Konu Neydi?
Silahlara Veda
Nobel Edebiyat Ödülü alan yazarlardan,Amerikalı yazar Ernest Hemingway'in ''Silahlara Veda'' isimli romanı 1929 yılında yayınlanmış, ünlü bir eser.
Ernest Miller Hemingway (1899-1961) Amerikalı yazar, gazeteci. 1954 yılında kendisine verilen Nobel Edebiyat ödülünün dışında, 1953 yılında da ''Yaşlı Adam ve Deniz'' isimli eseri ile Pulıtzer Ödülü kazanmış. Pek çok eseri başyapıt niteliğinde kabul edilen Amerikalı usta yazar, yazılarında kullandığı sade anlatımıyla, edebiyatta yeni bir yol açmış.
Ernest Hemingway'in akla gelen ilk eserlerinden olan ''Silahlara Veda'' kitabının kısaca konusu şöyle;
Amerikalı Henry, İtalyan ordusunda ambulans ve araç komutanı olarak görevli bir teğmen. Arkadaşı Rinaldi aracılığıyla tanıştığı İngiliz hemşire Catherine ile aralarında duygusal bir bağ oluşuyor. Kanlı savaş ortasında iki genç aşık oluyorlar. Henry savaşta yaralanıyor , Milano'daki hastaneye kaldırılıyor. Burada kaldığı uzun tedavi sürecinde, şans eseri orada görevlendirilen sevgilisi ile aşkları ilerliyor. Henry aylar sonra cepheye ,geride hamile bir sevgili bırakarak dönüyor. Cepheye döndüğünde tekrar savaşın berbat yüzü ve çekilen bir ordu ile karşılaşan Henry çareyi savaştan kaçıp, sevgilisinin yanına sığınmakta buluyor. Asker kaçağı durumundaki Henry ile Catherina ,bebeğin sağlıklı ,rahat bir ortamda doğması ve özgür yaşamak için İsviçre'ye kaçıyorlar. Orada geçirdikleri güzel aylardan sonra ise birbirini çok seven iki aşığı, maalesef acı bir son bekliyor. Kitabın Türkçesi; Ender Gürol Kitabın sayfa sayısı;282
***
Ernest Hemingway, bu kitabı kendi hayatının bir döneminden, ilk oğlunun zor doğumundan esinlenerek yazmış. Kendisi de İtalyan ordusunda ambulans şoförü olarak bulunmuş, savaşta da romandaki gibi bir hemşireye aşık olmuş, lakin terkedilmiş, kavuşamamış..
***
''Silahlara Veda'' isimli bu eser,1957 yılında başrollerini bir zamanların en ünlü artistleri olan Rock Hudson ve Jennifer Jones oyunculuğu ile yönetmen Charles Vidon tarafından filme uyarlanmıştır.Pek çok filme esin kaynağı olmuş.
***
1922 yılında Türkiye'ye, İstanbul'a gelip bir yıl savaş muhabirliği yapmış olan yazar ,pek çok başka ülkede de bulunmuş, çalışmış. Yaşadığı ülkeler, eserlerine çoğu zaman ilham kaynağı olmuş. 4 kez evlenmiş, Küba'da uzun yıllar yaşamış, bir uçak kazasından yaralı kurtulmuş, hayatı oldukça çalkantılı dönemlerle geçmiş. Ünlü yazar Ernest Hemingway ,en son,1961 yılında trajik bir şekilde ,ruhsal durumu ile ilgili tedavi gördüğü bir dönemin ardından, hayata kendi isteği ile veda etmiş..
Camdaki Kız
Kış ayları geldiğinde ,benim de akşamları yerli dizi seyretme zamanlarım gelir. Oyuncuları, bana göre, kaliteli,sevdiğim ve iyi oyuncularsa dizi izlemek keyiflidir. Konu önemlidir, tekrar edilmiş konuları sevmem, farklı bir konuya değinmişse severek izlerim. Ama son zamanlardaki dizileri ve konuları görünce seyrederken koltuğa yapışıp kalıyorum, gözlerim fal taşı gibi açılıyor, şaşkın , aman allahım!, bu nedir ya hu! nidaları ile sevgili bey ile bakışıp kalıyoruz. Mecburen benimle birlikte seyretmek zorunda kalan sevgili bey ; -''ya niye seyrettiriyorsun bana böyle şeyleri'' moduna girip yerini değiştiriyor, tebdili mekanda ferahlık vardır ,sözüne güvenip, gidip bilgisayarının başına geçiyor ama kulağı dizide kalıyor:) Bir kaç dizi böyle, özellikle kendisi bir psikiyatr olan ancak son zamanlarda hastalarının hayatlarından esinlendiği romanları ve onların dizilere çevrilmesi ile tanınan G.Budayıcıoğlu'nun kitaplarından uyarlanan diziler başı çekiyor. Mesela Masumlar Apartmanı'nı de tek tek yıkadığı taze fasulyelerden sonra seyretmeyi bırakmış, burnuma durduk yere çamaşır suyu kokusu gelmeye başlamıştı. Kırmızı Oda'ya da 3-4 bölüm dayanabildim. Bu sefer onlar yetmemiş gibi; psikiyatrist,yazar G.Budayıcıoğlu'nun kitaplarından uyarlanan, başka bir dizi, seyirciyi yine hayretlere gark etti;
Camdaki Kız..
Nalan okumuşsun, mimar olmuşsun, çok modern, şık bir plazanın yüksek katlarından birinde çocukluk arkadaşınla birlikte çalıştığın ,mis gibi bir ofisin var. Altında son model lüks cip, boğazın en nadide yalılarından birinde ,pamuk gibi bir emekli vali baban var. Senin ne işin olur sabah giydirilip akşam çıkarılan , sıktıkça sıkılan o bekaret korsesiyle kızım. Feride o ipleri her sıktığında vallahi bizim içimiz daraldı, nefessiz kaldık. Korse yüzünden su içememek, tuvalete gidememek, 53 kiloyu geçmeyeceğim, diye aç bilaç gezmek?! Hiç mi, heeyt n'oluyor ,demiyorsun. Kazık kadar olmuşsun. Nedir yahu akşam yemeğe çıktın diye ,o saçı başı yolunasıca Feride'nin götürdüğü jinekologa muayene olmayı kabul etmek?Nedir o kendi kendine yıkanamamak da atlar gibi başkasının tımarladığı bedenine ,donunu bile başkasının giydirmesi.. Töbe töbee. Koskoca yalının o gizemli hamamı ,zaten korku filmi sahnesi gibi.
Sedat ,ya sana ne demeli? Sizin aile hepten şaka gibi. Eski püskü, karanlık bir köşk, peynirler 25 gr ,zeytinler sayılı veriliyor. Çöpten evdekilerin ne yiyip ne içtikleri araştırılıyor, evde bir garip dedektif uşak dolanıyor,lakin korumalar, lüks araçlarla gidilen işyeri maşallah köşkün tam aksi. Yani Sedat, baban başkasıyla evli diye 2 çocuğu var ,diye istemiyor Cana'yı da, kadının bir de eli kırbaçlı olduğunu bilse, ne eder, bilemedim.
Neler neler daha. Hele Feride'nin lise çağındaki Nalan'ı ,korseyi çıkarıp beden dersine girdi diye ,saçından sürükleyip , arabanın içinde perişan edene kadar dövdüğü sahne vardı ya, ay ay ayy. Bu nasıl çocuğa/kadına şiddet sahnesidir, ya hu!
Kitabını da okudum Camdaki Kız'ın, ama böyle hatırlamıyorum. Bu kitap sanırım ''Doğdugun Ev Kaderindir'' dizisine de ilham olmuş. Onu izlemedim. Bu dizi başka alemlerde. Ahlak sınırlarımız nerede ,başlıyor nerede bitiyor, belli değil. Karışmış gibi geldi. İçen birisine denilen;''afiyet olsun'' ''şerefe'' ' laflarını, garsonun getirip verdiği''Buyrun şarap menüsü'' laflarını bipleyen, dizi isimlerin beğenmeyip değiştiren, öpüşme sahnelerini olay haline getiren , ayıp karşılayan, dekolteli kıyafetlere ayrı hassasiyeti olan sansür kurulu, bu diziyi atladı herhalde..
Bazı şeylere parmak basacağız, yok mu böyle olaylar, yaşanılmışlıklar ,ana baba elinde paçavraya çevrilmiş çocuklar, tabii ki vardır. Pembe bir dünyada yaşamıyoruz. Adil değil hayat, herkese eşit de değil. Ama tüm olumsuz değerleri, kişileri, yaşanmışlıkları bir dizide biriktirmek, seyrettirmek de bir daraltıyor, ya hu!Üç bölüm seyrettim ama başka da izler miyim? Bilemedim.
belki pizza yaparsın bugün..
*125 gr tereyağ (margarinde olur)
*1 yumurta,
*3 çorba kaşığı kadar yoğurt/ya da aynı miktar süt.
*2,5 su bardağı un,
*yarım çay kaşığı kabartma tozu,
*bir tutam tuz
Üzerindeki malzemeler;
*Bir parça sucuk,
*3-4 çeri domates,(yoksa bir domates)
*Yeşil biber (çarliston, sivri artık hangisi varsa)
*Maydanoz,
*1 yumurta,
*1/2 bardak süt,
--Tereyağ, yumurta, yoğurt/süt, karıştırılır, kabartma tozu ve tuz ilave edilmiş un katılarak güzelce yoğurulup, elde edilen hamur üzeri örtülerek yarım saat dinlendirilir.
--Dinlenen hamur yuvarlak bir kalıba (30 cm lik kadar) yerleştirilir.(hafif unlayarak merdaneyle açarsanız daha kolay ve ince açılır)
Ben kenarlarını da biraz yükselterek tart kalıbında yaptım, sosu pişerken akmasın,diye.
--Sucuklar yuvarlak dilimlenir, domatesler küp küp,biberler minik doğranır, maydanozlar ince kıyılır ,hamurun üzerine yerleştirilir.
--Yumurta ve yarım bardak süt çırpılıp, malzemelerin üzerine gezdirilir.
--180 derece ısıdaki fırına verilir..