüyor diğer yanımdaki kadın candy crush da şeker patlatıp duruyordu,hatta neredeyse ineceği istasyonu kaçıracaktı,son anda indi o kalabalıkta. Bir zamanlar yanımızdaki gazete okuyanların sayfalarına göz atardık şimdi de ister istemez ekranlarına göz atıyoruz. Zaten ekrana bakmayan yok, iki gencin elinde kitap vardı, okuyorlardı ya da yer verme tartışmalarından kaçınmak için okuyor gözüküyorlardı, niyet okuyuculuğu yapmak istemesem de olabilir diyorum. Tabii ki yorgunlar , mücadele ediyorlar hayatla, yollar uzun, kalabalık çantaları ağır ama bedenleriniz sağlam ve yaşınız henüz genç çocuklar. Lakin zar zor ayakta duran yaşlı bir bey trene bindiğinde ayakta kaldı. Oturanlarda genç,tabi orta yaşlı bir bey dayanamayıp gençlere söylenmeye başlayınca bir tanesi kalkıp yer verdi. Sonra büyükler , gençlerin niye böyle duyarsız olduğu ile ilgili kendi aralarında kısa bir muhabbet çevirdiler. Adam sonunda gençleri bizim böyle yetiştirdiğimizi, yeterince eğitemediğimize bağladı , konuyu, olay kapandı,sessizlik hakim oldu. Gençlerin hepsi kulaklıklarından kim bilir hangi şarkıyı dinliyordu o arada. 

Her sabah okullarda andımızı okurduk, andımızın sözlerınde  vardı ;'' ..küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak. '' diye . Ayrıca da hep söylenirdi ,öğretilirdi otobüslerde yaşlılara, engellilere, hamilelere  yer verin, diye. Beyler bile hanımlara öncelik verirdi ki hadi eşitlik falan diyerek onu geçeyim, saymayayım. Gerçekten ne büyüğe saygımız kaldı ne küçüğe sevgimiz. Sorarsan mangalda kül bırakmayız ama gerçekte olanlar asla öyle değildir. Trende rastladığım bu kısa konuşmalarda bunları düşünmeden edemedim.   

günden manzaralar


Çok güzel gün batımları görüyoruz, 
gündüz geceye rengarenk geçişlerle kavuşuyor. 

Dün her gün  dümdüz geçtiğimiz yoldan saptık ,başka bir yola girdik.
Meğer ne güzel bir park varmış orada.
Kuğular, ördekler  küçük bir gölette yüzüyor, etrafında bir iki kafeterya, bir tiyatro salonu,
daha ötede çocuklar için ufak bir lunapark, gül bahçeleri, çiçekle örülü taklar. 
Kahvemizi içip ,nefes aldık etrafındaki gökdelenlerin arasına yapılmış bu vahada.
Geceye turuncularla girip, mavilerle geçen güne merhaba dedik.
Bu günlük bu kadardı akılda en güzel kalan an.

Dizi çekim setleri..



İstanbul'da hiç ummadığınız bir sokakta,birdenbire karşınıza bir dizi çekim seti çıkabilir. Bizim sokak bu konu da yoğun:) Sık sık dizi çekim ekipleri çalışıyor evimizin hemen önünde.Sahil yolunda zaten hemen her zaman varlar. Geçen gün de kızımın taşınacağı mahallede yine apartmanın önü karavan ve araçlarla dolu olunca bir bakalım,yine dizi çekimi var, hangisiymiş, dedik. Yeni bir dizi çekiliyormuş. Kanal D için sanırım ''İnci Taneleri''. Yılmaz Erdoğan ve Güven Kıraç eczane sahnesi çekimindeydi. Sakin sokak dizi ekibi çalışanları ile oldukça hareketlenmişti. Hikayesini kendisi yazmış İnci Taneleri 'nin Yılmaz Erdoğan. Bu sezon mu yoksa önümüzdeki sezon mu bilmiyorum ama kaliteli bir yapım olacaktır diye düşünüyorum

halimize acır oldum..

 İnanılmaz çirkin olaylarla dolu bir ülke haline geldik. 

Zaten mi öyleydik, halı altına mı süpürülüyordu, yoksa yeni mi bu kirlilik.

Her olay bir diğer gündemi kapatıyor, şaşırmayacağız desek bile şaşıracak, üzülecek yeni şeyler üzerimize yağıyor adeta. Bir haftaya sığan olaylardan sadece en çok gündeme çıkanlar ;

  Okula giden ufacık çocuğumuz sokak köpeklerince ülkenin başkentinde parçalanıyor, hayat  mücadelesi veriyor, 

   Motor kuryeye çarpan bilmem ne ülkesinin başkanının oğlu hemen ülke dışına kaçabiliyor,

   Fifa kokartlı  futbol hakemi, oynattığı maçın futbol takımı başkanı hem de  eski bir milletvekili tarafından saha içinde yumruklanıyor, yetmiyor yardakçıları tekmeliyor.

 Fenomen, influcer ,  güzellik merkezi sahipleri, bankacılar milyon dolarları içetmiş, yıkamış, aklamış paklamış ve milyonlarca insan bunların takipçisi olmuş ,paralar oluk oluk rakamları aklımız almıyor.

Bu arada Türkiye kadın dernekleri federasyonunun açıkladığı 2023 de ilk 10 ayında 350 kadın cinayeti olmuş, bu artık neredeyse her gün konuşuluyor, lakin çözüm aranmak için değil konuşulmak için konuşuluyor.

Bunlara magazinsel gündem diyenler bile var. İşte hayat pahalılığı, ekonominin kötülüğü , bütçe görüşmeleri ,asgari ücret tartışmaları falan konuşulmuyormuş, seçim varmış mış mış. Doğru da hep bunları konuşa konuşa insanımız ne hale gelmiş, ahlakını kaybetmiş, şiddete meyletmiş, her yerde bir kavga dövüş. Dizilerde bile avaz avaz kavga eden oyuncular , tüm dişlerini sayıyoruz öyle bir ağız açıyorlar ki .Kedi köpek misali . 

Toplum olarak sonumuz hayır olur mu ? Bilemez ,düşünemez oldum. Bugünlük hiç iyi şeyler hissedemiyorum, aman bir müzik açayım,kulaklarımı tıkayayım, film izleyeyim gözlerim böyle şeylere bakmasın diyemediğim bir sabah oldu.  Hiç bir şey düşünmesem bile bugün pazar var kim bilir fiyatlar ne durumda diye düşünür buluyorum kendimi bu sabah. Çünkü neden iki hafta önce kahve gününde gittiğimiz orta halli bir kafede içtiğimiz 49 TL lik kahve dün gittiğimizde 59 TL olmuştu. Kahve de kahve olaydı bir de üstelik. Her şey fırladı gidiyor bir de üzerine yukarıda  bahsettiklerim.

Yani sevgili okuyucu bu gün iyi hissetmediğim bir gün..

Umarım sizler iyi hissediyorsunuzdur..

güzel günlere


Bu güzel fuşya renkli orkide evimin yeni konuğu. Bol goncalı olduğu için uzun süre güzel rengi ile salonun köşesinde, orkidelerin en sevdiği; cam önü ve kalorifer yakını olan yerinde duracak. Geçen seneki benekli orkide de hemen kıskanıp yeni bir fide uzattı yeni çiçekler açmak üzere. Bakalım yeni yıla yeni çiçekler yeni güzellikler getirecek, umuyorum. 🧿
İyi günlerle geçen bir hafta olsun.

Herkesin inancı ve yaşama şekli kendine ait.

 Dün bir blog yazısı okudum,  Sevgili Kuyruksuz Kedi  İnançla ilgili yazısı. Üzüldüm.Nasıl yorum yazacağımı da bilemedim ama bir şeyler de yazmak istedim. Yazı ve dertlenme konusu kafamı meşgul etti, üzücü şekilde. Yorumlara çeşitli şeyler yazılmıştı da  lakin benim bu dertleşme yazısında asıl dikkatimi çeken,  bir cumhuriyet öğretmeninin kendisini baskı altında hissetmesi, dini inançları ile ilgili özgürce konuşamaması , çocuğuna karşı toplumsal baskı nedeni ile istediği gibi kendini açıklayamaması konusu oldu. 

Nasıl  din odaklı toplum haline geldik böyle. Benim yaşımda olanlar yani 50 + lar laik bir toplumda rahat bir şekilde  büyüdük. Babamın asker olmasından dolayı da üstelik çeşitli illerde değişik okullarda okudum. Okullarda alenen din konusunda yaygın baskı yoktu. Hatta bir dönem Din ve Kültür dersi seçmeliydi, isteyen Din dersine girmeyebiliyordu ki bu hakkını kullanan da pek olmazdı. Çoğunluk girerdi derse. 80 darbesi sonrası Din dersleri zorunlu hale getirildi. Dinsiz miydik o zamanlar tabii ki değildik hatta dine ,kurumlarına ,din adamlarına, ibadet yerlerine  hürmet vardı. Daha saygılı idi insanlar. Namazında ,niyazında, ibadetinde olan insanlar daha bir saygı görürdü. Şimdi ki aşırılar, yobazlar her zaman vardı mutlaka ama bu kadar da ortalığa yayılmamıştı. 

Hele ki para kazanmak için çalıştığın işinle, mesleğinle dini ibadetlerin inançları bu kadar iç içe asla değildi. Kurumlara din ve siyasetin girmemesine özellikle dikkat edilirdi. Olmamasından yanayım hala. Siyaset ve din işin içine girdiğinde işte böyle okulda bir öğretmen çocuğuna nasıl konuşacağı konusunda huzursuzluk yaşayabiliyor. 

Bu benim fikrim, laiklik her zaman Türk toplumunun en doğru özelliğiydi. Bir zamanlar daha sıkı uygulanan bir sistemdi. Şimdi  esnedi malum. İnancın farklı olsa da bunun okulda duyulmasından , küçük yerde yaşıyor olup bunun öğrenilmesinden çekinmek genç bir kadına, genç bir öğretmene reva olmamalı. Çocuğuna istediği gibi açıklamada bulunabilmeli. Çocukların okuldaki din derslerinden sonra anne babasını sorgulamasına sebep olacak bir eğitim mi olur? Sen niye oruç tutmuyorsun? Sen niye örtünmüyorsun? diye  kafası karıştırılıp ailesi ile arası açılmamalı. Aydın bir aile çocuğuna tabii ki nasıl davranacağını bilir ki (bence ilk din eğitimi ailede verilmelidir ki böyle okulda değişik şekillere karşı kendi fikri olsun) ama bilemeyen aileden  uzaklaştırilan çocuklar da olabilir. Yazık değil mi?

İnanç insan ile yaratanı arasındadır. Halkımızın büyük çoğunluğu müslüman, ibadetini istediği gibi yaşayabilir ,kimse karışmadı, karışmaz ama toplum da din ile bu kadar iç içe sokulmamalı. Biz laik bir ülkenin, cumhuriyetin tüm nimetlerinden yararlanarak büyümüş bir neslin kadınlarıyız. Seçme seçilme hakkımız, miras hakkımız, okuyup öğrenim görüp meslek edinme hakkımız, tek eşli resmi nikah hakkımız, eşit insan olma hakkımız var ,100. yılını kutladığımız Cumhuriyet'imiz ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk sayesinde. Bu coğrafyada ne kadınlar var bizim gibi yaşamak için mücadele veriyor, kıymetini bilmeliyiz.


bir karikatür

 Facebook ilk açıldığında hesap oluşturmuştum, ilk sosyal medya mecrası idi, çok ilgi çekici ve orjinaldi.Ancak her yeni şey gibi eskidi ben de yıllarca kullandıktan sonra bir kenara bıraktım çoğu insan gibi. Şimdi arada bakıyorum var mı bir şeyler diye. Malum sosyal mecralar da birbirinin taklidi oldu, hepsinde bir hikaye ,durum, reels vs.  birbirlerine özenip aynı hareketleri yapıyorlar. Oysa ilk başladıklarında hepsi kendine özgü idi. Şimdi birbirinin kopyası. Yine de arada izleniyor ne var ne yok diye işte. Hiç bilmedik sürprizler de çıkabiliyor .Geçen gün mesela Latif Demirci'nin bir karikatürüne denk geldim. Bizim akrabalardan biri paylaşmış. Bizim aile köklerinden birini çizmiş.  


Karikatürde çizilen kişiler benim akrabalarım. Biri babamın Ahmet amcası  ,diğeri de İlyas amcasının oğlu. Latif Demirci(1961-2022) ile arkadaşmış büyük amca oğlu ve bir gün babamın köyüne ziyarete gelmişler. Latif Demirci özellikle Gırgır dergisinden  çizgileri ile tanıyıp hayran olduğum karikatür ustalarındandı. O ziyaretten sonra çizilmiş bir karikatürünü görünce ben de paylaşmak istedim. Büyük amca oğlu ile hiç görüşmedik ama köyde yaşamış olan Ahmet amca ,köyün aynı zamanda bakkalı idi, bizim için Bakkal Amca çocukluk anılarımın güzel köşelerinde yer alır. Köyde ilk bakkalı  dedem ile birlikte açmışlar beraber çalışmışlar. bakkal amcaya at tekme atınca sol bacağından sakatlanmış, dizini bükemediği  için hafif aksardı. O nedenle de köyün bakkalının işletmesi daha sonra da onda kaldı. Dedem Bursa'ya yerleştikten sonra da köyün bakkalı Ahmet amca oldu. Bastonlu hali, devamlı gülen akça pakça yüzü aklımda ve bize verdiği lokumlu bisküvilerinin  /kıstırma/ tadı damağımda. Nereden nereye, Bir karikatür beni köye ve çocukluğumun anılarına götürüverdi. 

Mekanları cennet olsun.


Aralık


Kasım ayı bugün itibari ile yerini yılın son ayı olan Aralık ayına bıraktı. Çok koşturmalı bir kasım ayı geçirdim. Kızıma ev tutuldu, boyası, temizliği bitti , evi döşeme ve çeyiz alma işleri başladı. Sanırım son yıllarda en çok alışveriş yaptığım ay, bu aydı. Hem güzel ,hem telaşlı ,hem heyecanlı bir alışverişmiş çeyiz alışverişi. Tabii ki benim tecrübelerim yeni nesil kızımın istekleri bir arada koşuşturup duruyoruz. Kasım indirimlerinin dönüp duran reklamlarından etkilenmedik desem yanlış olur , etkilendik ve her şeyi bu ay alalım telaşına kapıldık biraz. Tabii ki öyle bir şey olmadı. Ama şimdi de yılbaşı indirimleri olur diye düşünüyorum:) Hayat aşırı pahalı, her şey çok pahalı. Bu bir Türkiye gerçeği olmuş ne yazık ki. Evet hemen her malın ucuzu da var fakat düşüneceksin; ucuz alacak kadar zengin miyim?
Geçen hafta verdiğimiz tül perde siparişlerimiz bugün gelecek ,perdeler takılacak. Şansımıza tül aldığımız yer bir zamanların fenomen dizisi Şahane Evim'de perdelerin alındığı dükkanmış. Aman bir dilbaz satıcısı var, şaştık kaldık. Bakalım konuşmaları kadar yaptığı iş de iyi miymiş? Tülleri görünce anlayacağız. Merak ediyorum. Ben bir gidip bakayım.
 
 

Park nasıl olacak?

Mahallemizdeki tek yeşil alan ,yüksek katlı apartmanların arasında kalan bu park. Mahallemizin yemyeşil parkı. Parkın içerisinde çok çeşitli ağaçlar var, badem, zeytin, çam, selvi, akasya erguvan. Hatta bir köşede yılların tanığı incir ağacı var.  Baharın geldiğini parktaki bademlerin tomurcuklanmasından anlarız mesela. Mahallenin evcil sahipleri köpeklerini burada gezdirir, ebeveynler çocuklarını parkta oyalar, yaşlılar banklarında soluklanır, gençler okul çıkışı burada toplanır, mahallenin küçükleri parkın kenar tarafındaki boşlukta tek kale maç yapar yani hep cıvıl cıvıldır. 
İşte bu parkın etrafı sevgili okuyucu bir gün ansızın parlak gümüş rengi alüminyum çitlerle çevrildi.  Önce ortadaki çocuk park alanını kazdılar, belki oyuncaklar eskimiş kum havuzu kirlenmiş olabilir diye düşündük. 
Sonra kazı çalışması genişledi, tüm park zemini hallaç pamuğu gibi darmaduman edildi.

Hala ediliyor. Hummalı bir çalışma var. Ağaçlara dokunmadılar neyse ki.
Mahalleli olarak ağaçları kesip , kuşa çevirmeden eskisinden daha bakımlı ve güzel bir park yapılacağını, baharda bizim mahallenin ,yemyeşil çiçekli böcekli ,yenilenmiş bir parka kavuşacağını umuyorum. Umarım betona boğmazlar.

Çok gerek var mıydı? 
Biraz bakımsız bırakılıyordu son zamanlarda/bilerek mi bilmiyorum/, eğer zamanında ağaçları budayıp, oyun parkını temiz tutup, çimleri zamanında biçseler hiç böyle bir değişikliğe gerek yoktu. Parkın doğal hali gayet güzeldi. Bakalım neye benzeyecek? Takip edip göreceğiz.

Hafta sonu seyirlikleri

Hafta sonu gri ,lodoslu,soğuk bir hava var. Üstelik Afad'tan mesaj üzerine mesaj geldi, aman dikkat edin rüzgar, fırtına var babında telefon mesajları.  Bizde evde oturup dizi ,film ne varsa izledik. ilk önce cuma günü yayına giren İstanbul için Son Çağrı filmi. Hayır isim böyle olunca havaalanında geçen bir film gibi bir izlenim edinmişim, oysa NewYork da geçiyormuş. Biraz da İstanbul'da.
Beren Saat ve Kıvanç Tatlıtuğ 'u izlemek ,New York caddelerinde gezmek başka da bir şey yok. Zaten bir buçuk saatlik romantik, mutlu sonlu biraz da şaşırtıcı sonlu bir film. Yalnız o orgazm klubü sahneleri çok  yersiz geldi bana. Hülya Avşar 'ın da öyle bir film sahnesi vardı, Berlin in Berlin, artık Beren Saat'in de var. Üstelik Beren Saat gösteri olarak yapıp level atlamış. 
Sonuç;sevilen ikili yani Beren Saat ve Kıvanç Tatlıtuğ için izlenir. Kıvanç Tatlıtuğ' u Aile dizisinde izliyoruz da Beren Saat'i özlemişiz. O da artık bir ulusal kanal dizisi yapsa ne iyi olur.

Squid Game:
Ilk dizinin devamı sanmıştım, lakin baya bir yarışma programı gibi çekilmiş. Her an korkunc bir şeyle karşılaşacağız tedirginliği ile seyretsem de çünkü ilk squid game baya vahşi bir diziydi, bu gayet güzel bir yarışma dizisi olmuş. Insanin para için neler yapacağının güzel örneği bir yarışma. Ilk beş bölümü yayında 29 kasımda devamı var. Hâlâ sürpiz bir son olur mu diyorum. Bir solukta izledik . Bakalım birbirinin üzerine basa basa milyon dolarları kazanan hangi yarışmacı olacak?

Yuşa Tepesi ve Yuşa Türbesi

 İstanbul'daki Yuşa Tepesi ve Yuşa Türbesi,  peygamberlerden biri olan Hz. Yuşa'ya atfedilir. Ancak bu konuda farklı rivayetler ve inançlar bulunmaktadır. Geçen hafta günü birlik ziyaret ettiğim Yuşa tepesi ve Hz. Yuşa türbesi ile ilgili  bazı bilgiler ve bazı rivayetler:


Yuşa Tepesi ve Yuşa Türbesi:

Yuşa Tepesi, İstanbul'da bulunduğu konum itibari ile hem İstanbul Boğazının hem de Karadeniz'in aynı anda göründüğü sahile en yakın ve en yüksek tepedir.   Tepeye çıktığınızda, İstanbul Boğazı'nın muhteşem görüntüsüne şahit olursunuz. Bu tepe zaman içersinde farklı dinlerce ve rivayetlerde kutsal yerler arasında yer almıştır. Çeşitli dinler burada kendi ibadet yerlerini , mabed ve tapınaklarını inşaa etmiştir. 

Osmanlı döneminde 3. Selim'in sadrazamlarından biri Çelebizade Mehmet Said paşa buraya 1755 yılında bir mescit yaptırmış ve aynı zamanda halk arasında  Yuşa Peygambere izafe edilen mezarın etrafına da bir duvar ördürmüş, bakımı için görevliler tayin ettirmiş onlar için de yerler yaptırmıştır. 



Yuşa peygambere izafe edilen(yakıştırılan) mezarın uzunluğu 17 metredir. Bu kadar uzun bir mezar olması ile ilgili de çeşitli rivayetler vardır.;

1-O bir peygamber olduğu için ona duyulan saygı ve hürmetten ötürü böyle uzun bir mezar yaptırılmıştı.

2-Yeri manevi bir keşifle bulunduğundan ,mezar tam tespit edilemediğinden uzun tutulmuştur.

3- Bir zamanlar bazı inançlara göre ''devler'' bu tepede yaşadığı için bu devlerle ilgili inancın başka inançlarla birleştirilmesi ile ilgili olarak Yuşa hazretlerinin mezarının da böyle uzun olduğu açıklanmaya çalışılır ki bu tepenin bir adı da Dev Dağıdır.

4- İslam geleneğine göre Hz. Yuşa (Yusha İbn Nun) Hz. Musa'nın arkadaşı idi. İsrailoğullarını Mısır'dan çıkışında liderlik yaptı, kutsal topraklara ulaştırdı be nedenle de kutsal toprakların fethedilmesi ile  de özdeşleştirilir.

5- Hz.Yuşa'nın mezarının İstanbul'da olması inancına göre Hz. Yuşa istanbul'u fetheden müslümanlarla birlikte şehre girmiş ve burada vefat etmiştir.

Yuşa Türbesi, Yuşa Tepesi'nin zirvesinde yer alır. Halen bu türbe, İslam dünyasının önemli bir ziyaret yeri olarak kabul edilir. Yuşa Tepesi ve Yuşa Türbesi ile ilgili rivayetler ve inançlar İslam kültürünün zengin bir parçasıdır. Ancak bu tür inançlar İslam dünyasında kabul görmemiş ve yerel folklorik inançlara dayanmış olabilir. İslam tarihindeki kesin bilgilere dayanan Yuşa Tepesi ve Türbesi'nin Hz. Yuşa ile ilişkili olup olmadığı konusunda kesin bir açıklama yapılamaz.






Sonuç olarak Yuşa tepesi ve Yuşa Türbesi İstanbul'da önemli bir dini ziyaret alanı ve turistik yer halindedir, uzun zamandır. Hem Allah için duanızı eder hem de güzel İstanbul Boğazının manzarasının tadını çıkartırsınız. İstanbul'a gelindiğinde görülmesi gereken yerlerden biridir.

2015 Yuşa tepesi


2023 yuşa tepesi

Not; Değirmenden Mektup Var blogu Recep bey başka resim yok mu diye yazınca , bende 2015 yılı ziyaretimizden ilave yaptım. Manzara hala güzel , yine aynı mevsim ,aynı şartlarda bir hava. 


Kıbrıs notları;

 

Umarım yazabilmişimdir, çünkü gezi yazısı yazmak da ayrı bir maharet istiyor bu konuda iddalı değilim tabi. Lakin çok görmek istediğim bir yer olduğu için yazdım. Burada bulunsun. Kıbrıs'a merakım ilk olarak babam ile ilgili. 1973 yılında,harekattan bir yıl önce, babam  Kıbrıs'ta görevliydi. Onun dönüşünde karşılamaya İstanbul'dan İskenderun'a dedemin süt mavisi peugeot marka arabası ile gitmiştik. Çocukluk anılarımda o araba ile yolculuğumda önemli anılarımdandır, mutlu çocukluk anılarımdan. Upuzun Konya ovasını geçerken dedemin arkasındaki koltukta açık camdan yüzüme esen rüzgarı hala hatırlıyorum. Bozkırda seyahat etmeyi hep severim belki o zamandan beri. Babam kocaman bir gemiden inmişti, bir sürü  oyuncak getirmişti bana, oyuncak bebekler, beyaz bir ördek , havlayan küçük tüylü bir köpek, kocaman rayları istasyonları ile oyuncak tren seti,hepsi pilli hareketli , neler neler. 70'li yıllarda öyle oyuncaklar hayal bile edilemezdi bir çocuk için. Sonra Grundig marka beyaz bir televizyon, yuvarlak çok şık bir altlığı vardı.Evimizin ilk televizyonu. Anneme de payreks ki hala bende kullanıyorum yemek takımları , fincanlar falan..O zaman ülkemizde olmayan pek çok şey yani.

*Kıbrıs alışveriş için şu an sadece belli şeylerde malum alkollü içecekler de çok çok ucuz o da vergiden kaynaklı tabi. Onun dışında çayları çok güzel, tabii ki hellim peyniri. Onun dışında rehberimiz enflasyonun çok yüksek olduğunu/en çok elektrik faturalarının yüksekliğinden bahsetti/  alışveriş için çok uygun olmadığını söyledi.Tatilde üçüncü günü boş bıraktıkları için rahat rahat dolaşıp ,gördük ne alınıp ne alınamadığını:) Dışardan küçücük görünen içerisi kocaman marketlerde genelde hemen herşey satılmakta. Ucuzu pahalısı hepsi bir arada.

* Kıbrıs genç nüfusun fazlaca olduğu bir ada. Neden derseniz onlarca üniversite kurulmuş. Yurtdışından çok fazla sayıda öğrenci geliyormuş . Cafe ve restorantlarda çalışanlar genelde yabancı gençler, Türk nüfusun yüzde sekseni kamu da memur olarak çalışmaktaymış. 

*Trafik oldukça fazla, lakin yayalara bize tuhaf gelecek şekilde saygılılar, yola adım atar atmaz gelen araba duruyor. Toplu taşıma ücretleri çok yüksek olduğundan herkes kendi arabası ile yollarda. Araba satın almak çok ucuzmuş,  herkes kolayca taksitle araba sahibi olabiliyormuş. Sarı taksi de yok tüm taksiler Mercedes marka evet pırıl pırıl araçlar taksi olarak çalışıyor. 

*En merak ettiğim yemekleri Şeftali Kebabı idi. Şef Ali yapmış bu yemeği zamanla dolana dolana dillere Şeftali kebabı olmuş. Yağli iç zar yani gömleğe sarılı pişirilmiş  köfte, lezzetli bir yemek. Bir porsiyonda dört adet var, porsiyonları baya bol kepçe.



Bir de Piruhi isimli bir çeşit mantıları var. O da içi peynirli bir mantı. Uzerine yine lor ve bol nane serpilmiş .Gittiğiniz her lokantada alkollü içecek alabiliyorsunuz, lahmancun -kebapçıda , mantıcı da börekçi de falan  her yerde serbest.

*Tabii ki casinolar  Kıbrıs'ta çokça bulunan başka bir olay. Bu amaçla kurulmuş bol yıldızlı otellerde lüks casinolar var onun dışında her sokakta, her otelde, çarşıda pazarda karşınıza çıkan casınolar var. Merak edenler, müdavimleri bol bol ziyaret ediyorlar. Bir zamanlar ülkemizde de vardı, görmüştüm, buradakilerde aşırı kalabalık , gürültülü, duman altı yani işte öyle meraklısına hitab eden yerler..

*

Kıbrıs'ta geçirdiğim dört gün şahaneydi. Güzel anılarla ayrıldık, turumuzdan da çok memnun kaldık, rehberlerimizden de. Hem tarihi ,hem denizi kumu güneşi ile tatil için ideal bir ada. 

Bu arada bu yıl 15 Kasım  1983 yılında kurulan KKTC 40. kuruluş yıldönümüydü , kutlu olsun  diyorum. Umarım diğer devletler tarafından da tanınır. 

Aşağıdaki videoyu Yavuz Çıkartma Plajında çıkartma gemilerinden birinin ,bire bir örneğinde ziyaretçiler için hazırlanan belgesel görüntülerinden çekmiştim. 

İzlemenizi isterim sevgili okuyucu..



Kıbrıs 4

 

Kapalı Maraş  bölgesi harekattan önce en lüks, en şaşalı ,en fiyakalı dönemini yaşıyormuş. Beyrut'un önemini yavaş yavaş yitirmesi ile yeni bir lüks yaşam muhiti olarak seçilen, eskiden varoş bir bölge olmaktan dolayı ismi de Varoşa olan bu bölge mülkiyet el değiştirdikçe zenginlerin gözbebeği olmuş. Ultra zengin bir hayatın sürdüğü  Magusa'ya bağlı ( Varoşa ) Maraş  mahallesinde  dünya ünlülerinin evleri varmış.7 yıldızlı İngiliz oteli varmış, her şey lüks,en ünlü markaların mağazaları, şahane evler hayat upuzun kumsal kenarında keyifli, insanların yaşamak için can attığı bir yer haline gelmiş Maraş bölgesi.  Lakin 1974 Barış Harekatı başlayınca bombalanacağı haberleri yayılmış bunun akabinde Kıbrıslı Rumlar burayı ve   her şeyi olduğu gibi bırakıp kaçmışlar. (Şu an kapalı olarak kalmasının asıl nedeni de tabii ki bu mülkiyet haklarından mütevvellit.)


 Daha sonra TSK nın eline geçen bölge askeri yasak alan ilan edilmiş. Bir ordu evi ve Birleşmiş Milletler e ait bir bina dışında tamamen giriş çıkışın yasak olduğu bölge 2020 yılından itibaren kısmen  ziyarete açılmış.



 Artık her yeri ot bürümüş sokaklar kapalı , üzeri yeni asfaltlanmış uzunca bir cadde boyu bölgeyi yaya ya da bisikletle dolaşabiliyorsunuz.


 Üç adette halk plajı var . Biri özel ,biri belediye diğeri de askeriye ait. Belediye ait bir de çay bahçesi var. Bölgeye ilgi ve alaka oldukça fazla, insan gezerken bir film platosundaymış hissine kapılıyor. Sahili şahane kumsalı kilometrelerce uzanıyor , nefis. Uzunca bir yürüyüş yaptık ve bölgeden ayrıldık.


Sonrasında yine Lüzinyanlar tarafından yapılıp, Venediklerin 1550 'li yıllarda yeniden Osmanlılara karşı onardığı ,geçilemez nitelikli ,Venedik surlarının içerisinde turizme yönelik düzenlenmiş Kale içi Mağusa sokakları ve çarşısında dolaştık. Bu surların ünlü İngiliz yazar Shakespeare'nin Othello isimli eserine ilham kaynağı olduğu rivayet edilmekteymiş. Mağusa'nın Osmanlılar tarafından fethinden sonra onarılıp bugünkü halini almış ve şehri çevrelemiş. 

 Vatan şairimiz Namık Kemal ,Nisan 1873 yılında İstanbul'da 'Vatan yahut Silistre' oyunun oynamasından sonra , akabinde Kıbrıs'a sürülmüş ve 1876 'da affedilene kadar 38 ay bu surların içerisinde ufak bir zindanda tutsak edilmiş. 


En etkileyici bir başka eser de günümüzde Lala Mustafa Paşa Cami olarak kullanılan St. Nicholas Katedralinin muhteşem yapısı. Akşam geç saate kaldığımızdan içerisini görme fırsatımız olmadı lakin muhteşem bir eser. Bahçesinde dikili Cübez ağacı da tamı tamına 700 yıllık geçmişi ile Kıbrıs'ın yaşayan en eski canlısı sayılıyormuş. Üzerindeki yemişleri dallarda değil gövde üzerinde çıkıyormuş , 7 dala ayrılmış ulu ağaç ,yılda yedi kez de meyve veriyormuş. Eski katedral yeni Lala Mustafa Paşa camisine çok yakışmış harika bir gölgelik olmuş yıllar yıllar boyu, kimbilir nelere tanıklık etmiş .

Kıbrıs'taki son durağımız ve ziyaret yerimiz Namık Kemal'in tutsak olarak tutulduğu ufacık zindan ve Lala Mustafa Paşa camii oldu. Dört günün sonunda turda edindiğimiz gezi arkadaşlarımızla resimler çekilip , kahveler çaylar içildi ve yine Ercan Havaalanına doğru dönüş yoluna çıkıldı...

Kıbrıs 3

 Tatilimizin son gününde herkesin merakla beklediği Kapalı Maraş bölgesine gidilecekti.  İlk olarak Girne'deki otelimizden ayrılıp Beşparmak dağlarını aştık . Bu dağlar üzerinde Harekât döneminde mücahitler tarafından da kullanılan  Saınt Hılarıon kalesini uzaktan seyrettik. Bundan başka Kantara ve Bufavento kaleleri var lakin en iyi korunmuş olanı Saint Hılarıon kalesiymiş. Bunlar zamanında Adaya yapılacak saldırıları önlemek için gözlem amacı ile inşaa edilmişler. Hep ilgimi çekmiştir ta o zamanlar bu kadar yüksek rakımlı tepelere bu kaleleri nasıl inşaa etmişler, inanılacak gibi değil.  Onlara uzaktan bakmakla yetinip ilk ziyaret yerimiz olan  Boğaz şehitliğine ulaştık. 

Şehitliğin girişinde sağda bir tablet var ve o tablette bir şehidimizin cebinden çıkan günlüğü yer alıyor. Mekânı cennet olsun. 

Daha sonra dümdüz ve kurak görünümlü Mesarya ovasının ortasında kurulu Kıbrıs'ın her iki tarafının da baş şehri olan Lefkoşa 'ya geldik. 

İlk ziyaret yerimiz  Barbarlık Müzesi oldu. 1963 yılında Kıbrıs Türk Alayında görevli Doktor Binbaşı Nihat İlhan'ın evi Rum çetelerince basılıp eşi Mürüvvet hanım ve çocukları Murat, Kutsi ve Hakan'ın katledildiği ev daha sonra müzeye olarak  ziyarete açılmış. Yaşanılanların unutulmaması açısından Kıbrıs'a gidildiğinde mutlaka uğranılması gereken yerlerden biri Barbarlık Müzesi.

Katliamın yapıldığı banyo küveti ve kanlı bornozlar insanın yüreğini cızlatıyor.


Lefkoşa'da bir diğer uğrak yerimiz  Kıbrıs'ı ikiye ayıran 1963 yılında çizilen 1974 yılında Barış Harekatı ile bugünkü halini alan 180 km uzunluğundaki Yeşil Hat sınır bölgesindeki Lokmacı Sınır Kapısı oldu. Lokmacı Sınır kapısı sadece yayalar için açılmış. Bunun dışında burada sınır öyle çizilmiş ki bir evin bahçesi Rum tarafında ön kapısı Türk tarafında kalmış.   Geçiş Rumlara ve Ada Türklerine pasaport ve kimlikle mümkün ama Türk Vatandaşları sınırdan geçemiyor.


Sonrasında 14. Yüzyılda Lüzinyanlar tarafından inşaa edilmiş daha sonra 16. yy da Venedikler tarafından Osmanlılardan korunmak için genişletilmiş Venedik Duvarı olarak bilinen Lefkoşe surlarını ve  eskiden şehrin Girne'ye açılan kapısını Girne Kapısını gördük. Lefkoşe Selimiye Cami restorasyonda olduğundan dışarıdan görmekle yetinip Büyük Han da yemek ve dinlenme molasına sıra geldi.Lefkoşe'nin dar ve sakin sokakları çok fazla turist ağırlamakta. Büyük Han 1572 yılında Osmanlılar tarafından yapılmış bugün içinde çeşitli lokanta, cafe ve ufak hediyelik eşya dükkanlarının bulunduğu güzel bir avlu olarak  tarihten gelen rolüne devam etmekte.


Lefkoşa'dan sonraki durağımız  Gazi Mağusa ve Kapalı Maraş.. ...

Kıbrıs 2

Kıbrıs gezimizin ikinci günü yine pırıl pırıl günlük güneşlik yaz  sabahına uyandık. Kahvaltılar edilip bizleri bekleyen otobüslerimize bindik. İlk durağımız ;Türkiye'den gelen suyun adaya giriş yaptığı Geçitköy geçidi ve Atatürk barajı oldu.


 Kıbrıs'ın suyunun karşılandığı bu bölge adeta bir cennet köşesi. Manzara harika. Zaten bu bölge yani Güzelyurt adı gibi güzel, yemyeşil, bereketli/tabi ki şu an fazla üretim yok malum siyasi sebeplerle/ bir yer. Trodos dağlarına yakın olan bu bölgede pek çok sebze ve meyve yetiştirilmeye uygun. Bir zamanlar bakır madenlerinin de burada olduğu biliniyor. İngiliz döneminde Lefkoşe ve Gazi Mağusa'ya demir yolu ile bağlı imiş şu an demir yolu atıl durumda. Manzara seyrede seyrede Güzelyurt'taki Manas Kilisesi ve Güzelyurt Arkeoloji Müzesine vardık. Burada önce tatlı bir Kıprıslı hanımın taze taze sıktığı nar sularından içip sonra da müze ve kiliseyi gezdik. Kıbrıs'ta gezdiğimiz tüm müze ücretleri 50 TL. Geçerli para birimi TL bu arada. Ama menülerde ya da diğer alışveriş yerlerinde Avrupa ve Amerikan para birimi de mutlaka yazıyor.  

Halen Kıbrıs'ta yaşayan Rumların ibadet ettiği üçüncü kilise Aziz Manas Kilisesi.

Manas kilisesi özellikle kulak ve göz ile ilgili rahatsızlığı olanların ziyaret edip dua ettiği bir kiliseymiş. Zaten dilek için asılan ilginç kulak ve göz figürleri bunu belli ediyor. Her inançta aynı şeyler var .

Kilisenin hemen yanındaki şimdi Arkeoloji Binası olarak kullanılan bina 1974 yılına kadar bölge piskoposunun sarayı imiş. Günümüze Ada'nın flora ve faunası ile arkeolojik bulgularının sergilendiği küçük ,etkileyici bir müze halinde ziyaretçilerini beklemekte.

 Sonrası Gemi konağı bölgesine doğru harekete geçip Cengiz Topel'e ait uçağın düştüğü yerde bulunan anıtı ziyaret ettik. 



Cengiz Topel'in 1964 yılında Rumlar tarafından kuşatılan Erenköy bölgesine yapılan bir hava saldırısında Gemi Konağı bölgesinde  uçağı düşürülüyor, kendisi paraşütle atlıyor ancak ne yazık ki Rumların eline esir olarak geçiyor. Pilotumuz ,Rumlar tarafından ağır işkenceler altında hayatını kaybediyor. Önce verilmek istenmeyen naaşı; Türkiye'nin uzun ısrarlı girişimleri sonucunda ,Lefkoşe Rum Hastanesinden alınarak Lefkoşe Genel hastanesine ve daha sonra da ülkemize getirilerek, yapılan törenlerin ardından Sakızağacı Hava Şehitliğine defnedilmiştir. Henüz 29 yaşında şehit olan  Cengiz Topel, ülkemizin ilk savaş kaybı Kıbrıs'taki de ilk hava harp şehididir. Ruhu şad olsun.

Daha sonra öğle yemeği molası verdiğimiz Aspava isimli restorana geçtik. Deniz kenarında aynı zamanda denize girilip su sporları da yapılan turistik bir mekandı. Bu bölge aldığı rüzgarların etkisi ile sörf yapmaya çok uygun bir bölge imiş ve bu amaçla gelen pek çok turist var......