iç açıcı anlardan..


Bu çiçeklerin adı; Frezya. Mis gibi kokan çiçeklerden. 
Benim için özel bir buket frezya. Tarif edemeyeceğim bir şekilde mutlu eden ,şaşırtan anlardan. 
Mutfakta yemek pişirmekle meşgul bir anneye, kapıdan, arkasında sakladığı frezya buketini göstermeden girmeyi başarıp, mutfakta küçük bir sevinç ve şaşkınlık yumağı yaratan evladından hediye.
Bazen öyle anlarda, umulmadık öyle güzel şeyler oluyor ki şükretmekten başka bir şey yapmak istemiyorum ve o anı zihnimin unutulmayacak küçük mutluluk anları köşesinin vitrinine, nadir bir parça olarak yerleştiriyorum.
Mutluluklarımızın çoğaldığı günler dileğiyle.. 

sahil çok kalabalık.


Resim dünkü sahil yürüyüşünden. Lodosun getirdiği ılık bahar havası neredeyse tüm Atalar ahalisini sahile dökmüştü. Kimi geniş ailesi ile piknikte, kimi çoluk çocuk oyun parklarında, kimi birası ile baş başa kayaların üzerinde güzel havanın tadını çıkartıyordu. Tabii ki çoğunluk avucundakini bitirme hırsıyla çekirdek çitliyordu. Sigara izmaritleri ve çekirdek kabukları yerlerin vazgeçilmez çöp dekoru.

Bir buçuk iki saat yürümüşüz. Yormayan bir hava vardı. Tıpkı şimdi havadan  bahsettiğim gibi bizde havadan sudan konuştuk. Depremden bahsetmemeye çalıştık, olmadı. Çünkü bu günlerde konu Güneydoğu'da insanların yaşadığı felaketten sonra dönüp dolaşıp İstanbul'da ne zaman deprem olur? Kurtulur muyuz? Ev sağlam mı? dan da ziyadesiyle ''sağ kalabilirsek boş neresi var ''mevzuuna da geliyor. Hele ki pazar sahil yolu trafiğini/araç ve yaya/ görüp de bunları düşünmemek mümkün değil. Üstelik tek nefes alınacak sahiller dolgu alan ve ilk büyük depremle büyük olasılıkla Tsunami etkisinde sulara geri gidecek. Konuştuk şu anda deprem olsa kaçamayız bile ,diye. Sadece sahile Tsunami Uyarı levhaları konulmuş, hepimiz yanından geçip gidiyoruz.  Gün geçtikçe nüfus artıyor sanki bizim bu muhitte bile.Son hız inşaatlar devam ediyor burada. Yakın çevremde halen inşaat halinde dört kocaman blok yapılmakta. Etrafımızda bir karış boş alan yok. Yani 99 depreminde ki gibi deprem zamanı sokaklarda çıkıp geceyi geçirebileceğimiz hiç bir yer kalmadı. Bir çadırlık yer yok.
Belki onun için çadır üretimini özelleştirip, felaket anında parayla satmıştır malum yardım kuruluşumuz, eskiden gönlümüzün baş tacı sayılan kurumlardan Kızılay. Dün aslında en çok söylenip durduğum, içimi yaralayan konu Kızılay çadırları mevzuu oldu. Depremde en derinden etkilendiğim duyumlardan. Hala bu yöneticilerin ticari kafayla ülke yönettikleri fikrine alışamamışım , demek ki. Bildiğimiz kelimelerle de anlatmıyorlar; işte efendim satış yapmış adamlar yardım edecekleri yerde ellerindeki çadırları bir de utanmadan '' mali bedeli karşılığında'' verdik diyorlar.Tıpkı zam yaptıklarında  ''güncelledik efendim fiyatı'' dedikleri gibi. İşte biz insancıklardan da kanan var bu söylemlere , kandıramadıkları var ama söz hep onlarda yirmi yıldır.
Ne zaman yeter denilecek , bilemiyorum.

 
İyi haberler alınacağı günlerin olduğu bir hafta olsun; yarısı Şubat yarısı Mart olan bu hafta..

gıkımız çıkmasın..

 Karanlık günlerden geçiyoruz a dostlar, kötü günler, acı günler. Ne desek boş, ne yapsak çare değil. Hemen düzelelim isteyenler var , iyi bakalım, olumlu olalım peh! peh! peh! Kırk bir bin cenazesi var bu ülkenin. Vali'nin dediğine bakarsak misli sayıda. Binlerce kayıp var, enkaz altında kalan var..Hala çadır istiyor insanlar. Havalı havalı yardım toplandı , milyonlar havada uçuştu, biz izleyenler ''Vay anasını'' dedik,'' bunlardaki para gökten mi yağıyor, ne zenginmişiz de haberimiz yokmuş''.. Eee! sonuçta olan ne? Acının varsılı yoksulu olmaz ,herkesin acısı kendine ,lakin birileri hala hem yoksul hem de üzerine kat be kat acısı var, sonuçta olan budur. 

Ne eleştirelim istiyorlar, ne bunları görelim. Çadırlar bilmem kaç metrekare, antreli, kilerli sıcacık diye görelim. Ya kadın kiler diye açtığı yere, iki boş su şişesi koymuş, muhabir sıcacık dolu dolu yuva mahiyetinde bir yer gibi anlatıyor da anlatıyor. Oysa diğer yerde tuvaletin yanına kurdukları çadırları, patlayan atık su borularından akan pis sular basmış ,insanlar oturacak kilim bulamıyor. Kızılay çadır işini pek yapmaz olmuş ama milyon kişilik yemek çıkarıyormuş. Tabii ki görevi , sadece PR ile olmaz renkli afişler, muhteşem ekran reklamları ile dönmez bu devran. Kaç gündür tv  ve youtube karşısındayız biz çaresizlik görüyoruz. İnsanların cenazelerinin peşinde perişanlığına kahroluyoruz, yemek içmek bulunur, nasıl toparlanılacak bu insanlar için ne gibi bir gelecek planlaması yapılıyor.Onlardan bahseden yok. Kimi fay hatlarını anlatıyor uzun uzun, kimi birbiri ile didişme peşinde, kimi seçim olsun mu olmasın mı? / bu arada olsun tabii ki/  Öyle bir karmaşa, hala bir karmaşa. 

Şimdi de BTK nın kararı ile Ekşi Sözlük sitesine erişim yasağı gelmiş Nedenini bilmiyorum ama ;hep ağamsın, paşamsın, kimsenin kendi ile ilgili olumsuz bir tek söze tahammülü yok.  Kimse konuşmasın, kimse yazmasın, kimse okumasın.. Okullar kapatılıp, öğrenime ara verilsin ama Diyanet'in Kur'an kursları çadırları oluşturulsun.  Çocuklar bol bol din öğrensin. 

Biliyorlar çünkü, işimiz duaya kaldı..

unutmaya meyilli olmak..

 Yeni bir haftaya başlıyoruz. Gri, ıslak ,serin bir hava hakim . Bu gün şubat ayının yirmisi. havaya düşen ilk cemre ile bahar aylarına giriş kıpırtıları başlıyor. Dünkü 18 derecelik pırıl pırıl güneşli hava ile bugünkü puslu ,yağışlı karamsar hava tam da ruh hallerimizi yansıtırcasına değişken, çalkantılı.

Rüyalarımız bile depremle ilgili oldu ,sıkıntılı rüyalar uykuları bölüyor. Sabahın kör karanlığında klavye başına oturmam ondan sebep. Deprem gerçeğini bilmekle, içine düşmek , bedenen yahut ruhen, çok farklı. Bunu hayatımda iki kez yaşamış oldum. Umarım küçükken dilimizden düşmeyen ''Allah'ın hakkı üçtür '' cümlesi, sadece iyi şeyler için bir temenni olarak dillere düşmüştür. 

Yine ''normalleşme'' kelimesi gündemde ,kapı arasından geçmeye çalışan kedi gibi usul usul içeri giriyor. Tıpkı pandemi sonrası gibi. Evet pandemiden sonra hayata nasıl , h i ç  o l m a m ı ş , gibi devam ettiysek maskeymiş, hijyenmiş, sosyal mesafeymiş vb. kuralları hiçe sayıverdiysek ,deprem sonrası da böyle olacağını düşünüyoruz/lar.  Çoğumuz için geçerli. Normal, rutin, sıradan ,''mutlu'' hayatlara dönüş oldu bile. Mecbur.  İnsan olmak ,her düştüğünde yeniden ayağa kalkmak demek. Ama yerin altımızda sallanması, boşlukta kalmak pandemi olayı ile kıyaslanmaz ki ''normalleşmesi'' karşılaştırılsın, değil mi ? İç sıkıntılarımız bizle birlikte, korkularımız uykularımızla  devam edecek, biz unutmaya kalktıkça yeni bir sallantıyla hatırlatacak.  Tamam biz insanlar yine unutacağız da deprem ile ilgili konuları ;yönetsinler diye seçilenler, devlet adına çalışanların asla ve kat'a  unutmaması gerek, her türlü tedbir,  önlem neyse artık alması ,denetimlerini gerektiği şekilde yapması, daha nizami olması, bu konuda çalışması , bilime güvenmesi ,bilimsel çalışması ,halkını güvende tutması lazım (umarız) ..

Yoksa kadere kısmete bağlarsak ...


Görüldü..

        Büyük Güneydoğu depremi felaketinden sonraki ikinci pazar. Bugün karşı binadaki dersane açılmış, genç öğrenciler ders başı yaptılar. Etraf onların gelmesi ile pazar günü sakinliğinden vazgeçti, diyecektim ama sanki çocuklarında hiç sesi çıkmıyor gibi. Önceleri şen şakrak sesleri bizim kata kadar ulaşırdı, koşuşturmaları, gülüşmeleri bazen tartışmaları, neşeleri her şeyleri canlıydı. Şimdi sakin sessiz gelip gidiyorlar ,sükut olmuşlar.

      Artık ekran başında çok vakit geçirmek istemiyorum, ruhen yıldım, elden bir şey gelmediği gibi devamlı  evimiz yıkılır mı?, düşüncelerine girdim. 99 depreminde eski evimizdeydik, bir bardak bile düşmemişti. Sonra buraya taşındık ama her halükarda yirmi yıllık evler ,koca site ve tabii ki imar affından yararlandık, hem de ne uğraşıldı, ne paralar ödedik. Devlet para için yaptı, bizler de bir adet kağıt parçası için ''tapu''muz olsun istedik. Bu arada sanırsınız ki İstanbul'da her ev nizama uygun, her ev doğru dürüst yapılmış her ev ruhsatlı, iskanlı  yani İmar Barışı olmasa şu an oturulan evler yıkılıp yerine yenisi yapılacaktı da , öyle olmamış gibi bla bla bla konuşuluyor..

      Kızımın evi sağlam mı? Geçen sonbahar da ev sahibi çıkartacak, evi satacak n'apacağız derken, kiraya yüzde yüzelli zam yapmışken ,şimdi hem  arka planda  kiralar çok çok artacak diye düşünüyor,  daha ötesi ve önemlisi, acaba ev yeni ama bina sağlam mı? sorgulamaları kafamı yiyor.

      Kadıköy'e indik geçen gün çok harap geldi gözüme, her yerde bir tadilat, duvarlarda şekilsiz grafitiler, binalar ha yıkıldım, ha yıkılacağım gibi. O daracık sokaklar, eski binalar yani 99 depreminden bu yana dile kolay, tam yirmi iki yıl, hiç mi bir şey yapılmaz? O koca şehirleri bir yılda yeniden yapacağız , diyorlar   ee! burada yirmi iki yılda şehrin etrafına binlerce yüksek bina yapılmaktan başka ne yapıldı? Bu sürede okullar, hastaneler, devlet daireleri yenilenseydi bari, en azından biraz su serpilirdi yüreklere, bir güven gelirdi..Üstüne üstlük 99 'dan bu yana İstanbul'un nüfusu kaça katladı kimbilir?

Şimdi koştur koştur yardıma gider görünen belediyeler ,başkanları umarım İstanbul için gerekli hazırlığı yapmıştır da, gönlü rahat yapıyordur yardımları. Mesela şu an deprem bölgelerinde yokluğu çekilen çadırdır, tuvalettir, battaniyedir ,sudur istanbul için depolanmış, planlanmış, düşünülmüştür. 

Yoksa telefona acil durum mesajı ile, güle oynaya yapılan tatbikatlarla gerçek örtüşmüyor, yaşanıldı, görüldü..

son bir gezi..

 

Hatay' a ömrümde ilk kez gitmiştim. Ekim ayı sonlarıydı. Güneşli, sıcacık bir hava karşıladı bizi. Sanki sonbahardan geri dönüp ,son yaza geçiş yapmıştık. Bir uçtan bir uca Amanos dağlarının eteklerine , Asi nehrinin kıyısı boyunca serilmiş bir şehir. Kadim uygarlıklara ev sahipliği yapmış. Müze Otel'in altında kalmış olan tarihi şehri gezerken buranın nasıl depremlerden gelmiş geçmiş olduğunu görüyorsunuz. Hala yerlerde görülüyor ki, eskimiş olsa da cazibesini sürdüre giden şehrin mozaikli ev tabanları, yolları dalga dalga. Belli, altında yer kaynamış adeta. Kayalara oyulmuş St.Pierre Kilisesi,Hatay Arkeoloji Müzesi, Habib-iNeccar Cami/ağır hasar almış/ , meşhur Uzun çarşısını, Asi nehri kenarındaki sokaklarını dolaştık. Trafikte karşıdan karşıya geçen yayaları görünce ,sürücülerin hemen durmalarına şaştık, deneme yaptık bir kaç kere karşıdan karşıya geçtik. Pöç Kasabında tepsi kebabı yedik. kasapların aynı zamanda kebapçı olması ilgimizi çekti. Yorgun geçen günün akşamına Harbiye tarafında bir otelde kaldık. Grand Boğaziçi Otel. Tam Harbiye Şelalelerinin yanında, yürüyerek şelaleleri gezdik akşam çok güzel ışıklandırmışlardı. Hataylılar ufak tefek hatıra eşyası sattıkları çadırlar, derme çatma dükkanlarda işinde gücündeydi. Otel çok kalabalıktı, pek çok grup olmasına rağmen tıkır tıkır işleyen aksamayan bir düzen kurmuşlardı. ne yemek sırası bekledik, ne otel odası. Akşam yemekte ,klavyesi başında eski taverna günlerini hatırlatan tarzda bir şarkıcı ,güzel eğlenceli şarkılar söyledi gruplara. İnsanlar mutluydu. Turumuzun son günüydü ve gezmekten yorgunduk. Yukarıda videoda görülen yer Petek Pastanesi 1942 .Uçak saatini beklerken mola verdik bir iki saat. İnsanlar işten çıkmış ya da akşam çayını içmek, arkadaşlarıyla buluşmak solunlanmak için burayı tercih etmiş. Şık ve merkezi bir mekandı anlaşılan. Hemen Eski Meclis Binasının arkasında/ağır hasarlı/Meclis Binası onarılıp Kültür Sanat Merkezi yapılmıştı. Birer kahve içtik.  Ö. burayı tam gezemedik, diye sızlanıyordu. Ayrıca sırf Hatay'a gelmeli, dedik. Yıllardır öyle çok istiyordum ki güneydoğu gezisini.Uçak korkusu, maddi imkanlar, başka imkansızlıklar falan filan, nihayet bu yıl kısmet olmuştu, eşimi ikna edip gelebilmiştik buralara ki sonrasında Ö. benden çok anlattı gezdiğimiz yerleri, benden çok sevdi hatta şehirleri. PTT binasının önünde buluştuk diğer arkadaşlarla. Sonra da dönüş yolculuğumuz başladı.Şu an ağır hasardan sonra onarılıp yeniden uçuşlara başlayan Hatay havalimanindan İstanbul'a. Aklımız en çok Hatay'da kalmıştı. En çok Hatay'dan bahsettik. Aslında ŞanlıUrfa , Diyarbakır, Adıyaman,Gaziantep  hepsinden çok bahsettik, bir daha gelelim , tek tek dolaşalım, dedik. 

Şimdi ''iyi ki gidip görmüşüz.'' diyorum.

Niye Hep İkiye Bölünür Olduk?

 Her gün oturup ekran başına deprem bölgelerini izliyoruz. Pandemiden sonraki ikinci kabus yılları başladı ki belki salgından daha uzun sürecek . Distopik * bir filmin içerisinde gibiyiz. Yıkılan binalar, sönen hayatlar, soğukta kar kış kıyamette ateş başında battaniyelere sarılmış bekleşen ,tam olarak neyin içinde olduğunu anlayamayan insanlarımız. Yağma görüntüleri, sokaklarda devriye gezmeye başlayan güvenlik güçleri. Bir yandan tek bir enkazın başına konuşlanmış, bir kişi kurtulunca herkesin bayram yapacağını düşünüp, nasıl ''pozitif'' düşüncelere sevkederiz ekran başındakileri diye yayın yapmaya çalışan ,gerçekleri göstermeyince , yok oluyor gerçekler ,diye düşünen TV kanalları, diğer yandan sosyal mecralarda gözümüze serilen gerçekler.

Biz beş gündür Cüneyt Özdemir Youtube kanalından izliyoruz. Günde yaklaşık 9 saat canlı yayın yapıyor, bölgeden bilgiler veriyor, insanlarla konuşuyor, gerçek durum nedir onu anlatmaya yansıtmaya çalışıyor. Başka kanallar da vardır mutlaka . Biliyorsunuzdur ilk yada ikinci gece twıtter da bant daralması denilen bir uygulama yapıp yayınları kesmeye çalıştılar, youtube da da yapılmaz umarım böyle şeyler. 

Tabii ki bu günleri atlatacağız, birbirimize yardım edeceğiz, uzun sürecek, üzücü, yoran etkileri olacak ama sonuçta her şeyin geçtiği gibi, bu günlerde takvim yapraklarında 6 Şubat tarihinin altında ufak bir yazı olarak kalacak. Bu durum yani bu unutkanlığımız düşününce o kadar acıtıcı geliyor ki ama başka türlü hayat devam etmez ,yaşam böyle bir şey işte.  Tek duam çok fazla hasar bırakmasın güzel memleketimizde. Genci ,yaşlısı insanlarımız  birbirine yardıma koşarken ,hatta dünyadaki insanlar bir şeyin ucundan tutmaya çalışırken;  siyasiler birbirine düşmese, keşke.. Güzel şeyler de izliyoruz, yardıma koşan insanlarımız gözlerimizi yaşartıyor, iyilikler şimdiden üste çıkmaya başladı, umarım iyilik çoğalsın, yaralar bir an önce sarılsın..

Nedir? Distopik Fim; Distopik Distopya kelimesinden gelmektedir. Kötümser Ütopya anlamında kullanılır. Genelde gelecek zamanda geçen, fakirliğin, açlığın, otoritenin, çevre kirliliğinin ,şiddet, açlık vb. konuların öne çıktığı filmlerdir.  

kara günler

Önce kar, sonrasında karla karışık yağmur günlerdir devam ediyor.  Bir tek ekmek almak için, biraz da hava almak için dışarı çıktım. Dondum geldim. Kafam dağılsın diye, güya yürüyüş niyetindeydim. Biz bu haldeyken kimbilir aç bilaç , eksilerdeki havalarda o insanlarımız ne yapıyor? Barınacak yer bekliyor, yemek bekliyor, su evet su bekliyor. On yaşında ikizler Hasan ve Hüseyin su istiyoruz diyorlardı ekrandan, açlardı bir kase mercimek çorbası içmişler sadece. Eylülsu ''deprem ne zaman bitecek?'' diye soruyordu gazeteci abisine. Ah yavrular geçecek bu günler de geçecek. Biz ekranların başında ağlaşıyoruz, gençlerimiz yardım için ne yapabileceğini dert ediniyor, elden ne geliyor, hiç. Sadece kahrolmak. Çok büyük bir alan, çok fazla nüfus, çok fazla ihtiyaç. Nasıl olacak? Nasıl toparlanacağız? 99 depreminde kendimize gelmemiz, yıllar sürmüştü, orada yaşayan insanlar bin beterini yaşıyor nasıl kendilerine gelecekler.. Çok yakın zamanda Ekim ayında o toprakları gezmiştim, şimdi oralar yok olmuş. Ne çok yeni binalar yapmışlar , diye konuşmuştuk, hepsi de yüksek yüksekti. Tıpkı buralar gibi. Eskisi yenisi hepsi gitmiş yazık ki ne yazık. Tüm gün ekran başında haberleri izliyoruz, sosyal mecralara bakıyoruz. Nasıl olacak böyle, dertleniyoruz. Bu kadar kaderci olursak , akıllanmazsak daha böyle günler görürüz biz. Allah rahmetler eylesin hayatını yitirenlere, kalanlara sabırlar, hepimize..

#deprem

Ne berbat bir güne uyandık ülkece tüm Güneydoğu Anadolu'yu 7,4 lük bir deprem vurdu.
Allah yardımcımiz olsun. 

araba ve bir takım korkular.

Çınarcık in üzerinde beyaz bulutlar  sıra sıra dizili. Öyle güzel görünüyorlar ki. Ressam elinden çıkmış bir tablo gibi. Bizim buralarsa sönmüş kor gibi gri. Belki karşı kıyıdan da burası öyle görünüyordur. Takvimin yalancısıyım :) soğuklar bitti günüydü geçen gün, meğer yeni başlamış. Buz buz hava. Yakacık tarafları beyazlaşmış. Bizim mahalle İstanbul 'da herhalde en son kar yağan yerlerdendir. Buralara kar yağdıysa, diğer yerler diz boyu olmuş demektir. Bakalım bu pazar fena bir kar yağışı bekleniyor. 

Bu soğuk hava eskimeyen arkadaşlarla buluşmaya engel olmadı. Bu hafta iki günüm dost meclislerinde geçti. Dernek yemeği vardı, hem yardım toplandı ,hem eğlenildi. Diğer bir gün de bankadan eski çalışma arkadaşlarımızla buluştuk. Tabi bu buluşmalar güzel, lakin herkes ayrı bir köşesinde yaşıyor İstanbul'un ve buluşma için ortak nokta tespiti ve işte nasıl gidilecek nasıl dönüleceği buluşma ayarlamanın en düşünülen kısmı. Neyse derdimiz bu olsun sağ olsun sevgili bey benim şoförlüğümü yapmaya hiç üşenmez.  Buluşma mekanına götürdü ,almaya geldi  ,kıyamaz ,hiç şikayet etmez. 
Ehliyeti onun ısrarı ile yirmi beş yıl önce aldım. Yirmili yaşların başında geçirdiğim bir kaza bende travma yaratmış arabanın ön koltuğuna bile oturmaya çekinir olmuştum. Bu korkumu sevgili bey ile yendik, araba kullanmayı da onun ısrarları sonucu kendisinden öğrendim. Bu öğrenme süreci epey sancılı geçti, bol tartışmalı hem de öyle böyle değil tartışmalar. Küsüp arabadan indiğim zamanlar olmuştur bir kaç kez:) genelde araba kullanmayı bilenlere bu olay o kadar rahat bilinmesi ve anlaşılması gereken bir konu olarak geliyor ki acemiyi de kendi gibi düşünüyorlar. Neyse sayesinde iyi öğrendim sürücülüğü. O zamanlar düz vitesti araçlar ve sınav da tabi ,o arabalarla giriyorduk sınava. Şimdi otomatik vitesle de sınav yapılıyor ,en güzeli. Tabi ben ehliyeti  alıp ,kullanmada hala zorlanınca , düz vitese bahane bulup ,otomatik arabaya geçtik. 
İlk arabam ikinci el , kırmızı , tek kapılı Mazda idi.  Çok rahat bir arabaydı. Bazen keşke elden çıkarmasaydık diyorum .İlk sıfır arabamızı kredi ile alırken mecburen sattık. /Hey gidi hey ne kadar rahat araba kredileri alır ve öderdik/. Eşim de  rahat etti otomatik arabalarda, ne öyle vitesti debriyajdı uğraş dur. O zamanlar araba kullanmak bende bir keyifti ,işe arabayla gitmek, çocukları okula bırakmak, gezmelere gitmek falan. Sonradan  eziyet haline geldi, bir telaş eder ,bir panik yapar oldum. Çocukların okul zamanları onları getirip götürüyordum rahat rahat. Şimdi tedirgin oluyorum direksiyonda. Belki çok fazla trafik olması beni korkuttu bilmiyorum ama bunu aşmak ,tıpkı ilk zamanlar olduğu gibi/bu aralar en büyük isteğim galiba. Çünkü iyi gün var ,kötü gün var. Eve ikinci bir şoför lazım.  Tabi zor zamanlarda yine oturuyoruz sol koltuğa ama mecbur olununca. Acaba diyorum yaş ilerledikçe eski korkular yüzeye mi çıkıyor yine yeniden. Var mı böyle sonradan olan telaşlarınız, endişeleriniz sizin de ey güzel okuyucum?

Böyle işte, bol bulutlu manzaralı soğuk mu soğuk bir hava da bunlar geçti kalemden. Dışarda gaklayan martı ve kargalara da takılsa da arada kafam yine de bir şeyler yazmak iyi geliyor. 
Hepinize güzel bir pazar olsun...
Kestim..