şaşırtan davranışlar..


   Filozof Eflatun'a sormuşlar.
İnsanın en şaşırtan davranışları nelerdir?diye.
O da cevaplamış;
-Çocukluktan sıkılıp büyümek isterler,
  ne var ki çocukluklarını özlerler,
-Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler,
  ama sağlıklarını geri almak için de para öderler.
-Yarından endişe ederlerken bugünü unuturlar,
  sonuçta ne bugünü ne de yarını yaşarlar.
-Hiç ölmeyecek gibi yaparlar,
 ancak hiç yaşamamış gibi ölürler..


Limon ile martı

:
Sabah mahmurluğum henüz üzerimde, ayılmaya çalışıyorum. Dışarıda güzel bir bahar havası.Pencerenin dışında martılar her zamankinden daha kalabalık bir şekilde bahçenin üzerinde pikeler yapıyor, halka olmuş dönüp duruyor.Sanki biraz telaşlılar mı, bana mı öyle geldi. Martıların dönüp durduğu havadan özendim biraz içeri o ılık bahar havası girsin diye camı açmak üzere pencereye gittim. .
O sıra da gördüm işte beni dehşete düşüren manzarayı,kanım dondu, rengim attı sanki.
Bizim apartmanın bahçesinde, araba park yerlerinin köşesinde kurulmuş bir basketbol sahası var.Gündüz çocukların içerisinden hiç çıkmadığı bu oyun alanının geceleri kapısı kapatılır. Lakin  kapısı açık bırakılmş olmalı ki sitemizin yavruluğundan beri sahiplendiği,bakıp büyüttüğü Limon ,bir martı ile birlikte basket sahasında kapalı kalmış.Limon arkada, martı ki yavru sanırım önde koşturup duruyorlar.Martı arada uçmaya çabalıyor,ancak sahanın üstü de yanları da tellerle kapalı olduğundan zavallı martı uçup kaçamıyor. Bizim semirik ve şımarık Limon her zamanki avcı tavırlarıyla önce yere doğru yapışıp siniyor sonra ok gibi fırlayıp bağırmaktan başka bir şansı olmayan avını,köşeden köşeye sıkıştırıp kovalıyor.
Ay! içime fenalık geliyor benim.
Bu arada diğer martılar basket sahasının üzerinde halka olmuşlar , dönerek acı acı ,gaak gaaak diye, adeta haykırıyorlar, martı sayısı onları geçiyor, gittikçe sayıları artıyor.
Gözlerim Limon ve yavru martıdan ayrılıp, 'acaba bunlar içeride nasıl kaldı'
derken , sahanın dışında, tel kapının önünde  bekleyen apartman görevlisini görmeyim mi?
Adam keyifle kapının önünde dikilmiş martı dışarı kaçmasın ,diye beklermiş meğer..
ay! içime yine fenalık geliyor benim.
Koştura koştura balkona geçtim.Oturduğum daire oldukça yüksek katta sesimi duyurmam zor.Avaz avaz ''kapıyı aç ''diye bağırasım var.''Bırak martıyı uçsun gitsin''.Limonla martı birbirine girecek.
Tam o esnada bir kadın sesi geldi ,basket sahasının hemen bitişiğindeki dersaneden;
 Çocukların çoğu camlarda üzüntü içinde aşağıdaki manzarayı seyrediyor.Sanırım öğretmenleri olan kadın ,sağolsun,pencereden sarkmış bizim görevliye seslenerek uyardı;
''Kardeşim açsana kapıyı uçsun martı, çekil ordan,çekil aç kapıyı,hadi.aaa.''.
İçime bir su serpildi.
Kendisine ne denir bilemediğim ,görevli kapıyı açar açmaz sahanın içinde dört dönüp uçacak yer arayan zavallı martı, fırlayıp kaçtı.Limon avını elinden kaçırdığı için apartman görevlisine sinirlenmiştir epey, ama hayvan sevgisi hayvanlar arasında taraf tutmayla olmaz ki. Martıyı kapana kıstırayım
bizim Limon eğlensin biraz ,değil ki olay.
Her sabah damlarda karşı karşıya bakıştığımız, yavrularını uçurmayı öğretmelerini izlediğimiz, yiyeceklerini birbirleri ile bazen paylaşıp bazen bir lokma için birbirleriyle didişmelerini seyrettiğimiz martılar da İstanbul ahalisi sayılır. Onlar da bizim komşularımız gibi.Cam kenarına yemek vermezsek camı tıklatırlar, gün batımında güneşi seyrederler,lodoslu havalarda kendilerini rüzgara bırakarak uçarlar,onları seyretmenin keyifine diyecek olmaz.
Hep kedi severiz ,köpeklere bayılırız. Olmaz ki.
Düşünsenize martısız bir İstanbul..
Neye benzer.

                                                                                  .



Fener, Balat gezisi

Evet son iki paylaşımımda anlaşıldığı üzere eski İstanbul tarafına bir gezi yaptım.Kartal'da yaşayanlar İstanbul'da yaşamalarına rağmen 'İstanbul'a gidicez, İstanbul'dan geldik '' diye konuşurlar.Mesafe uzun olmasa da ,eski zamanlarda ulaşım zorluğundan dolayı gidilmesi epey zaman alırmış.
Değişen bir şey yok , şimdi de trafik sorunu yüzünden gidilip gelinmesi epey zaman alıyor. Neyse İstanbul'a gittik gezmeye anlayacağınız. İlk durak Edirnekapı idi.
İstanbul un yedi tepesinden biri .Tam üzerinde Mihrimah Sultan Camii var.
 Rivayete göre Mimar Sinan gizliden gizliye sevdiği Mihrimah Sultan için önce Üsküdar'da sonra Edirnekapı'da olmak üzere iki cami yapmış. Edirnekapıdaki caminin yerini Mihrimah Sultan ,Mimar Sinan'a bırakmış,'sen seç', demiş.
O da gelip İstanbul'un tepelerinden birine,güzel sade bir cami inşaa etmiş ki buralardan Üsküdar görülürmüş zamanında.Şimdilerde sadece karşıda çirkin yapılaşma görünüyor.
Ne yazık.


Edirnekapıdan sonra Fener ve Balat taraflarını da dolaştık.Fener İstanbul'da en çok kilisenin bulunduğu bölge imiş. Burada da pek çok hayal kırıklığı yaşadık maalesef. Bir kere eski çağlara ait yapılara karşı bir ilgisizlik, bir bakımsızlık hali hakim.Çoğu restore ediliyor diye yıllardır brandalarla çevrili kapalı.
(Tekfur Sarayı kalıntıları olduğu düşünülen yapı)
İstanbul'un kapılarından Eğri kapı efendim;
Fener Rum Patrikhanesinin binasını gördük, gayet sade bir bina idi.Yalnız içerisi için aynı kanaati paylaşamayacağım,çok büyük değil ama ihtişamlı bir şatafat mevcut .

Yıllarca Patrikhane olsa olsa burasıdır sanılan muhteşem görünümlü kırmızı
Fener Lisesi binasına çıkmak da ayrıca zahmetli oldu. O kadar dik bir yokuşun sonunda ki.İnanılmaz. Neyse yolu tırmandığınızda karşınıza çıkan yapı çok güzel.Sadece 50 kadar öğrencisi varmış. Yine dışarıdan gözlemlediğimiz bir bina oldu ,kapıları kapalıydı. İstanbul'un yakasında duran şık bir broş gibi güzel görünüyor.
İçerisine giremediğimiz için üzüldüm. Binanın resmini bile almak çok zahmetli ,o kadar tepede ve o denli dik bir yokuşun içindeki giriş kapısı, topluca resim çektirmek isterken , bina resimde görünecek mi bilemedik, neyse görkemli bina arkamızda kalmış halde topluca poz verebilmişiz.

Fener de bir çok kilise mevcut.Bir kaçını gezdik, camileri ziyaret etik.
İbadethanelerin kendine has bir özelliği sanırım, hepsi ayrı bir huzur hissettiriyor tarihden bu yana gelenler hikayeleri ile bambaşka etkiliyor.
Bunca yol yürüdükten sonra yorgun ayakları ,Pier Lotti tepesindeki çay bahçelerinde içtiğimiz birer bardak sıcacık, demli çayla birlikte dinlendirdik. Gözlerimiz manzara keyfi yaptı , yine de iyi ki gelmişiz, diye soluklandık. Teleferikle inerken ve çıkarken ,bu yaşının başını almış koca şehirin kabahati değil içinde yaşayan insanlar hoyrat kullanmış, kıymet bilip gerekli ihtimamı göstermemiş, diye düşündük.Nihayet gezi bitip otobüse döndüğümüzde tüm çirkinlikleri unutup güzelliklerin tadı damağımızda bir sonra nereyi gezsek diye düşünmeye başlamıştı otobüs ahalisi..
Ah güzel istanbul..

(bu 3 paylaşım gezi ile karışık duygu ve düşüncelerimin yazısıdır.)

İstanbul'un Tarihi surları











Şimdi yukarda sizlere birkaç fotoğraf yayınladım. Bir ilimizin
sokaklarının fotoğrafları. Her daim insanlara bir masal alemi izlenimi veren pozlarını sunan şehrimizin arka mahallelerinin yüzü.Yüzyıllarca öncesinden gelen tarihle ve insanla içiçe bir şehrimiz. Uğruna savaşlar verilmiş, elden ele dolaşmış,inançlar ,dinler bazen anlaşarak bazen mücadele ederek bu topraklarda varolmak için herşeyini ortaya koymuş. Medeniyetler gelmiş geçmiş.Halen pek çok kültürü bir arada içinde barındırıyor.Kaçanı göçeni ona sığınıyor.Taşı toprağı altın demişler.Belki gelecek olanlar için hala geçerli bir hayal. Kavuşanlar için kimine kabus kimine tatlı rüya  gibi yaşamlar sunuyor.Kocaman devasa kalabalık .Belki gelenler kendi yaşamlarını da getirmek istemişler,kopamamışlar geçmişlerinden, ondan bu hengame.Ne getirebilmişler kültürlerini ,ne buraya uyum sağlamışlar, arada derede yaşamlar kurulmuş.Yerli halkı belki toplasan bir avuç.Misafir misafir üzerine gelmiş,hiç biri birbirini istememiş gibi.Hatta artık kim ev sahibi o bile belli değil ,sanki kaçmış gitmiş evin sahibi.Bir başı boşluk bir kuralsızlık var gibi. Tarihi eserlerin bile çoğu bakımsız ,sahipsiz gibi duruyor  Neresi burası..
Yok canım İstanbul değildir ,
di mi.

Evet burada biraz serzenişte bulundum acı gerçekler böyle ama, İstanbul'da çok değerli, çok görülesi ,çok geçmişten gelen bir çok güzel yer de var. Gezerken farkındalığı boşverip sadece güzelliklere odaklanırsak ,teselli bulabileceğimiz pek çok manzara karşımıza çıkacaktır..
                                                                -1-

(gezi sırasında polyannacılık günümde değilmişim.)

Mart daha gelir gelmez kapıdan baktırdı..

Kar yağmak için Mart ayını beklemiş. Sabah kaltığımızda karşıdaki
gri binanın çatısını bembeyaz olmuş görünce şaşırdık.Sokaklar tutmamıştı
karı üzerinde ama gelen geçen araçların üzerleri beyazdı.Hafif , yumuşak
temiz bir beyaz tülbent serilmiş gibi evlerin damlarına.
Sedefadasındaki yeşil çam ormanlarının arasında serpiştirilmiş
evlerin de beyazlara büründüğü uzak olsa da seçilebiliyor.

Geçen AVM'de bir sergi vardı. Tam bu havalar göre.Örgü ile Masallar
mı öyle bir şeydi adı. Koskoca bir vosvosa örgüden kılıf örmüşler,
bir bisikleti örgü ile giydirmişler.Taburelere, koltuklara daha bir çok objeye örgü ile kılıflar yapmışlar.Bu karlı kışlı günlere pek yakışan ,sıcacık görüntülerdi.
Paylaşmadan edemedim.
 Vosvosun adı da Şükufe. Adı gibi pek bi tatlı:)


Mart ayı güzellikler getirsin hepimize..
Görüşmek üzere..