moda vapuru..

Eski çamlar bardak oldu
😉eski vapurlar da dükkan!!
Kartal sahilde yanaşmış kimbilir zamanında kimleri taşımış ,son seferini yapıp emekliye ayrılmış
bu şehir hatları vapurunu mağaza haline getirmişler;
 Ayakkabı, kazak, eşofman, çanta ne arasanız var.


 Belki başka iskelelerde demir atmıştır, ben ilk gördüm. Bir zamanlar Kartal iskelesinden arabalı vapurlar kalkardı Yalova'ya.Şimdi iskeleden sadece( seyrek seferli )deniz otobüsleri çalışıyor.
Herhalde atıl kalmasın diye bu işe ayırmışlar iskeleyi.
Buz gibi soğuk havaya rağmen gelen giden yolcuları,
aman pardon efendim müşterileri var  vapurun..İlginç olmuş.

bi acı kahve


Ne güzel kahve sunumları görür olduk. Bakır cezvesi, yanında lokumluğu,kulpsuz fincanı
ile kendine özgü bir ikram olmuş.
Kahve bahane sohbet şahane derler.
Ama kendi ülkemizde dün akşamdan kalan sohbet konusu,
 
bir güvenlik görevlisinin, bir emniyet mensubunun, bir yabancı ülke elçisine düzenlediği suikast.
sade kahve kadar acı bir tat var ağzımızda.

Konya'dan enstantane

 Sonbahar renklerini çoktan terketmiş olan huzur dolu ,maneviyatı dolu dolu hissettiren
şehrimiz Konya zamanı .Özellikle Şeb-i Arus törenlerini izlemek için Aralık ayında bir çok tur şirketi bu güzel, sakin şehre geziler düzenliyor.
Biz gittiğimizde kasım ayıydı, mevsimin ilk sulu karlı yağışı ile karşılamıştı bizi Konya.
Hey gidi günler deyip, üzerinden çok geçmemişse de, bu kara günlerde biraz seyahat anısı paylaşmak istedim.

Görülecek tabii ki ilk yer Mevlana Türbesi, gündüzü gecesi ayrı güzel.

 Babası Baheeddin Veled'in,Mevlana vefat edince saygıdan ayağa kalkmaya çalıştığı,kabir taşının o nedenle kalktığı rivayet edilir.

Bu gül bahçesini baharda görmek lazım.






Şemsi ziyaret etmeden dönmek olmazdı:Çarşının biraz fazla betona boğulmuş meydanından sonra ,çok güzel ,ağaçlı bir parkın içerisinde Şemsi Tebrizi türbesi.

 
 
Çarşıiçi dükkanları bana Mahmutpaşa'yı anımsattı. İstanbul'da Mahmutpaşayı bilenlerdenseniz o kargaşa ve hengameyi yaratanların gelip şu Konya'nın çarşısını bir görmelerini isterim,;

 Tabii ki karnınız acıkınca Konya'nın nefis yöresel lezzetlerinin tadına bakmadan olmaz. Fırın kebabını biz Ali Baba Fırın kebapda yedik, yemelere doyamadık;
 
Yanında sadece kuru soğan veriyorlar bir de ayran.Çatal bıçak isteyene var:)
Sonra bence Konyalılar Etli Ekmek yerine ki bildiğimiz uzun ince etli pide kendisi,Tirit üzerine çalışsalar daha iyi ederler.
 Mithat Tirit salonunda yediğimiz tirit ve arkasından gelen zerdesi çok leziz, hafif ve uygun fiyatlı idi. Zerde bizim bildiğimiz gibi öyle katı nişastalı değil sulu sulu bol tarçınlı hafif bir tatlıydı.Tirit adına türküde çığrılmış şahane bir yemekmiş , çok duydum ama ilk kez tattım.

Ayrılma vakti gelince umduğumdan çok daha düzenli, temiz ve yeşil bulduğumuz Konya'ya
bahar aylarında da ziyarete gelmeyi  hayal edip hoşça kal dedik.


 

 

Albayrak rengine büründü yurdumuz,
ne üzgünüz demek yetiyor, ne herhangi bir teselli
yeter diye haykırasımız var.
Daha geçen hafta İstanbul'un acıları geçmeden bugün Kayseri.
Şehitlerimize Allahtan rahmet diliyorum.
Bizi yönetenler artık bir çare bulsunlar, bu kabus bitsin dilerim.


Kartal Deprem Toplanma Alanları nerelerde


Acemi doktorun eline düşmüş hasta bir türlü iyileşemiyordu.Doktor sordu;
     -dün verdiğim hapı yuttunuz mu?
     -hayır?
     -neden yutmadığınızı söyler misiniz?
     -Doktor bey, ben zaten sizin elinize düştüğüm günden beri hapı yutmuşum,
 bir fazla veya eksiğin ne fayda ve zararı var ki?

Biliyorsunuz Marmara bölgesinde 1999 yılında korkunç bir deprem felaketi yaşadık.
Henüz çocuklarım 2 yaşındaydı, şükürler olsun o günleri sağ salim atlattık ama atlatamayan,
tarifi mümkün olmayan acılar, kayıplar yaşayan insanlarımız oldu. Günlerce sokaklarda, arabalarımızda, boş arsalarda kurulan çadırlarda yaşadık.
Haa işte o zaman etrafta bir sürü boş alan vardı.
Sonra işte kamu binaları, okullar, hastaneler yapı olarak denetimden geçsin sağlamlaştırılsın, diye günlerce tartıştı konu uzmanları.
Herkes deprem olup sahiller koşunca ve sahillerinde bir tsunami ile yok olabileceği bilinci yerleşince bu sefer boş alanlara ''Toplanma Alanları'' levhaları ve acil durum konteynırları konuldu.
Hani şu TIR kasalarındakilere benzer ,kapısında kocaman asma kilitli .Hatırlayan var mı?
Sonra onlarda sessiz sedasız yok oldu.

Artık bir afet anında toplanmamız gerekiyor mu, onu bile hatırlamazken,
dün benzinci çıkışında yukarıda resmini çektiğim tabelayı gördüm;

''TOPLANMA ALANI''                   
hala varmış!!
Benzinci  marketinin yanında, lastik ölçüm cihazının oralar.
neyse yan tarafta hastane,
tam karşısında da mezarlık var.

Bu da böyle bir felaket anında  hapı yuttuğumuzu gösteriyor sanırım..

(arasıra) Yüksek Hızlı Tren



Yıllar önceki trenlerle yolculuk etmenin zevkini bilir misiniz? Taka tuka taka tuka sesler, ara istasyonlarda peronlarda pişmaniye, haşhaşlı ekmek , simit satan satıcılar, üsten yarıya kadar açılan pencerelerden yüzünü rüzgara vere vere gitmeler. Koyu lacivert giysili, şapkalı kondüktörlerin tüm yolcuların inip binmesini kontrol edip keskin bir düdük sesiyle makiniste ''tamamdır'' haberi yollaması, elimizdeki kartondan ufacık biletlerin biletçiler tarafından vagon vagon dolaşıp delinerek kontrol edilmesi..Genelde ısısı ya çok sıcak yada bazen soğuk pulman koltuklu vagonlarda uzun uzun saatler süren yolculuklar.
Bu trenlerde pek çok kez yolculuk eden birisi olarak hızlı trenle yolculuk beni bir hayli heyecanlandırdı doğrusu. Biletlerimizi internetten rezervasyon yaptırdık önce. Koltuklara dikkat etmeniz gerekiyor çünkü vagonun yarı koltuğu düz istikamette yarı koltuğu ters istikamete doğru yerleştirilmiş.Ters gitme sıkıntınız varsa bunu göz önüne alın. Bilet fiyatları 85 TL gidiş dönüş alırsanız %20 indirimli. Rezervasyon yaptığımız biletleri  daha sonra gidip pendik istasyondan aldık. İstasyon bizim oturduğumuz semte yakın olunca işler kolay. Sabah 7.30 daki tren için yarım saat önce evden çıkmamız yeterli oldu. Giriş kısmında kimliklerle biletler ,cici bici, gayet bakımlı,
saçlar makyajlar yapılı kızlar tarafından kontrol edildi, bagajlar Xray dan geçti.
Yolcusunu yolcu etmeye gelenler orada vedalaştılar,
perona girip öyle el sallama falan yok maalesef:(
Oysa  güzel bir duygudur birilerinin yolcusunu vagonlara el sallayarak uğurlaması ya da karşılaması..

Tren tertemiz, koltuk araları mesafesi çok rahat.Dizleriniz ön koltukla yapışık gitmek zorunda
kalmıyorsunuz.Gayet rahat oturuyorsunuz yolculuk boyunca. Bagajlar için hem vagon girişinde yerler var , hemde koltuk üzerlerinde geniş kapaklı yerler ayrılmış.  Hızlı trenimiz tam vaktinde kalktı.Tüm istasyonlara tam vaktinde geldi, tam vaktinde de bizi Konya'ya ulaştırdı.
Trendeki monitörlerden sonraki durak yazısı, istasyonlara yaklaşıldığında da uyarı anonsu var.
Yalnız bu uyarı anonslarına rağmen dönüş yolumuzda tren Arifiye'den kalktığında arka taraftan biri koştura koştura;
''Ya hu inecektim ben yetişemedim, yetkili yok muuu?'' diye bağıra bağıra gelmez mi..
Ön tarafa doğru yandım anam diye koşturan yolcuya nasıl bir çare bulundu bilmem ama
tren tam gaz İzmit'e devam etti.
Bu olayın devamı bizim için Alacakaranlık kuşağı gibiydi
şöyle ki herkes aman inmiştir herhalde adamcağız derken, İzmit'den kalktı trenimiz.
Şaka gibi bu sefer genç bir öğrenci palas pandaras vagonda;
'' inecektim ben yaa'' diye yine ön tarafa doğru koşturmaz mı??
Herkes şok oldu, bu nasıl bir şey ,şakamı diye. Baktım yan koltuktaki teyze mantosunu giyip,
yanındaki kızdan ''sen benim bavulumu indiriver yavrum, kalmayayım bende diye
Gebze'ye kadar ,çantası kucağında hazır nizamda bekledi trenin durmasını.
Trende görevlilerce  yiyecek içecek satışı yapılıyor, çay kahve ne isterseniz.
Çubuk çay ilk kez gördüm, bence normal sallama çay daha iyi, termosla demli çay olsa
hepsinden iyi;
Tren ,bazen hızlı derken 100-150 civarı gidiyor ta ki Eskişehir'i geçinceye kadar.
Ancak Eskişehir Konya arası 250-255 hızı görebiliyorsunuz. Hissediyor musunuz? Hayır.
Otobuşten daha az sarsıntılı diyebilirim. Tam olarak tüm yolu bu hızla gidebilse sanırım
iki saatte İstanbul'dan Konya'ya gidersiniz. Şu anda 7.30 da kalkan trenle 12'de Konya
istasyonuna inmek de gayet güzel ve rahat bir yolculuk. Biz bir gece kaldık ama yaz aylarında
sabah 7.30 a binip ,gezip görüp akşam 17.45 le , 22.00 de İstanbul'da olma şansınız var.
Ha tabi İstanbul derken Pendik, sonrası hani karşıda falan oturuyorsanız,
ne diyim Allah kolaylık versin:))
Hep uçak hep otobüs olacak değil ya yurdun her yerine trenle de gemiyle de ulaşım sağlansa keşke.

(GERÇİ ŞU BANLİYÖ TRENLERİMİZİ KALDIRDILAR DAHA DA YAPAMADILAR YA
BUNU DA NOT ETMEDEN GEÇMEYEYİM.)
24 AY İÇİNDE BİTECEKTİ HANİ??



kış menekşesi


 

 doların alıp başını gittiği, kriz geldi söylentilerinin ayyuka çıktığı, kar yağışı'' Balkanlar üzerinden
 şu gün geliyor çığırtkanlığı yapıldığı ,soğuk sislerle kaplı bir İstanbul kasım ayı sabahına daha uyandık. Savaş zaten kapımızda sürüyor,her gün içimizi acıtan haberler, itiş kakış.Daldaki kuş gibi
'çıt' sesine havalanıyor yüreklerimiz.
Bunlar benim balkona yeni ekilen çiçeklerim. Bir sürü üzücü şey arasında güzel bir şey paylaşmak adına resimledim. Neyin doğru neyin yalan olduğu karışmışken, bari evlerimiz başköşelerimiz riyadan uzak , huzurlu , mutlu ,neşeli olsun.
Sisli puslu da olsa güneşli havaların tadını bol bol çıkaralım.

volkanik poğaça


yani içinden malzemeler öyle bir fışkırdı ki
sanki peynir saçan bir volkanik dağ:)

*1 çay bardağı zeytinyağ
*1 çay bardağı yoğurt,
*2 yumurta (1 tanesi hamura 1 tanesinin akı peynire, sarısı üzerine)
*yarım paket kabartma tozu,
*1 çay kaşığı tuz,
*1tatlı kaşığı toz şeker,
*1 tatlı kaşığı sirke,
*3 su bardağı kadar un.
çaysızda olmaz ki..

#günaydın

 
Çok sık olmasa da  instagramda anlık fotoğraf paylaşımını seviyorum. Elimizde öyle imkanlar var ki  mutluysak, bulunduğumuz ortamı sevdiysek, doğadaki çiçeğe, böceğe, kuşa ,
buluta hayran kaldıysak hemen o anı dondurup belleğimizde unutulmazlar arasına yerleştirebiliyoruz.
İşte yukarıdaki paylaşım benim mhtp_tolcag instagram hesabından sıcak sıcak size gelsin,
sabah çayı gibisi var mı...

sonbahar yapraklarında da olabilir...



''Mutlu olmak için,
bulunduğunuz andan daha iyi bir zaman olduğuna karar vermek için ,beklemekten vazgeçin.
Mutluluk varış değil, bir yolculuktur.!
Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları daha alçakta.
Oysa mutluluk insanın boyu hizasındadır.- ''   demiş..
Konfüçyus

gitmek için neden bu kadar beklemişim?

Pers dilinde, güzel atlar diyarı ,manasına gelen Kapadokya 50 milyon yıl öncesi denizmiş. 
Zamanla bu bölgedeki Hasan Dağı, Erciyes Dağı ve Güllü Dağı'nın volkanik patlamaları , püskürmeleri ile yumuşak bir doku ile kaplanıp bugünkü enteresan görüntülere sahip olmuş.
Gezmeye başladığımız ilk yer olan Ihlara vadisinde 390 basamak inip 390 basamak çıkmak
bizi ilk anda yerle yeksan etse de sonrasında gördüğümüz manzaralar bizi bizden aldı,
tüm yorgunluğumuzu aldı götürdü.





insan bakmaya fotoğraf çekmeye doyamıyor;
 
 
 çok uzaklarda bir masal dağı gibi yükselen tepesi karlı Erciyes ,bu tarafta Hasan dağı
 sizi uzaktan izliyor gibi.
Birde Narlı Göl var ki , karşınıza bir tepeye tırmanırken aniden çıkıveriyor .


 

 Hayal vadisindeki meşhur deve  kayaları. Burada kayalar çeşit çeşit şekiller almış , hayal gücünüze
bağlı olarak Napolyon şapkası, öpüşen kayalar, daltonlar artık neye benzetirseniz var.Bu deve de onların en ünlüsü, en çok poz vereni.Etrafını tahta çitle çevirmişler.Artık üzerine binmeye çalışan mı oldu neyse..

 

benim en çok beğendim yer Paşabağ oldu, o nasıl  inanılmaz bir ortam, sanki başka bir alem.



 Sonra uğradığımız Cavuşin de dağ tepe dolaştık. Bir şey dikkatimizi çekti kaya oyuklarının çoğu
''Satılık '' tabelaları ile dolu.Gerçekten bu mağara evleri satıyorlarmış artık alan ne yapıyor bilmiyorum, kafe mi, otel mi yoksa ev olarak mı kullanıyor??
 Şu aşağıda gördüğümüz ilanda buralarda ne kadar da ''özenli, titiz'' olduğumuzu görüyorsunuz,
yazmak isterdim. Lakin mukavva bir tabela, lalettayin bir ilan bu kadar işte turizme verdiğimiz
önem.
 Bu kaya evde 1974 yılına kadar yaşamış olan aile şimdi bu evi turizmin hizmetine sunmuş,
eski haliyle döşemiş, ziyaretçilere gezdiriyorlar. Girişte de yiyecek içecek bir şeyler satıyorlar.
 Bu kartonpiyerler taa kaya evin ilk yapıldığı zamanlardanmış.


 

Seyretmeye doyamayacağımız manzaralar ufka doğru uzanıyor.



Bizim gittiğimiz eylül ayında dağ taş kabak ekiliydi , hepsi sarı sarı tarlalarda yatıyordu.Meğer
buraların kabak çekirdeği ünlüymüş. Kadınlar sokak aralarında hep kabak çekirdeği çıkarıyorlardı,
sonra onları yayıp kurutuyorlar, sütle kavurup çıt çıt çıtlıyorlarmış..


Bizde memleket ekonomisine yerli turist katkısı olsun diye kuruyemiş alışverişini
ihmal etmedik. Birde ilk kez adını duyduğum köftur diye üzüm pekmezi ile nişastadan yapılan
ay tadı hala damağımda nefis bir tatlı ile tanıştık.
 Kapadokya denilince akla gelen şaraplarda tadım yapıldı, ikram edilen sıcak elma çaylarını içerken
halı nasıl dokunur, çömlek neden yapılıyor dinlendi.

Bu Dünya Mirası ,harikulade ,eşsiz manzaralı bölge neden bu kadar boş , neden turist yok,
neden biz biraz daha temiz, tertipli, etrafımıza özenli olamıyoruz  diye kafama doluşan sorular
beni rahat bırakmasa da kesinlikle muhteşem bir tatil oldu.