iki arada..

Yıl 1999 ,aşağıda resmi görülen apartmanın üçüncü katına taşınalı bir yıl kadar olmuştu. İlk kez kendi evimizde oturacak, kira derdi düşünmeyecektik. Üstelik apartmanımız annemlere komşu, onların tam karşısındaydı. Gönlümüze göre dayayıp döşemiş, güzel günler geçirmeye başlamıştık. Sonra,  o unutulmaz gece geldi çattı. Sıcak mı sıcak  ağustos ayının, bir salı gecesi ,ayın on yedisi büyük Marmara depremi oldu,biz bu evdeydik. Apartman baya sallandı, gıcır gıcır öttü, ses hala kulağımda lakin bir bardağımız bile düşüp kırılmadı. Sokağımızda hiç bir evde hasar olmadı, şükür. Yine de günlerce arabalarda uyuduk, sonra mecburen evlere girdik yeniden. Zaman geçti bir kaç yıl sonra  yaşadığımız bu evden taşındık ,başka başka nedenlerle. Evimizi de önce kiraya verdik,bir süre öncede sattık. Sattığımız zaman bir pişmanlık duymadım değil. Hele ki şimdi ev fiyatları böyle artınca. Ama mecbur olunca gereken yapılıyor. 
Şimdi öğrendim ki ;Güneydoğu depreminden sonra beklenen İstanbul depremi nedeniyle , malum herkes binasının sağlamlığını ölçtürüyor. Bizim eski evde oturanlar da test yaptırmışlar binaya , ne yazık ki bina çürük çıkmış, bağlantı yerleri kötü durumdaymış hem de ilk yapıldığı andan itibaren. Şansa yıkılmamış belki de. Şimdi komşular taşınma telaşında, Kartal'da yıkılmaya başlayan pek çok bina gibi eski evimiz de  yıkılacak. Çok üzücü gibi görünse de  değil, zamanında tedbir alınmış olacak böylece. Ama tabi ki sakinleri karışık günler bekliyor. Şu an oturduğumuz sitede de deprem dayanıklılığı için test yapılması konusunda şirketlerle görüşmeler yapılıyor.Yönetenler iktidarı muhalefeti ile seçim telaşında lakin insanların özellikle İstanbul'da yaşayanların aklının bir köşesinde yer etmiş deprem gibi büyük bir sorunu var. Çoğu kişi oturduğu yeri sorguluyor, ölçtürüyor, sağlamlığını araştırıyor. Bilmiyorum şu an oturduğumuz binada sonuç ne çıkacak?  Sağlam çıksa ne derece güveneceğiz, çürük deseler ne yapacağız??
Depremi unutmayalım..    

haydi bakalım yeniden..

 

Seçimin üzerinden geçen üçüncü gün bugün. Baharlar gelemediği için hava yine gri, yağışlı, gök gürültülü, şimşekli. Bizi bu değil bir sonraki pazar yeni bir tercih bekliyor. Pazartesi o kadar moralim bozuktu ki ne diye gidip bir daha oy vereceğim, diyordum, bu gün geldiğim nokta; tabi gidip yine oyumuzu vereceğiz. Çünkü elimizde bir tek ''oy'' var  istediğimiz değişikliğin olabilmesi için. Olmazsa , yenilen pehlivan güreşe doymazmış , misali ki bu söyleyiş aslında bitmeyen umutlanmayı anlatıyor artık bir beş yıl sonrası, ömürleri yetenler seçimlere gidecek. Türkiye'de o kadar kısa sürelerde o kadar çok şey değişebiliyor o kadar yeni olaylar olabiliyor ki bundan sonrası için tahminde bulunmak sade bir vatandaş olarak bize çok zor. Artık zaten çok güçlü olan , gücü tümüyle elinde tutan mı kazanır yoksa bizi gerçek bir sürpriz mi bekler kim bilir? İyi şeyler olsun, bahar gelemedi bari yaz geliversin bir an önce diyorum sadece. Çünkü artık yorulduk, bezdik. Çoluk çocuk genç yaşlı siyaset değil yaşamak istiyoruz ama dürüstçe yaşamak, yalansız dolansız, arsızlardan hırsızlardan uzak , haklı hukuklu, saygılı sevgili, düzenli huzurlu, gülen yüzlerle, dolu dolu yaşamak.

Olur mu?

 

Layık olduğumuz bu demek ki..

 Bu sabah yine günlerce umutlanıp, umutların sönen bir mum olduğu sabah. 

Pazar günü açan güneş bu sabah yine gri bulutların arkasına geçip saklanmış. 

Yirmi yıldır aynı olan şeylerin belki değişeceği, daha özgür ,daha müreffeh yaşayacağımız günlerin geleceği sabah meğer bu sabah değilmiş.

Aslında çoktan kabullendiğimiz durumları değiştirmemiz için büyük felaketler görmemizin, yoksullaşmamızın, yalan dolan düzenin falan hiç etkisi olmadığını anladığımız sabahmış bu. 

Halkın yarısından çoğunun bu durumda yaşamaktan memnun olduğunu ,bilmem kaçıncı kere ,anladığımız bir sabah daha bu sabah. 

Medya tarafından her iki kesiminde kazanacağız yönlendirmelerinin fos çıktığı bir sabah. 

Uykusuz geçen gecenin mutsuz bir sabahı bu sabah, gri bir sabah, bezgin bir sabah, şarjımızın bittiği bir sabah, kırık kalpli bir sabah, yorgun bir sabah, tatsız bir sabah, umutsuz da bir sabah.

Neyse ki yedi tane gonca vermiş olan orkidemin bir çiçeği açmış bu sabah. 

Tek güzellik o ,bu sabah..


Aradaki farkı bul ...

 Bugün Altunizade'ye giderken bindiğimiz M5 Metrosu Türkiye'nin ilk sürücüsüz metrosu olması özelliğini taşıyormuş. Enteresan geldi. Yeni yapıldığı için sanırım gayet temiz, bakımlı, rahat oturaklı vagonları vardı. Marmaray ve diğer metrolara göre boştu ya da bizim bindiğimiz saatlerde öyleydi, bilemiyorum. Sonuçta biz ilk biniyoruz bu istikamette bir metroya.


Üsküdar'a uzun süredir gitmemiştik. Kız Kulesi en son gördüğümüzde restorasyon nedeniyle örtülüydü, işler bitmiş, gayet güzel olmuş. Dün TV'de alt yazı geçiyordu 11 Mayısta törenle açacaklarmış. Ben de yeni halini bir paylaşayım dedim.

Aşağıda görülen de 2019 yılından bir Kız Kulesi manzarası. Pek bir değişiklik yok, gayet güzel olmuş,yenilenmiş.



Sahildeki cafelerin bazıları yıkılmış ,hatta olaylı bir yıkım olmuştu haberlerde izlemiştik, lakin ortalık hala harabe gibi. Yıkılan yere sahibi  koskoca tabela asmış '' .... ailesine aittir,özel mülktür '' diye .Yani sanki yıktın ama elletmem buraları, diyor gibi:(Her zaman uğradığımız Köftecinin de teras kısmını yıkmışlar, göz açtırmıyor belediye anlaşılan ama hepsine de değil sanki. Bazı gereksiz yerlerde gereksiz mekanlar duruyor. Neyse her ilçe kendi ahalisini ilgilendirir. Kartal şu aralar güzel toparlandı var tabi daha yapılacak işleri ama bakalım seneye belediye seçimleri var , genel seçimlerden sonra sanırım ilçe işlerine sıra gelir artık.


kim bilir kim?

 Bugün ilham verici bir şeyler olsunda yazayım ,diye beklerken garsona bir kahve söyledim.'Kahve makinamız bugün bozuk', dedi. 'O zaman çay olsun 'dedim, bıkkın bir şekilde yürüyüp gitti. Elindeki adisyona bir çarpı koyup şekerliğin altına sıkıştırmayı da unutmadı. Elim çenemde masaya dayalı oturup dururken yanımda bir karaltı belirdi. Tepemde dikilen dalgalı saçlı kocaman kafalı, zayıfça, uzun boylu bir adam öylece bekliyor. Kirden tozdan rengi kaçmış yeşil mi gri mi belli olmayan kalın montun yakasını sıkı sıkıya kapatmış, fermuar boynuna kadar çekili. Ayağında yine rengi belirsiz koyu renkli bir pantolon, ayakkabılar sağlam ama sanki ayağına iki numara büyük. Tedirgin oldum birden. Orada oturan, çayını içip sigarasını tellendiren onca insan ,neredeyse hepsi adama şöyle bir bakıp ,sonra yokmuş gibi sessiziliğe kaçtı. Yanımdan gitmemekte ısrarlı, bekliyor, bana da sanki kal geldi derler ya o haldeyim. Çaresizce garsona baktım, yok. İlhamın geleceği varsa bile gelmez, gelmişse bile köşedeki çınar ağacının arkasından bana bakıyordur uzak uzak. O sırada elinde kağıt çay bardağı ile garson göründü, kirli kocaman ellerini montun cebinden çıkıp karton bardağı aldı, iki eliyle sımsıkı tuttu. Garson;' hadi 'dedi ,'al git çayını'. Gitmedi. Çayını teklifsizce ki tabiki beklemiyordum, masama bıraktı. Altında adisyon olan şekerliğe eliyle dalıp neredeyse bir avuç kağıtlı kesme şekeri cebine doldurdu. Kaskatı kesilmiş, hatta nefesimi tutmuş olabilirdim, nedensiz bir korkuyla. Oysa zarar vermeyeceği her halinden belli olan bir meczup, zavallı görünümlü, belki kimli belki kimsesizdi. Şekerleri aldıktan sonra çayını da alıp geldiği gibi sessizce hiç mi hiç konuşmadan uzaklaştı. Şekerlikte bir iki şeker kalmıştı. Garson çayımı getirip bıraktı. Tabi ki ilham da beni bıraktı, ağacın arkasından fıydı gitti. Bu günlük çayımı yalnız başıma yudumlamaya başladım..