Ekşi Mayalı Ekmek

Bu kavanozda görülen ufak kabarcıklarla dolu, hafif ekşimsi  koku yayan hamur kütlesi, benim gözüm gibi baktığım, her gün usanmaksızın  besleyip, suyunu hiç ihmal etmediğim Evlat isimli mayam. Kendisi neredeyse 8 ayı bitirdi. Gün aşırı ekmek pişiriyorum. Şimdi çocuklarda yok bize iki -üç gün yetiyor. Sabah kahvaltılarda biraz fazla kaçıyor olabilir ,ama gün içinde ekmek tüketmiyoruz. Poğaça ,kek falan onlarla idare ediyoruz:) İlla unlu mamulle haşır neşir olacağız, seviyoruz, karbonhidrat alımını, elde değil. Tuzlu ve ekşiyi her zaman tatlıya tercih etmişimdir. Mesela limona tuz döküp yemeyi küçükken çok severdim. Limon dayanmazdı bana. Tabi ki o zamanki limonlar şimdiki suyu çıkmayan ,ilaçlı ya da mayer adı altında satılan mandalina mı limon mu belli olmayan cinslerden değildi. İnce kabuklu, bol sulu limonlar.Hey gidi hey, limonlar bile değişti.Efendime söyleyim ,neyse zamanla tuzun ne kadar zararlı olabileceğini öğrenince tuz-limon keyfini bıraktım. Hamur işlerinde de öyle, nefse hakim olmayı, az yemeyi, doymadan sofradan kalkmayı şiar edindim,eşime de ettirdim.
Ekmek yapmak için ; *3 su bardağı beyaz unu, *2 su bardağı tam buğday un, *1 tatlı kaşığı tuz, *bir tatlı kaşığı kadar bal, *1,5 bardak su ve 3 çorba kaşığı kadar maya ile güzel bir hamur haline gelene kadar yoğuruyoruz. 
Ben bu aşamada, hamur yoğurma makinemden yardım alıyorum. Çok memnunum kendisinden. Kollarımı yormuyor. Aslında ekmek yapmak aklımın ucundan geçmezdi, bu aleti alırken. Ama şimdi neredeyse sadece ekmek yapmak için kullanıyorum. Köfte yoğurmada da işe yarıyor. İyi ki almışım, çünkü talep artınca sadece bir yılda, fiyatı iki katına çıkmış. Şaşırdık mı? Tabii ki hayır. Neyin fiyatı artmadı ki. Marketlerde bir kere aldığınız malı, bir ikinciye aynı fiyatta alabilmeniz çok zor. 
Güzelce karılan hamurumuz, hafifçe zeytinyağ ile yağlanmış cam bir kaba alınıp,2-3 saat bekledikten sonra katlama işlemine başlanır. Bunun usulleri var, ben hamuru alta doğru,  iki saatte bir katlıyorum. Yaklaşık 6-7 saat sonrasında hamur, 2-3 misli kabarıyor. Hatta üzerinde mayalandığını net gösteren baloncuklar oluşuyor. Sonra  hamurumuzu tüm geceyi sakince geçireceği buzdolabına alıyoruz. Pişireceğimiz şekilde ,yuvarlak, tostoparlak yaparak, başka bir kabın içine koyarak. Bunun için özel bambu kaseler var, ben evde olanlarla idare edip, cam bir kaseyi kullanıyorum. 
Ertesi sabah, buzdolabında bekleyip, yine de kabarmaya devam eden ekmek hamurunu, fırına dayanıklı bir kabın içerisinde, 20 dakika üstü kapalı olarak, 25 dakika da üzerindeki kapak alınıp ,üzeri açık olarak, 200 derece ısıda pişiriyoruz. 
Sonra mis gibi kokan, puf puf kabaran ekşi mayalı ekmeğimizi fırından çıkarıp, tel bir ızgaranın üzerinde (alt kısmı nemlenmesin diye) yaklaşık üç saat soğumaya bırakıyoruz. Ekmek bu arada sıcağıyla, için için pişmeye devam ettiğinden dolayı, iyice soğumadan da kesmeye kalkmıyoruz. 
Sonrasında ekmeğimiz,soframızda afiyetle yenilmeye hazır. Ekmek yapımı işi ile ilgili ,sayısını tahmin edemeyeceğim kadar sosyal medya hesabı var. Youtubesi ayrı, instagram videoaları ayrı.Ekmek pişirirken kullanılan alet edavat konusu da tamamen bir sektöre dönmüş. Ekmeğin üzerine şekil vermek için kullanılan jilet ile ilgili aparatlar, şekil veren bambu kaseler, pişirmek için döküm tencereler ,kalıplar vs. vs. Ama niyet ettikten sonra eldeki /evdeki araç gereçlerle de gayet güzel ekmek yapabilirsiniz. Yapmak ,kendi ekmeğini pişirip yemek şahane.  
Burada tek ilgi ve alaka göstereceğiniz,önemseyeceğiniz olay; mayanız. Onu her daim beslemeyi, suyunu ,ununu ihmal etmemeyi öğrenmelisiniz. Bir yere uzun süreli gidecekseniz, mayanız ne olacak? düşünmelisiniz. Ben yazın mayamı bir tepsiye yayarak kuruttum. Kıtır, yassı ,kupkuru oldu. Onları kırıp bir kavanoza koydum. Tatil dönüşü de su ile besleyip canlanmasını sağladım. Hala bir parça kurutulmuşu dolapta duruyor. 
Anlayacağınız maya önemli.. En önemli..

Aşı..

 Dün, babamı aşı olmaya götürdük. 

Aşı gelecek, ne zaman gelecek, hangi aşı gelecek, kaç fazlık denemesi yapılmış falan ,filan derken aşılama çalışmaları nihayet başladı.Ülkemizde önce sağlık çalışanları aşılandı, sonra da yaş sıralamasına göre vatandaşlara aşı uygulanmaya başlandı. ''Su küçüğün ,söz büyüğün'' lafını söyleyen bir millet olsak dahi ,aşı olayına büyüklerden başladık, sıralamayı büyükten küçüğe doğru yaptık.  Önce 90 yaş üzeri oldu , sonra babamların gruba yani 80-85 yaş aralığına sıra geldi. Tabi aşı için randevu alınması gerekiyor, biz bunun için MHRS(Merkezi Hastane Randevu Sistemi) üzerinden randevuyu oluşturduk. MHRS telefona yüklenebilen bir uygulama. Bu uygulama üzerinden sisteme girilince ,tüm randevu aşamalarını kolayca yapabiliyorsunuz, seçtiğiniz il ve ilçeye göre ,size en yakın Devlet Hastaneleri, anlaşmalı Özel Hastaneler karşınıza geliyor ve randevunuzu ona göre oluşturuyorsunuz. Bize çok yakın olduğu için seçtiğimiz Özel Hasteneye bir gün sonrası için randevu aldık. Zaten randevular ya aynı gün içerisinde ya da bir sonraki gün için alınabiliyor. Bir kaç gün sonra alayım , deseniz, öyle bir seçenek yok.


Tabii ki tam saatinden önce gittik. Hava da bir yağmurlu, şakır şakır yağıyor. Hastanenin ayrı bir binasının, hemen giriş katında, aşı odaları oluşturmuşlar. Hemen ilgileniyorlar. Hemşire babamın ismini sordu, sonra kendi telefonundan bir takım şeyler yaptı ve hemen ''Onayınız geldi, buyurun içeri'' diyerek ,bizi içeri aldı. Sol koldan , hiç sıkıntısız, (çok şükür) aşıyı oldu babam. Sonra kimliğini bir deftere kaydetti ve bize aşı olduğumuza dair el yazısı ile hazırlanmış bir kağıt verdi. İkinci doz için ise ,önümüzdeki ay ,bu günden 3 gün öncesinden başlayıp ,3 gün sonrasına kadar randevu alabileceğimizi söyledi. Bir takım hafif şikayetler olabileceğini, baş ağrısı, kol ağrısı gibi. Bunlar karşısında ağrı kesici alabileceğimizi ,geçmezse, derhal hastaneye gelmemizi tembihledi.'' Şimdi dışarda yarım saat kadar bekle amcacım'', diye bizi güleryüzle uğurlarken ,sabırsızlıkla kapıda bekleyen diğer hastayı başka bir odaya yönlendirmişti bile. Biz bekleme holüne çıktık. Hava yağmurlu, dışarda bekleme imkanı yok. Hem aşı olmak için , hem aşı olan kişiler çokta büyük olmayan bu holde bekliyor. Gerçi giriş kapısının açıldığı yerde burası ve otomatik açılır-kapanır kapı sayesinde sık sık havalanıyor. Ama yine de insan bir tedirgin olmuyor değil, aşı olunduktan sonra böyle bir hastane ortamında bu kadar kalınmasından. Neyse elimde fısfıs ,ha bre sıkıp sıkıp elimize kolumuza etrafa, bekledik yarım saat. Bu arada büyüklerimiz, genelde evlatları ile sessiz sedasız gelip, aşılarını olmaya devam ettiler. Aşı olanlar, sol kollarını yoklayarak bekleştiler. 

Bu gün itibariyle sıra 75-79 yaş aralığına geldi. Sanırım aynı telaşı annemle de yaşayacağız, bundan sonraki grupta. Tereddütsüz biz gidip aşıyı babama yaptırdık. Tabii ki kendi karar verdi, şahsen hiç fikrimi söylemedim, etkilenmezdi belki. Belki de etkilenirdi. Etrafımızda yaptıran başka büyüklerde oldu. Umarım herkese sifa olur, aşısı bulunan bu hastalığın ilacı da bir an evvel bulunur. Aşıyı başka ülkeler buldu, keşke bizim insanlarımız da ilacı bulsalar, onun için çalışıyor, destekleniyor, teşvik ediliyor olsalar. Değil mi? Ülke kısır siyasi çatışmalar, boş konuşmalardan çıkıp ,bilimsel konularla ilgili çalışmaların gündem olduğu bir yer olsa. Hayal etmesi bile güzel. 

Bakalım aşılar bize yetecek mi, sıra bize de gelecek mi?

Herkese sağlıklı günler..

Elma ve Tarçın

Elmalı Kek
En sevdiğimiz elmalı kek;
*2 yumurta 
* 1 su bardağı toz şeker;
iyice çırpılacak .Yumurtalar kesinlikle oda ısında olmalı.
 
*1 çay bardağı yoğurt
*125 gr eritilmiş tereyağ 
Sırayla,önce yoğurt, sonra yağ, koyu boza kıvamına gelmiş yumurta şeker karışımına ilave edilir ,çırpmaya devam.

*2 su bardağı un 
*yarım paket kabartma tozu 
*vanilya
Elenerek, sıvı karışıma ilave edilir.Hamur küçük bir cam kalıba yayılır. 

*1 büyücek elma
ince ince dilimlenip,hamurun üzerine dizilir. Önceden ısıtılmış 170 derece fırında 20 dakikada çayın yanına ikram edilmeye hazır hale gelir.

Ağzınızın tadı bol olsun, afiyet olsun.

Azizler , izlediniz mi?


 Filmin oyuncularının isimlerini okuyunca, seyretmek için sabırsızlandım. Kimler yok ki; Engin Günaydın, Haluk Bilginer, Binnur Kaya, İlker Aksum, Fatih Artman,İrem Sak,Öner Erkan.. Hatta Halit Ergenç ve Bergüzar Korel bile var bir sahnede. 

Ancak beğendiğim bu kadar oyuncu ile çevrilen  film, bana göre çıkmadı. Bir takım sıkıntılı, üzücü insan yaşamlarını, araya komedi katmaya çalışarak anlatmak istemiş filmi yapanlar. Ama komedi, komedi gibi değil. Evet bu da kara mizah denilen bir tür ,ama galiba ben bir seyirci olarak açık açık anlatılan konuları seviyorum hele ki film 'komedi 'diye etiketlendiyse. Konuyu dolanan  filmleri izlemek hoşuma gitmiyor. Olayları bilmece gibi anlatmaları ,bu böyle mi acaba, sonunda şöyle mi olacak ki? diye diye bir film izlemek ancak gerilim ve polisiye de heyecanlı oluyor. İrem Sak filmin başından sonuna ''kolye nerde'' dedikçe , bir fena oldum. Anlayana kadar ,bir hal olduk filmi.  

Neyi anlayacağız filmden derseniz, ya da ben ne anlamışım; insanların yalnızlığını, plaza insanlarının ''hoş''luğu , çocukların popüler kültür sonucu ne hale geldiğini, ailelerin çocukların kölesi olduğunu , yalan kötüdür, dostluk her şeydir ama yoktur. Yalnız filmden baya mesaj çıkarmışım ben. Bu sefer sonuna kadar seyrettim çünkü..  9 Kere Leyla'ya dayanamamıştım. Filmde bir çocuk var, evlerden uzak. Abartıda son nokta. Yalnız çocuğa doktorun koyduğu ''Denyo'' teşhisi , bu da espri mi, ne oluyor yani, bu ne  şimdi, falan dedirtti. Kolye nerde, kolye nerde, diye başlayacaktım bende ..

 Eşimin son cümlesi ,

-'' sabah sabah seyrettirdin bana bunu ya!!''  

ile ''The End'' oldu film.

Beğenenlerde vardır , bu benim düşüncelerim, emeklerine sağlık diyelim, sinemacıların . Filmler ve diziler olmasa, bu evde kapalı günlerimiz çok daha kasvet içerisinde geçerdi ,eminim. Ben yine ,dizilerime devam edeyim. Ozark'ı izliyorum, 1. sezondayım..



Ağaç Ev Sohbetleri #73 ( Köyde Okul)

Konu; Eğitim. 

          Sizin okullu olduğunuz zamanlarla günümüzdeki eğitim öğretimi kıyasladığınızda neler düşünüyorsunuz? Nelerin değişmesini ya da nelerin gelmesini istersiniz? İlkokul öğretmeninizi hatırlıyor musunuz? Unutulmayan yönleri nelerdi?Okul yaşamınızda sizi olumlu etkileyen kaç öğretmeniniz oldu,neler yaptılar?

Konuyu gündeme getiren :  Makbule Abalı  


''..İlkokul öğretmenimiz İdris Doğru isimli bir beydi.Çok bilgili,kültürlü,babacan bir beydi. Gerçi arada disiplini kızılcık sopasıyla da sağladığı oluyordu. Aynı zamanda imamlık yapardı. Okul da zaten caminin bitişiğindeydi. Okul dediğime bakmayın, öyle bina canlanmasın gözünüzde. Tek katlı ,büyücek bir salon işte. Salona girişte sol tarafta sıra sıra beş on tahta sıra arka arkaya dizili. İlk sırada kızlı erkekli birinci sınıf öğrencileri, yanındaki dizinde ikinci sınıflar, onun yanında üçler, sonra dörtler işte beşinci sınıfa kadar tek salonda, aynı sınıfta okuyoruz. Duvarda kocaman iki karatahta yanyana asılı. Sağ tarafta öğretmen masasının yanındaki duvarda Atatürk resmi, onun yanında Türkiye Haritası asılı. Salonun orta yerinde kocaman bir odun sobası var. İşte beş sınıfa birden İdris Hoca bu sınıfta ders verirdi. Camii de imamlık yapan İdris Hoca ile yıllar sonra Bursa'da Tophane'de bir camide karşılaştım. İmamlık yapıyordu, vaazını dinlemek nasib oldu..   

İlkokul çağları böylece köyde geçti. O zamanlar Gebze Çayırova'da köy çocuklarının tarım alanında bilgilenip yetişmesini sağlayan, çağdaş çiftçiliği öğreten, sonra da köylerine geri gönderen bir okul varmış. Babam İbrahim ve beni ilkokulu bitirince bu okula göndermek istedi. Babamın bu çabası için Bursa'ya geldik.Tahtakele'de karşılaştığımız Osman Peker ayaküstü sohbet esnasında babamı ikna ederek, bu sevdadan vazgeçiriverdi. Ki hayatımın dönemeçlerinden,yol ayrımlarından biridir. Babamın ikna olmasının en büyük nedeni toprağımızın az olmasıydı. Osman amca ,babama bizi ortaokula kaydettirmesin söyledi. Babamda bizi Temenyedeki ,sanırım hala faal olan, Bursa Çelebi Mehmet Ortaokuluna kaydettirdi. Babam köyde yaşadığı için nerede kalacağımız sorunu vardı.Bu aralarda yeni evlenen Emine halamlar Bursa'ya yerleşmişti. Onun yanında kalabilirdik. Tophane'de Yerkapı'da ,Kaleboyunda bir evde yaşıyorlardı. Hatice ablamda bizimle gelecek bize bakacak, halama da yardım edecekti. Evin bahçesindeki odunluk olarak kullanılan müştemilat onarıldı, boyandı bizim için hazırlandı. Çok karanlık bir yerdi. Emnine halamların komşusu polis memurunun oğlu Coşkun'da bizimle aynı okula gidiyordu. Her sabah üçümüz yürüyerek Temenyedeki okulumuza gidip gelmeye başladık. Benim okul numaram 546 ,kardeşiminki 545 idi. Bu numaralı okul kimliklerimizi aldık. Bize okul için forma aldılar. Tabi dar bütçelerimize göre idi kıyafetlerimiz.Ama,kimin umurunda  yeni kimlikler, yeni arkadaşlar, yeni kıyafetler bizim çok çok hoşumuza gitti. 

Ortaokulda sosyal yönlerim çok iyiydi. Törenlerde şiirler okurdum, izcilik grubuna katıldım.Halamın torunu Zeki'de benimle aynı okula gidiyordu. O zamanlar sınıflar odun sobası ile ısıtılıyordu.Zeki ile birlikte odunluktaki kısa kesilmiş odunları ,sobaya atılacak hale getirirdik. Tahminen üç ton kadar vardı odunlar. Bunun karşılığında bize elli kuruş vermişlerdi. Ortaokul yıllarım maddi olarak türlü zorluklar içinde geçti.Ama bir hayalim vardı. Ortaokulu bitirip  Işıklar Askeri Lisesine girebilmek..''

M.Albayrak


 Eğitim konusunda hem  öğrenci olarak kendi dönemimi ,hem veli olarak çocuklarımın dönemini kıyaslayabiliyorum. İnanın en çok değişen, en düzensiz, en deneme tahtası gibi olan dönem ;çocuklarımın dönemi. Şimdi yaşananları hele hiç konuya karıştırmıyorum. Ayrı bir alem.

 Bir de yukarıda okuduğunuz babamların dönemi var.Günümüzün sorunlarını ,daha yakından yaşayanlara öğrenci ve velilere bırakıp, konu için daha eskilere gidip, oradan kıyas yapmak istedim. Bir nevi zaman yolculuğu ile bu sorulara ben değil babamın anıları  olsun cevabım..

Uyandırılmış Toprak 2. cilt :Don Kıyısında Hasat

Epeydir elimde olan kitabımı bitirdim. Mihail Şolohov'un  Uyandırılmış Toprak  isimli romanının 2. cildi de bitti. Biraz ağır okudum ne de olsa 543 sayfa.Sindirerek okumak gereken bir kitap. 
Birinci ciltte Stalin isimli kolhozun (ortak tarım yapılan birlikler) kurulduğu Gremyaçiy Log köyünde hayat normal akışına kavuşmuş, insanlar nihayet kooperatifleşme olayına alışmış, ortak tarım ve hayvancılık uygulanmaya başlanmıştır. Artık bu kitapta köy halkının insanlarının hayatları,aşkları,hırsları, köyün yaz aylarındaki güzelliği, tarla çalışmaları, ahalinin birbiri ile olan ilişkileri ayrıntıları ile anlatılmış. Romanın ikinci cildi ,birincisine göre daha güzel ,daha akıcı, su gibi gidiyor. Anlatılanlar eğlenceli. Tasvirler inanılmaz.Hiç bilmediğiniz bir coğrafyayı, gözünüzün önüne resmediyor. Fakat roman kahramanı için kitap pek güzel bir sonla bitmiyor. Hüzünlü bir son.
Usta bir yazar okumanın keyfini çıkardığım bir kitabı bitirdim, şimdi sırada başka bir  Nobel ödüllü kitap var..
  
Mihail Şolohov: 1905-1984  Annesi bir Kazak, babası Orta Rusya'dan. İlk hikayesi 19 yaşındayken yazdığı 'Doğum Lekesi'. İlk romanı 1. Dünya Savaşı ve İç Savaş yıllarındaki Kazak'ları anlattığı Don Hikayeleri. Aynı yıl yani 1926 da en ünlü romanı 'Ve Durgun Akardı Don' adlı romanı yazmaya başlamış ve 14 yılda bitirmiş. Stalin Nişanı'na layık görülmüş. 28 yılda yazdığı 'Uyandırılmış Toprak' isimli iki ciltlik romanı ile de Lenin Nişanı 'nı verilmiş. Nobel Edebiyat Ödülü'nü 1965 yılında almış.

Ağaç Ev Sohbetleri #72

 

Haftanın Konusu;                     Hepimizin fark ettiği gibi iklim hissedilir derecede değişti. Peki sizce bu değişim ülkemizde ya da sizin yaşadığınız alanda/şehirde yarattığı en büyük etki ne? Bu saatten sonra geri dönüş olur mu?

Haftanın Konusunu belirleyen; Kayıp Fısıltı

Coğrafi bilgi olarak bakarsak önce iklim nedir? diyelim; 

İklim, bir coğrafyadaki hava, nem, yağış, sıcaklık gibi meteorolojik olayların, uzun süreli gözlemlenmesi ile belirlenen ortalama durumdur. Hava durumu ile farkı, birisi günlük ya da haftalık ise iklim o yerin uzun süreli genel hava durumudur, diyebiliriz. Yedi coğrafi bölgeye ayrılan ülkemizde de her bölgede gözlemlenen farklı iklimler vardır. Akdeniz iklimi, Karadeniz iklimi vs. 

Lise yıllarımdan kalan bilgi mesela; Yazlar sıcak ve kurak ,kışlar soğuk ve yağışlı. Neresi bu? Tabii ki İç Anadolu'da görülen karasal iklim. Karadeniz bol yağışlıdır, Akdeniz her daim sıcaktır, Doğu yazları kısa, kışları bol karlıdır. Her bölgede farklı bir iklim hüküm sürer. 

Son yıllarda küresel ısınma, iklim değişiklikleri gibi bir takım yeni durumlar okuyoruz. Bunlar mesleki ve bilimsel konular. Biz sadece çevremizdeki hava durumunu değerlendiriyoruz ki iklim değişikliği  tarım arazilerinde, kırsal bölgelerde ,daha çok etki yaratacak bir durumdur sanırım. Yağmurların az yağması kadar ,çok yağması, seller taşkınlar da tehlike yaratır. Şehirlerde yaşayanlar plansız düzensiz yerleşimlerin sonucu, susuzluk çekebilir, enerji sıkıntısı çekebiliriz. Bunların çoğu doğanın, iklimin değil insanın düşüncesiz, kımıl gibi zararlı hallerinden dolayıdır. Yoksa doğanın bir şekilde bir düzeni olduğunu, dönem dönem bolluk bereket, dönem dönem yokluk, kıtlık gösterebileceğini düşünüyorum. Dünya havasıyla, suyuyla, iklimleriyle bize her türlü yaşama şansını sunuyor. Bunlara zarar vermeden yaşamayı öğrenmeliyiz. Bu dünya da yaşayan canlılar olarak bizim uyum sağlamamız, çare ve tedbirlerini alıp, tabiata saygı göstermemiz, çevre ve doğayı koruma bilinci yüksek nesiller yetiştirmemiz gerekiyor. Aksi halde yandık, bittik, kuraklık geliyor, kıtlık geliyor diye feveran edip dururuz.

İklim konusu tamamen bilimsel bir konu, özel bilgi sahibi olunması gereken bir konu. Biz sadece coğrafya derslerinden kalan bilgilerle ,bir de hava durumunda söylenenlerle idare ediyoruz. /mesleği ve özel ilgisi olanlar hariç/Tamamen bir iklim değişikliğine şahit olduk, diyebilmek için ,sanırım çok fazla hayatta kalmamız lazım.  

Hepimiz kendi coğrafyamızda, kendi bozulmamış iklimimizde ,tüm sunulanların değerini bilip yaşarız ,geleceğe de güzel şeyler bırakırız, diye umud ediyorum..

 



 

  

🐱🐈 gel pisi pisi

Sahiller kedilere, martılara, kargalara ,sokak köpeklerine kaldı. Oysa ender rastlanacak sıcaklıkta bir Ocak ayı başlangıcı yaşıyoruz.  Ayın üçüncü günü bugün, sıcaklık bahar aylarındaki gibi. Kısıtlama olmasaydı kimbilir ne kalabalık olurdu sahil.

Çaylarımızı balkonda içiyoruz,sıcaklık 23 derece.Keyif yapıyor gibiyim ama yılın ilk günü arıza ile başladı. Bismillah dedim, mala gelsin cana geleceğine tabii ki. Çamaşır makinası su akıtmaya başladı, neyse ki servisler çalışıyormuş. Hemen gelip baktılar, halloldu. Bazı eşyalar evin temel direği gibi, bulaşık makinası bozulsa o kadar dert etmem ama çamaşır makinası öyle değil. Dert ederim.
Bu fotoğraflar aralık ayının son gününden.Tıpkı bugünkü gibi hava durumu. Sahil kedileri mayışmış, güneşin tadını çıkartıyor.  Baksanıza kayaların arasındaki otlar bile sararmadı, kurumadı, sanki bahar tazeliğinde, yeşil yeşil duruyor.

Kediler sahilimizin simgeleri gibi. Her taşın altından çıkıyorlar. Çoğu yere kartondan, suntalardan kedi evleri yapıp bırakılmış. Kullanıyorlar mı? bilmiyorum kediler hakkında bilgim olduğunu söyleyemem ama çevremde pek çok kişinin kedisi var ,kedileri olanlar onları çok seviyor. Ben uzaktan seviyorum:) Bu kedi resimlerini çektiğim gün, öğleden sonra oğlumla telefonda konuştuk. Kendisi Bursa'da yaşıyor, okuyor.
'' anne dün ,ne oldu biliyor musun '', dedi.
 ''Hayırdır'' 
''Tam uzandım ,azıcık kestiricem, baktım yanımda bir kedi ''
''aaaa!!!'' 
''Cam açıktı, oradan giriyor arada içeri , ama yatağıma çıkmaya cesaret etmemişti.''
(demek daha önceden beri geliyor) Evleri giriş katta. Pencereyi açık bulunca evi ziyaret etmeye başlamış arada. Gençler de balkona yem koymuş, yastıkla falan yer yapmışlar. Ama yine eve girip ,duruyormuş . Zorla kendini eve aldırmış yumurcak.'' Sanki eğitimli'' diyor, ''nereyi gösterirsek orada yatıyor'' diye de anlatmaya devam ediyor. Anlaşılan benim evde istemediğim bir olayı ,bana usul usul anlatmanın yolunu bulmuş, kedi epeydir misafirleriymiş anlaşılan. Bana yeni söylüyor . Karantina günlerinde üçüncü bir ev arkadaşı bulmuşlar kendilerine. Ne diyebilirim ki. Kendi hayatları. Zaten bana arada söylerler , kendi evimiz olunca kedi alırız biz evimize  ,diye. Bu sözü çocukken eve kedi ,köpek almamam neticesinde duymuştum. Ben korkuyorum, bakamam, sorumluluk ister aynı zamanda ,derdim dururdum. Hala aynı yerde duruyorum. Ama onlar, artık yetişkin alsınlar evlerine tabi, nasıl isterlerse. Telefonda gösterdi kediyi bana da , 4. resimdekine benziyor biraz.Sevimli. Bu konuda anne tembihlerimi sıralayacaktım yine  ama ,sustum:) 
Evlatlar mutluysa ,anneler daha mutlu. 

Güzel bir kısıtlanmış pazar günü dilerim hepimize...