iç açıcı anlardan..
sahil çok kalabalık.
gıkımız çıkmasın..
Karanlık günlerden geçiyoruz a dostlar, kötü günler, acı günler. Ne desek boş, ne yapsak çare değil. Hemen düzelelim isteyenler var , iyi bakalım, olumlu olalım peh! peh! peh! Kırk bir bin cenazesi var bu ülkenin. Vali'nin dediğine bakarsak misli sayıda. Binlerce kayıp var, enkaz altında kalan var..Hala çadır istiyor insanlar. Havalı havalı yardım toplandı , milyonlar havada uçuştu, biz izleyenler ''Vay anasını'' dedik,'' bunlardaki para gökten mi yağıyor, ne zenginmişiz de haberimiz yokmuş''.. Eee! sonuçta olan ne? Acının varsılı yoksulu olmaz ,herkesin acısı kendine ,lakin birileri hala hem yoksul hem de üzerine kat be kat acısı var, sonuçta olan budur.
Ne eleştirelim istiyorlar, ne bunları görelim. Çadırlar bilmem kaç metrekare, antreli, kilerli sıcacık diye görelim. Ya kadın kiler diye açtığı yere, iki boş su şişesi koymuş, muhabir sıcacık dolu dolu yuva mahiyetinde bir yer gibi anlatıyor da anlatıyor. Oysa diğer yerde tuvaletin yanına kurdukları çadırları, patlayan atık su borularından akan pis sular basmış ,insanlar oturacak kilim bulamıyor. Kızılay çadır işini pek yapmaz olmuş ama milyon kişilik yemek çıkarıyormuş. Tabii ki görevi , sadece PR ile olmaz renkli afişler, muhteşem ekran reklamları ile dönmez bu devran. Kaç gündür tv ve youtube karşısındayız biz çaresizlik görüyoruz. İnsanların cenazelerinin peşinde perişanlığına kahroluyoruz, yemek içmek bulunur, nasıl toparlanılacak bu insanlar için ne gibi bir gelecek planlaması yapılıyor.Onlardan bahseden yok. Kimi fay hatlarını anlatıyor uzun uzun, kimi birbiri ile didişme peşinde, kimi seçim olsun mu olmasın mı? / bu arada olsun tabii ki/ Öyle bir karmaşa, hala bir karmaşa.
Şimdi de BTK nın kararı ile Ekşi Sözlük sitesine erişim yasağı gelmiş Nedenini bilmiyorum ama ;hep ağamsın, paşamsın, kimsenin kendi ile ilgili olumsuz bir tek söze tahammülü yok. Kimse konuşmasın, kimse yazmasın, kimse okumasın.. Okullar kapatılıp, öğrenime ara verilsin ama Diyanet'in Kur'an kursları çadırları oluşturulsun. Çocuklar bol bol din öğrensin.
Biliyorlar çünkü, işimiz duaya kaldı..
unutmaya meyilli olmak..
Yeni bir haftaya başlıyoruz. Gri, ıslak ,serin bir hava hakim . Bu gün şubat ayının yirmisi. havaya düşen ilk cemre ile bahar aylarına giriş kıpırtıları başlıyor. Dünkü 18 derecelik pırıl pırıl güneşli hava ile bugünkü puslu ,yağışlı karamsar hava tam da ruh hallerimizi yansıtırcasına değişken, çalkantılı.
Rüyalarımız bile depremle ilgili oldu ,sıkıntılı rüyalar uykuları bölüyor. Sabahın kör karanlığında klavye başına oturmam ondan sebep. Deprem gerçeğini bilmekle, içine düşmek , bedenen yahut ruhen, çok farklı. Bunu hayatımda iki kez yaşamış oldum. Umarım küçükken dilimizden düşmeyen ''Allah'ın hakkı üçtür '' cümlesi, sadece iyi şeyler için bir temenni olarak dillere düşmüştür.
Yine ''normalleşme'' kelimesi gündemde ,kapı arasından geçmeye çalışan kedi gibi usul usul içeri giriyor. Tıpkı pandemi sonrası gibi. Evet pandemiden sonra hayata nasıl , h i ç o l m a m ı ş , gibi devam ettiysek maskeymiş, hijyenmiş, sosyal mesafeymiş vb. kuralları hiçe sayıverdiysek ,deprem sonrası da böyle olacağını düşünüyoruz/lar. Çoğumuz için geçerli. Normal, rutin, sıradan ,''mutlu'' hayatlara dönüş oldu bile. Mecbur. İnsan olmak ,her düştüğünde yeniden ayağa kalkmak demek. Ama yerin altımızda sallanması, boşlukta kalmak pandemi olayı ile kıyaslanmaz ki ''normalleşmesi'' karşılaştırılsın, değil mi ? İç sıkıntılarımız bizle birlikte, korkularımız uykularımızla devam edecek, biz unutmaya kalktıkça yeni bir sallantıyla hatırlatacak. Tamam biz insanlar yine unutacağız da deprem ile ilgili konuları ;yönetsinler diye seçilenler, devlet adına çalışanların asla ve kat'a unutmaması gerek, her türlü tedbir, önlem neyse artık alması ,denetimlerini gerektiği şekilde yapması, daha nizami olması, bu konuda çalışması , bilime güvenmesi ,bilimsel çalışması ,halkını güvende tutması lazım (umarız) ..
Yoksa kadere kısmete bağlarsak ...
Görüldü..
Büyük Güneydoğu depremi felaketinden sonraki ikinci pazar. Bugün karşı binadaki dersane açılmış, genç öğrenciler ders başı yaptılar. Etraf onların gelmesi ile pazar günü sakinliğinden vazgeçti, diyecektim ama sanki çocuklarında hiç sesi çıkmıyor gibi. Önceleri şen şakrak sesleri bizim kata kadar ulaşırdı, koşuşturmaları, gülüşmeleri bazen tartışmaları, neşeleri her şeyleri canlıydı. Şimdi sakin sessiz gelip gidiyorlar ,sükut olmuşlar.
Artık ekran başında çok vakit geçirmek istemiyorum, ruhen yıldım, elden bir şey gelmediği gibi devamlı evimiz yıkılır mı?, düşüncelerine girdim. 99 depreminde eski evimizdeydik, bir bardak bile düşmemişti. Sonra buraya taşındık ama her halükarda yirmi yıllık evler ,koca site ve tabii ki imar affından yararlandık, hem de ne uğraşıldı, ne paralar ödedik. Devlet para için yaptı, bizler de bir adet kağıt parçası için ''tapu''muz olsun istedik. Bu arada sanırsınız ki İstanbul'da her ev nizama uygun, her ev doğru dürüst yapılmış her ev ruhsatlı, iskanlı yani İmar Barışı olmasa şu an oturulan evler yıkılıp yerine yenisi yapılacaktı da , öyle olmamış gibi bla bla bla konuşuluyor..
Kızımın evi sağlam mı? Geçen sonbahar da ev sahibi çıkartacak, evi satacak n'apacağız derken, kiraya yüzde yüzelli zam yapmışken ,şimdi hem arka planda kiralar çok çok artacak diye düşünüyor, daha ötesi ve önemlisi, acaba ev yeni ama bina sağlam mı? sorgulamaları kafamı yiyor.
Kadıköy'e indik geçen gün çok harap geldi gözüme, her yerde bir tadilat, duvarlarda şekilsiz grafitiler, binalar ha yıkıldım, ha yıkılacağım gibi. O daracık sokaklar, eski binalar yani 99 depreminden bu yana dile kolay, tam yirmi iki yıl, hiç mi bir şey yapılmaz? O koca şehirleri bir yılda yeniden yapacağız , diyorlar ee! burada yirmi iki yılda şehrin etrafına binlerce yüksek bina yapılmaktan başka ne yapıldı? Bu sürede okullar, hastaneler, devlet daireleri yenilenseydi bari, en azından biraz su serpilirdi yüreklere, bir güven gelirdi..Üstüne üstlük 99 'dan bu yana İstanbul'un nüfusu kaça katladı kimbilir?
Şimdi koştur koştur yardıma gider görünen belediyeler ,başkanları umarım İstanbul için gerekli hazırlığı yapmıştır da, gönlü rahat yapıyordur yardımları. Mesela şu an deprem bölgelerinde yokluğu çekilen çadırdır, tuvalettir, battaniyedir ,sudur istanbul için depolanmış, planlanmış, düşünülmüştür.
Yoksa telefona acil durum mesajı ile, güle oynaya yapılan tatbikatlarla gerçek örtüşmüyor, yaşanıldı, görüldü..
son bir gezi..
Hatay' a ömrümde ilk kez gitmiştim. Ekim ayı sonlarıydı. Güneşli, sıcacık bir hava karşıladı bizi. Sanki sonbahardan geri dönüp ,son yaza geçiş yapmıştık. Bir uçtan bir uca Amanos dağlarının eteklerine , Asi nehrinin kıyısı boyunca serilmiş bir şehir. Kadim uygarlıklara ev sahipliği yapmış. Müze Otel'in altında kalmış olan tarihi şehri gezerken buranın nasıl depremlerden gelmiş geçmiş olduğunu görüyorsunuz. Hala yerlerde görülüyor ki, eskimiş olsa da cazibesini sürdüre giden şehrin mozaikli ev tabanları, yolları dalga dalga. Belli, altında yer kaynamış adeta. Kayalara oyulmuş St.Pierre Kilisesi,Hatay Arkeoloji Müzesi, Habib-iNeccar Cami/ağır hasar almış/ , meşhur Uzun çarşısını, Asi nehri kenarındaki sokaklarını dolaştık. Trafikte karşıdan karşıya geçen yayaları görünce ,sürücülerin hemen durmalarına şaştık, deneme yaptık bir kaç kere karşıdan karşıya geçtik. Pöç Kasabında tepsi kebabı yedik. kasapların aynı zamanda kebapçı olması ilgimizi çekti. Yorgun geçen günün akşamına Harbiye tarafında bir otelde kaldık. Grand Boğaziçi Otel. Tam Harbiye Şelalelerinin yanında, yürüyerek şelaleleri gezdik akşam çok güzel ışıklandırmışlardı. Hataylılar ufak tefek hatıra eşyası sattıkları çadırlar, derme çatma dükkanlarda işinde gücündeydi. Otel çok kalabalıktı, pek çok grup olmasına rağmen tıkır tıkır işleyen aksamayan bir düzen kurmuşlardı. ne yemek sırası bekledik, ne otel odası. Akşam yemekte ,klavyesi başında eski taverna günlerini hatırlatan tarzda bir şarkıcı ,güzel eğlenceli şarkılar söyledi gruplara. İnsanlar mutluydu. Turumuzun son günüydü ve gezmekten yorgunduk. Yukarıda videoda görülen yer Petek Pastanesi 1942 .Uçak saatini beklerken mola verdik bir iki saat. İnsanlar işten çıkmış ya da akşam çayını içmek, arkadaşlarıyla buluşmak solunlanmak için burayı tercih etmiş. Şık ve merkezi bir mekandı anlaşılan. Hemen Eski Meclis Binasının arkasında/ağır hasarlı/Meclis Binası onarılıp Kültür Sanat Merkezi yapılmıştı. Birer kahve içtik. Ö. burayı tam gezemedik, diye sızlanıyordu. Ayrıca sırf Hatay'a gelmeli, dedik. Yıllardır öyle çok istiyordum ki güneydoğu gezisini.Uçak korkusu, maddi imkanlar, başka imkansızlıklar falan filan, nihayet bu yıl kısmet olmuştu, eşimi ikna edip gelebilmiştik buralara ki sonrasında Ö. benden çok anlattı gezdiğimiz yerleri, benden çok sevdi hatta şehirleri. PTT binasının önünde buluştuk diğer arkadaşlarla. Sonra da dönüş yolculuğumuz başladı.Şu an ağır hasardan sonra onarılıp yeniden uçuşlara başlayan Hatay havalimanindan İstanbul'a. Aklımız en çok Hatay'da kalmıştı. En çok Hatay'dan bahsettik. Aslında ŞanlıUrfa , Diyarbakır, Adıyaman,Gaziantep hepsinden çok bahsettik, bir daha gelelim , tek tek dolaşalım, dedik.
Niye Hep İkiye Bölünür Olduk?
Her gün oturup ekran başına deprem bölgelerini izliyoruz. Pandemiden sonraki ikinci kabus yılları başladı ki belki salgından daha uzun sürecek . Distopik * bir filmin içerisinde gibiyiz. Yıkılan binalar, sönen hayatlar, soğukta kar kış kıyamette ateş başında battaniyelere sarılmış bekleşen ,tam olarak neyin içinde olduğunu anlayamayan insanlarımız. Yağma görüntüleri, sokaklarda devriye gezmeye başlayan güvenlik güçleri. Bir yandan tek bir enkazın başına konuşlanmış, bir kişi kurtulunca herkesin bayram yapacağını düşünüp, nasıl ''pozitif'' düşüncelere sevkederiz ekran başındakileri diye yayın yapmaya çalışan ,gerçekleri göstermeyince , yok oluyor gerçekler ,diye düşünen TV kanalları, diğer yandan sosyal mecralarda gözümüze serilen gerçekler.
Biz beş gündür Cüneyt Özdemir Youtube kanalından izliyoruz. Günde yaklaşık 9 saat canlı yayın yapıyor, bölgeden bilgiler veriyor, insanlarla konuşuyor, gerçek durum nedir onu anlatmaya yansıtmaya çalışıyor. Başka kanallar da vardır mutlaka . Biliyorsunuzdur ilk yada ikinci gece twıtter da bant daralması denilen bir uygulama yapıp yayınları kesmeye çalıştılar, youtube da da yapılmaz umarım böyle şeyler.
Tabii ki bu günleri atlatacağız, birbirimize yardım edeceğiz, uzun sürecek, üzücü, yoran etkileri olacak ama sonuçta her şeyin geçtiği gibi, bu günlerde takvim yapraklarında 6 Şubat tarihinin altında ufak bir yazı olarak kalacak. Bu durum yani bu unutkanlığımız düşününce o kadar acıtıcı geliyor ki ama başka türlü hayat devam etmez ,yaşam böyle bir şey işte. Tek duam çok fazla hasar bırakmasın güzel memleketimizde. Genci ,yaşlısı insanlarımız birbirine yardıma koşarken ,hatta dünyadaki insanlar bir şeyin ucundan tutmaya çalışırken; siyasiler birbirine düşmese, keşke.. Güzel şeyler de izliyoruz, yardıma koşan insanlarımız gözlerimizi yaşartıyor, iyilikler şimdiden üste çıkmaya başladı, umarım iyilik çoğalsın, yaralar bir an önce sarılsın..
Nedir? Distopik Fim; Distopik Distopya kelimesinden gelmektedir. Kötümser Ütopya anlamında kullanılır. Genelde gelecek zamanda geçen, fakirliğin, açlığın, otoritenin, çevre kirliliğinin ,şiddet, açlık vb. konuların öne çıktığı filmlerdir.