pişi

(Çakma pişi)
Yine bir tatil sabahı, şöyle çıtır çıtır bir pişi çekerse canınız.Benim gibi kolayından bir hamur kızartmasıyla olayı kotarabilirsiniz.
1 yumurta
yarım su bardağı yoğurt,
1 çay kaşığı kadar tuz,
2,5 su bardağı un(10 çorba kaşığı kadar)
azıcık kabartma tozu
2 çorba kaşığı kadar sıvıyağ.
Hepsini karıştırıp ,güzel bir hamur yapalım.Biraz dinlensin. Kızartacağınız zaman
merdane ile açın, bir bardak yardımıyla yuvarlak parçalar çıkartıp, kızgın yağda
önlü arkalı kızartın.
evin içine misss gibi kokusu yayılsın.
çayın sıcacık tadı ile birleşsin.
yanına beyaz peynir ve portakal reçeli de olsun.

Film tavsiyesi...

 
 
Gizli Sayılar
 


Geçenlerde televizyonda bir film izledim. 
1960lı yılların başında Amerika'da geçiyor.Üç siyahi kadın,Katherina, Mary ve Dorothy'in  yaşam öykülerinden kurgulanmış bir film.
 Kadınlardan biri Mary mühendislik, Dorothy mekanik, esas üzerinde durulan Katherine ise matematik alanında yüksek deha sahibi. Üç kadında N.A.S.A. da çalışıyor.
Buraya kadar normal görünüyor.
Ancak bu üç akıllı kadının ne çalışma hayatı ne de özel hayatı hiç de kolay değil.
Bir yandan ırkçılık, bir yandan erkek egemen çalışma hayatı,
onları büyük bir mücadeleye sokuyor.
60 'lı yıllarda, NASA gibi bilimle, uzayla, karşılaşması muhtemel uzaylılarla ilgili
 çalışılan bir kurumda bile ırk ayrımı olduğunu seyretmek çok tuhaf geldi.
 Bu üç kadın NASA 'daki, uzaya insan gönderme çabalarına büyük katkı sağlarken
bir yandan siyah-beyaz ayrımına ,diğer yandan kadın -erkek ayrımına maruz kalıyorlar.

Kadınların her işte ehil olabileceğinin mücadelesini, hem erkek meslektaşlarına
hem de diğer beyaz kadınlara karşı veriyorlar.
Renkli personel dedikleri çalışanların tuvaletleri ayrı,
içtikleri kahveler ayrı, yemekhaneleri ayrı, otobüste yerleri ayrı.Tam bir ızdırap.
Onca çektiklerine rağmen, sabrın ve azmin sonucu,
 bu üç insan ,sonunda hak ettikleri yerlere geliyorlar.




 Çok güzel, ibretlik bir film. Bu kadar ayrımcı bir duygu dünyasına
 nasıl kapılmış bu insanoğlu.
Kim neye göre kendini üstün görmüş, nereden çıkmış ayrımcılık?
Düşündürüyor doğrusu.


her insan mutlu olamaz

''Çünkü gereğinden fazla özler dünü,
hak ettiğinden fazla düşünür yarını.
Ve hiç haketmediği kadar bilinçsizce yaşar bugünü.
Her insan mutlu olamaz....'' Tolstoy

Ne kadar doğru bir tespit. Bakın etrafınızda ne kadar çok mutsuzluktan beslenen
insan var. Oysa okunan, öğrenilen, yaşanan pek çok bilgi, öğreti,tecrübe bize
mutluluğun hep yanımızda olduğunu söyler.
Anı yaşamamızın ,öneminden bahseder. Biz duymazdan, bilmezden geliriz.
Bu günü es geçip,dün için ahlanıp vahlanırız,
yarın için kukumav kuşu misali düşünüp dururuz.
Ne çok sebep buluruz mutsuz olmak için.
Tabii ki her zaman mutlu bir polyanna gibi gezmemiz mümkün değil.
Hayatın hüzün ,keder, yalnızlık,üzüntü gibi pek çok yüzü var.

Farkında olmamız gereken şu ki dün yaşadıklarımız da tıpkı ,
ne kadar kaldığını bilemediğimiz ,yarınımız kadar hayal olmuştur bile.
Belki düşünülmüş, belki düşünmeden ne varsa,
acısıyla tatlısıyla ne yaşıyorsak, şu anda yaşıyoruz.
Mutlu olacağımız an bu an.
Kıymetini bilelim.
 Gülümseyelim.
Gülümsemek ve mutluluk bulaşıcı olsun..


Ayla

Çok ağlayacakmışız, dedi kadın.Her seyreden öyle söylüyor.
Adam; bir yandan elindeki telefonla meşveret ederken,bir yandan kadına laf yetiştirdi;
 Ben bakmam , çok acıklı sahnelere.
Çantasını karıştıran kadın ,diplerde bir yerlerde kağıt mendil paketini bulunca rahatladı.
Salonda salya sümük,  akmasın diye burnun çeke çeke oturmak, hiç işine gelmezdi doğrusu.
Sinema salonu girişindeki kafeterya gibi döşenmiş lobide, kadınla adam  karşılıklı oturuyorlardı.
Derken 6 nolu salonun kapıları açılıp ,
kendilerinden önceki seans seyircileri boşalmaya başladı. Kadın seyirciler çoktu,
çoğunun elinde birer kağıt mendil , gözleri yaşarmış ,filmin kritiğini yaparak ilerlediler.
Salon bir beş dakikalık temizlik arasından sonra ,yeni seans seyircilerini kabule başladı.
Hafta arası ve öğlen saati olmasından sanırım pek tenhaydı. 
Yarım saat süren bir reklam kuşağından sonra nihayet
film başladığında, ceptelefonları kapatılıp ,
herkes perdeye pürdikkat kesildi.
Astsubay Süleyman Dilbiroğlu'nun anılarından kurgulanan filmle birlikte, 
1950'li yıllara gitti salondaki seyirciler hep birden.
Sevdiklerini geride bırakarak ,bilmedikleri  bir ülkeye bilmedikleri bir savaşa giden Süleyman Astsubay, Ali Astsubay ,Komutan Mesut ve diğer askerlerle savaştılar,
anası babası ölen küçük Kore'li kızı buldular, adı Ayla olsun dediler.
Ayla'nın Süleyman 'a bağlanması, ona baba demesi ,
Süleyman'ın Ayla'ı bırakmamak için göze aldıkları çok düşündürücü ,çok duygusaldı.
 Belki en acıklı sahneler en son kavuşma sahneleri idi
 ama kadını en çok etkileyen, filmin gerçek bir yaşamdan alınmış olması
ve en sonda gösterilen  yıpranmış siyah albümdeki ,
sararmış gerçek savaş , gerçek asker ve gerçek Ayla fotoğraflarıydı..

'Savaşlarda, zamanın arasına, geçen acı dolu günlere , 
insanlar  gülümseme ya da mutluluk serpiştirmeye çalışsa da,
şunu biliyoruz ki, asla ve asla savaşla ilgili filmlerde, anılarda
''mutlu son '' olamaz,'
diye düşündü kadın, film çıkışında. Islak mendilini cebine koydu,sinemadan çıktılar,
                                   hava soğuktu, İstanbul 'a gri bulutlar gelmişti.





mandalina çok tatlı, yemeden alma

 
 

 Yağmur hızlandı.Cama vuran taneler irileşti. Arabanın içinde müziğin sesi sileceklerin arada sırada
sağdan sola savrulan  lastik gıcırtısıyla bölünüyordu. Hava yağmur karanlığına bürünmüş,
neon lambalı dükkan tabelalarının ışıkları daha göze çarpar olmuştu. Gıdım gıdım ilerleyen
yolda, önlerine mandalinacının kamyoneti düşmüştü. Gebe olsa canı çeker insanın diye düşündü,
gözlüklerini takıp çamurluğa yapıştırılmış yazıyı okudu;''Mandalina çok tatlı, yemeden alma''organik ve yerli .4 kilosu 10 liraymış dedi, kocasından baştan savma bir, hıı hı sesi geldi,
devamında ' yürüsene be kardeşim'  homurtusu .
Kadın kamyonete döndü yine.Mandalinaların gerisinde armut ve nar vardı.Arka cama yine aynı
yamuk yumuk el yazısıyla , narın da organik, yerli , Finike'li olduğu yazılmıştı.
Yine kocaman bir 4 ve 10 rakamları.Kenarları yıpranmasın diye de sıkıca bantlamışlar.Tam kış meyveleri ,diye aklından geçirdi.Narı sevmezdi ama mandalina ve özellikle armuda bayılırdı.''Olaydı soyar yerdik.
Bu trafikte insanın yanına yolluk koyması şart, içim kıyıldı'' ,diye söylendi.
 
Kafasını organik ve yerli meyvelerle yüklü kamyonetden ötelere çevirdi, baka baka ağzı sulanmıştı valla.
Ay o da nasıl bir dükkan ismi öyle .''Şımarık AVM'' Hem de ne alırsan 5 TL. Eski 1 milyoncuların yeni döneme uygun hali 5 liracılar herhalde.
Bir furyaydı o 1 milyoncular.Hala dile yerleşmiştir, ucuzcu dükkanlara
bi milyoncu denilmesi. Burada da sanırım 5 liradan kasıt o ,yoksa 5 liraya bir bardak çay ancak
içilecek yakında, diye düşünürken ,içinden dükkana girip ne var ne yok diye bakmak istiyordu.
Ne alırsan 5 lira, ne de iddalı bir cümle..

Yerler iyice ıslanıp insanlar yollarda tek tük hale geldi. Balıkçılar led lambalar altında parlayan
balıklarına müşteri gelmesini, daha çok bekleyeceklerdi. Boğaz kenarında bile balık  oldukça fiyatlı,
et zaten cep yakıyor bari balık ucuz olaydı bu kış diye düşündü..

Kocası gitmeyen trafiğe söyleniyordu hala. Akşam evde yemek yoktu, karşıya geçince
bizim ordaki balıkçıya uğrasak da palamut alsak, bir de salata yaparız,diye düşündü.
Helvada almışlardı geçen balık pişirdiğinde.Birer lokma yedikleri için,malum,şekeri vardı kocasının, kalanı dolaptaydı.Fıstıklı helva..Pek güzeldi.
Trafik açıldı nihayet, köprü yoluna doğru hızlandı araba.
 Kocası radyonun sesini açtı.
Sıla çalıyordu.

''Konuşmadığımız şeyler var'' albümünden
Oluruna bırak...
 


Kitap siparişi


İnternetten ilk kez kitap alışverişi yaptım. Herhangi bir şey satın almak için bu yolu pek kullanmam.
Alacağım şeyi bizzat görüp, dokunmak, sağını solunu incelemek,bakmak isterim.
Bir kez  kızım için , o zaman lisede kendisi ve ''ergenimergen'' modundaydı, ... marka ayakkabı alacağım diye tutturdu. Baktım bu bizim gençliğimizin espadrili. Yeni sürümü piyasaya çıkmış:)
Bir kaç büyük mağazada bir kaç model ve renk var.Öyle bir model için çok pahalı.
Bizde bir siteden aldık.
Fiyat olarak, dışarıdaki uçuk fiyatlara göre uygun gelmişti.Ayakkabılar gelince, baktım replika mal bu.
Neyse kızımın  ergen gönlü oldu, severek giydi, rahat etti ayakkabılarıyla.
Bir daha da denemedim internet alışverişi.

Oturduğumuz sitenin sosyal tesisinde bir kütüphane kuralım dediler, bende evdeki kitapların
hem bir tozunu alayım hem de oraya kitap seçeyim dedim.
Bir de baktım kitaplığıma yeni kitap girmemiş epeydir. En çok per perişan olmuş, sayfaları telef olmuş olan ''Rüya Tabirleri'' kitabı başköşede:) Sıkıntıdan rüyalara sarmışım galiba dedim,
verdim sipariş internetten. Daha doğrusu eşim verdi, benim yerime.
O, bu tip alışverişlere daha yatkın , daha içli dışlı diyelim, o nedenle.
Benim elim ayağıma dolanır.

Kitapları Kitapyurdu'ndan aldım. Hem tam vaktinde, hem çok iyi ambalajlanmış halde
geldi. Sanırım bu yolu hep kullanırım artık, en azından kitap alırken.
Nazan Bekiroğlu çok çok beğenerek okuduğum bir yazar.
Yerli Yersiz Cümleler'i de merak ediyorum.Sanırım
 Nar Ağacı , Mimoza Sürgünü ve Mücella kadar severek okuyacağım.

Şermin Yaşar 'ı Facebook 'da çocukları ile ilgili paylaşımlarından tanıdım,
3 tane şekermi şeker çocuk annesi Oyuncu Anne .
Daha çok çocuklara yönelik yazdıkları ama sanırım Hoşça Kal Lokantası
bizlere hitap eden bir öykü kitabı.


Yazarak Hafifleyin de ise Yeşim Cimcöz ,
yazının iyileştirici gücünden , şifa kaynağı olduğundan bahsediyor .

Bu kış hem çok yazıp hem çok okuruz , diye umuyorum...
Güzel bir cuma ve ardından dinlendirip, eğlendiren bir hafta sonu olsun..

Çayın altı

-sen çaydanlığın altını kapatmış mıydın?
-yoo, ben ellemedim.
-ya bak hiç hatırlamıyorum.
-kapatmışsındıır.
-gerçi bulaşıkları toplarken çaydanlıktan buhar falan çıkmıyordu,
altı kaynasa farkederdim , di mi?
-...
- hani tıkır tıkır fokur fokur bi ses duyardım.Üfff..
-ya kapatmışsıındır, geçen günde tutturdun ütüyü fişte bıraktım diye, taa nerelerden eve geri döndük. Ütü yerli yerinde duruyordu.İlaçlar yapıyor sana bunu.
-Ama geçen gün fasülyenin altını yaktım .
-İyi de o zaman evdeydin dalmışsın diziye.Yakmışsın fasulyeyi.Fasülyede yakılır mı ya,
cık cık cıkk, dedi sırıtarak kocası.
-ben sürmenaj oldum, bu tatile çok ihtiyacım var.
-Neyse en azından en son çayın altını kıstığımı kesin hatırlıyorum.
-Yaa tamam ya:( dön hadi dön, servise binmeden, git bak da gel.
-Ben dönemem,  durağa geldik nerdeyse.Kapamışımdır.
-Kızım olur mu , yangın mı çıkarıcan?
-E kapamışsındır, diyorsun..
-Yürü dön bak ,tatili ucuza getirdik diye birde koca evden olmayalım , hadii sevgilim,hadi canım.
-tamam tamam, ver anahtarı ya,
-üstü de kilitlemiştim.anahtarıda içerde unutmayasın haa:)
-dalga geçme bak..
                 ...........                  ............                ........... 

 Bu hayali bir diyolog ama benzerleri yaşanabiliyor bizde.
Tencerenin altını kapattım mı?Yok ütü yü fişde mi bıraktım.. 
Bir kaç kere  eve yarı yoldan geri dönmüşlüğüm vardır.
Çoğu da boş çıkar.Ütüyü de çekmişizdir prizden.
Ocağı da kapatmışızdır:)
Lakin korkulu rüya göreceğime iki adım geri döner kontrol ederim..
Kafamızı çok şeyle doldurduğumuzdan, ya da bir işi yaparken başka bir işi gözardı ettiğimizden belki.
Belki telaş , heyecan, acele ..
oluyor işte..

                                                   

 

Kasım


Günler günleri,
aylar ayları kovalamış,
2017 yılınında bitmesine ,
iki ay kalıvermiş.
Bu ayda en çok yılbaşını hatırlatan kokina çiçekleri,
bir de
gökyüzünde gruplar halinde, bulutlar gibi,
 bir o yana bir yana danseden sığırcık sürüleri hoşuma gider..
sizin??