Ermenek İlçesi ve Alahan Manastırı

Bazen kendinizi memleketin adını daha önce duymadığınız bir cennet parçasında bulursunuz. Buralara yolunuzun düşeceği aklınıza gelmez ama bir bakarsınız ki oradasınızdır. Ermenek ,Karaman iline bağlı bir ilçe. Karaman'ın bu ilçesine gelmek için başka bir ilin, Mersin'in sınırlarından geçiyorsunuz. Zaten tarih içinde Mersin'e, bir ara Konya'ya sonrasında da Karaman'a bağlanmış. Geçmiş zamanlarda Karamanoğulları Beyliğine  başkentlik yapmış. Çok yükseklerde ,Torosların yamaçlarında kurulmuş, az nüfuslu bir ilçe. Ermenek baraj gölüne yükseklerden bakar bir konumda. 
Göksu nehri üzerindeki Ermenek baraj gölüne Turkuaz göl de deniliyor. Gerçekten rengi mücevher gibi, parlak, net, şahane bir mavi. Baraj gölü üzerinde belediye  yaklaşık bir saat süren tekne turları düzenliyor. Göl kenarına piknik alanları da düzenlenmiş. Şahane.
Ermenek'in ziyaret edilecek  pek çok tarihi , doğal alanları var. Bunlardan biri 1339 yılında Karamanoğulları tarafından yaptırılan Tol Medrese. 
Ermenek'te Selçuklu Otel de kaldık ki bu civarda böyle güzel manzaralı, temiz, ferah bakımlı bir otel ummuyordum.
Alahan Manastırı;

 
Öncesinde Mersin'in Mut ilçesinde bulunan Alahan manastırını gezdik. Torosların zirvesinde, o kadar yüksek bir rakımda nasıl böyle bir manastır yapılmış, inanılmaz. Yolu ana yoldan bir on dakika sürüyor ,nasıl bir virajlı ve dar yoldur anlatılmaz yaşanır. Beşinci yüzyılda Bizanslar tarafından inşaa edildiği düşünülmekle birlikte 17. Yüzyıl gezgin Evliya Çelebi burayı gördüğünde''Sanki usta elinden yeni çıkmış gibi bir manastır'' diye belirtmiş. Uzun süre ayakta kalmış bu yapıda giriş kapısı olduğu düşünülen sütunlarda melek Mikail ve Cebrail tasvir edilmiş.
Bu yapı Dünya Kültür Mirası aday listesine eklenmiştir.

Ve yolculuğumuzun son aşamasında yine Toros dağlarında çok güzel köy ve ilçelerden fakat oldukça virajlı yollardan sonra Göksu şelalesinin muhteşem manzarasını seyrederek keyifli bir mola verdik. Şelalenin civarında ,yöre halkı çilek yetiştiriciliği yapıyor ve çocukken yediğim çileklerin tadını tekrar bulmak beni mest etti.  Tabi bu doğal ortamda yetişmiş gerçek çilekleri İstanbul'da bulup yiyebilir miyiz? Zor. 


Siz Olsanız Ne Yapardınız?..


         Canımız sıkıldı hava da güzel, eski semtimizi dolaşalım dedik. İlk evlendiğimizde bir yıl kadar oturduğumuz , eşimin daha önce yaşadığı yer;Pendik. Şimdi o kadar kalabalık ki, çarşıda omuz omuza yürüyorsunuz. Pendik eski tarihlerden beri çok kalabalık canlı bir ilçedir. Anneannem 'Pendik'in köyleri çok, herkes alışverişe oraya geliyor , ondan.'' derdi. Gerçekten alışveriş anlamında iyidir, ne ararsanız İstanbul'a inmenize gerek kalmadan bulursunuz. Şimdi köyleri oldu şehir, etrafı yeni yeni semtlerle dolu koca bir ilçe. 
         Canlı, kalabalık sokak aralarında dolaşırken eskiden gittiğimiz mantıcının yeni yerine denk geldik. Karnımızda acıkmıştı ve mantı en çok sevdiğim yemeklerden. İçerisi ferah, masalar dolu, biz cam kenarında masaya geçtik. Mantılarımızı ve paylaşmak üzere bir adet çi böreğimizi sipariş ettik. Evde  mantı yapılınca kalan hamur mutlaka çiğ börek olarak kızartılır. Mantıdan önce birer tane yenir,böyle bir usul var . Mantıcılarda çiğ börek bulunur genelde, burada içli köfte de vardı ekstra. Lokantanın menüsü bu kadar. Mantı, çi börek ve içli köfte. İsmine uygun, başka çeşitlemelere girmeyen sadece en iyi bildiğini yapan lokantaları seviyorum.
         Konuyu dağıtmayayım, mantılarımızı yedik, kalkacağız , öyle boş muhabbet ediyoruz. Çapraz masadan amca, amca diye bir kadın sesleniyor. Eşimin arkası dönük ,ben yandan görüyorum bize sesleniyor. Acaba dedim eşim bir şey mi düşürdü, öyle bir ses tonu ile geliyor ''amca, amca'' Önce ben döndüm, kızın yan masasında iki kadın onlarda şaşkın bir bize bir kıza baktı. Eşim de arkasını dönünce;
'Amca param çıkmadı, sen öder misin hesabımı''!!!!!!!!!
Yan masadaki kadın'' Bu ne şimdi, sosyal deney mi yapıyorlar'' dedi.
Kız normal giyimli, kocaman siyah gözlükleri, kulağında kablosuz beyaz kulaklıklar, siyah uzun saçlar bakımlı , hiç öyle parasız gibi durmuyor . Üstelik geldiğimizden beri de o orta masada oturmuş, telefonu ile ilgileniyor, arada benim mantım nerede kaldı, diye söyleniyordu. Bir yere girdiğimde genel huyum, etrafı ,oturanları mutlaka incelerim. Onu da görmüştüm. Ama sonunda hesabı bize kalacağını hiç aklımdan geçirmemiştim. 
Tabii ki benim beyim eli açık ve merhamet duygusu fazladır, ''Paran mı yok, tamam , öderiz'' falan gibi bir şeyler söyledi, şaşkınlıktan kelimeleri tam hatırlayamıyorum. Bunu duyan kız garsona ''hesabı amca ödeyecek '' diye söyleyip , koştur koştur çıkıp gitti. 
Biz de  şaşkın şakın gidip hesabı ödedik , çıktık. Olayı anlamlandırmaya çalışıyorduk kendi aramızda ki epey uzaklaştığımız lokantaya doğru dönüp bakasım geldi. Kız geri dönmüş, kapıdan bir şeyler söylüyordu..Belki de gidip para alıp bir yerden gelmişti, bilemiyorum, bizim için muamma olarak kaldı. Dolandırıldık mı, yardım mı ettik hala bilmiyoruz.
Başımızın gözümüzün sadakası olsun deyip, geçtik.
Siz olsanız ne yapardınız acaba sevgili okuyucu?
Merak ettim:))

İzmir'in güzel ilçeleri; Tire ,Ödemiş ve Güzel Bir Köy; Birgi

Sabah erken saatlerde Tire'ye ulaştık. Pırıl pırıl , yeşil bakımlı bir parkın içerisinde yer alan Tire şehir müzesinde bir gezi yaptık. Eski el sanatlarını devam ettirmeye çalışan emekçi zanaatkarlardan bilgiler aldık. Evet bazı bölümlerde manken kullanılmışken, üç dört emekçi canlı olarak burada zanaatlarını , hünerlerini sergilemekte, bilgi vermekte. Çok hoş bir durum olmuş bu müze açısından, daha önce rastlamamıştım. Hem zanaatlarını nasıl yaptıklarını görüyor, yapımı ile ilgili bilgi alabiliyor, hem de el emeği göz nuru  ürünlerinden satın alabiliyorsunuz.







 
Sonrasında yine çok beğendiğim köylerden birine; Birgi'ye ulaştık. Burada daha önce bir kaç dizi de çekilmiş ,bunlardan Yeşil Deniz en bilinenleri imiş. Hatta çekildiği evi merak edip görmek isteyenler oldu. Diziler bazı yörelerin tanınmasına vesile oluyor, köyde yaşayanlara da bir çok açıdan katkı sağlıyor. Birgi'de ulu bir çınaraltında sade kahvelerimizi içip, mekanda satılan ve sahibinin kırıp kırıp ikram ettiği şahane lezzetli bademlerden hem yedik hem eve de götürmek üzere aldık.




Köyde yaşayanlar evlerini gelen turistlere açmış, çay kahve ikram ediyor, nefis otlu gözlemeler yapıp satıyorlar. Bol ısırganlı, taze soğanlı, ıspanaklı ve kendi yaptıkları peynirli gözlemelerin tadına bakmadan geçmedik elbet. Köyde ceviz ağaçları, kestane ağaçları var, bir Bursa'lı olarak kestanenin burada da üretiminin çok olduğunu görmek beni şaşırttı, hatta artık Bursa'da pek de bulunmayan kestane şekerini burada rahatça bulmak hoşuma gitti.
Birgi köyünde bulunan Çakırağa Konağı Müzesi öğlen tatili dolayısı ile kapalı idi. Biraz bekledik, kuyruk oluştu. Dolayısı ile biraz acele bir gezi oldu. Çakırağa Konağının sahibi Çakıroğlu Mehmet Bey iki hanımı için yaptırmış konağı. Çok zengin bir Beymiş, Konak üç katlı, ahşap. İki ayrı odada yaşayan hanımların biri İstanbullu ,diğeri İzmirliymiş. İstanbullu olanın odasının duvarında İstanbul resmedilmiş, İzmirli hatunun odasına da İzmir resmi yapılmış. Hanımlar memleket hasreti çekmesin diye. Ya! Romantik ve düşünceli bir beymiş Çakırağaoğlu Mehmet Bey:)



 
Sonrasında yolumuz yine sıkça adını duyduğum Bademler Tiyatrosuna düştü. Bademler Köyü zamanında burada sadece üç badem ağacı bulunduğundan dolayı bu ismi almış bir Alevi köyü. İlk yerleşildiğinde buranın hiç suyu yokmuş. Necati Cumali'nin buradaki anılarına dayanarak yazdığı Susuz Yaz hikayesi ,1963 yılında Metin Erksan tarafından bu köyde filme çekilmiş.Film ekibi 9 ay boyunca köyde yaşamış. Susuz Yaz filmi bir çok açıdan önemli bir film. Hülya Koçyiğit'in ilk filmi, Erol Taş'ın başrol olduğu ilk filmi.En önemlisi; Susuz Yaz ,1964 yılında Berlin Film festivalinde Altın Ayı ödülünü alarak ülkemize ilk uluslararası film ödülünü getirmiş. Ne acıdır ki film o yıllarda ülkemizde sansürden geçemeyip gösterime girememiş. Böyle de bir tezat.
Köy halkı günümüzde tanınmasını tiyatrosuna borçlu sanırım. Yıldız Kenter teknik ekibinin çalışması ile harika bir akustiğe sahip kocaman bir tiyatro salonları var ve köy halkı her yıl tiyatro eserleri sergiliyor, turnelere gidiyor ve bu konuda her geçen gün yeni başarılara imza atıyor.  





Bunca gezip dolaşmadan sonra Ödemiş'in pazarı var biraz dolaşalım enginar falan alalım dediler. Tabii ki meşhur Ödemiş köftesinin de tadına bakmadan geçemezdik. Yemeğimizi yedik, pazarımızı dolaştık, yorgunluk çaylarımızı da meydandaki çay bahçesinde içtik. 



Eski Doğanbey (Domatia)

Aydın iline bağlı Söke ilçesinin bir köyü olan Doğanbey, Dilek  Yarımadası Milli Parkı içerisinde yer alıyor. Gerçekten gezip görülesi bir yerleşim yeri. Yine mübadele döneminden önce Rumların yaşadığı köy, taş evleri, dar sokakları, çiçeklerle bezeli doğası, ulu ağaçları ile gözlerinizi ,kalbinizi kendisine hayran bırakacak güzellikte.
Eski Rum evleri yeni sahipleri tarafından onarımdan geçirilip, oturulur hale getirilmiş. Hepsi estetik anlayışına sahip, bakımlı. Öyle köyü garip dükkanlar, lokantalarla doldurmamışlar. 
Köyün girişinde eski Rum okulu, çevreyi tanıtan bir müze olarak düzenlenmiş.





Köy ,eko turizm açısından da ön planda. Yürüyüş parkurları mevcut.Değişik kuş ve hayvan türlerini görmeniz mümkün.Endemik bitki örtüsünün korunması için de gerekli tedbirler alınmış.Mesela Çan çiçekleri bu endemik bitki örtüsünden bir numune. Hafif tüylü taç yaprakları ile eflatunun en güzel hali  kaya parçalarının arasında, kaldırım kenarlarında nazlı nazlı açmaya başlamış. Aslında önümüzdeki haftalarda açması bekleniyormuş ama bizim şansımıza aceleci davranan bir kaç çan çiçeği resimlerimize konuk oldu, kendini gösterdi.


Gezilip görülmesi gereken yerlerden ,doğa güzeli eski Doğan Bey köyünün hep böyle kalmasını dileyerek dolaştım. Malum bazı güzel şeyleri bozmaya meraklı bir toplum olduk.
 

Taşkale Oryantiring Şampiyonası..

Spor yapmak çocuklar ve gençler için çok önemli. Bizim okul çağlarımızda beden dersleri olmazsa olmazdı ve önem verilirdi. Özellikle 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı hazırlıkları lise çağlarındaki gençler için ayrı bir önem kazanırdı. Gerçi o zamandan ufak ufak taktıkları konular ,alakasız şeyleri ilgi odağı haline getirmeye çalışmalar vardı da o konuya girmeden yazmak istiyorum. Çünkü güzel bir olaya denk geldik Karaman ilimize bağlı Taşkale'de. Taşkale'de ilginç tahıl ambarlarını görmeye gitmiştik ama bambaşka bir güzel etkinlikle karşılaştık.
Karaman'da Türk Dil Bayramı kapsamında özel bir Oryantiring Şampiyonası düzenlenmişti. Biz de Karaman gezimiz sırasında ödül törenine denk geldik. Akşamda yarışmaya katılan çocuklarla aynı otelde kaldığımızı öğrendik. Cıvıl cıvıllardı ,gençliğin ayrı bir enerjisi var, otel çok hareketliydi:) Yarış iki gün süreliymiş ve 800 kadar sporcu antranör ve hakemin katılımı ile gerçekleşmiş. 
 
Şimdi ben bu Oryantiring spor dalının ilk kez duydum. Duymamak değil öğrenmemek ayıptır, bakalım neymiş dedim hemen. Bunca çocuk küçücük yaşlarında bu sporla uğraşıyor üstelik şampiyonalarına katılıyor, öncelikle sevindim ülkemin gençleri adına. 
Oryantiring sporu, doğada belirli bir zaman içerisinde harita ve pusula ile yön bulmayı, belirlenen hedeflere ulaşmayı içeren  zihinsel ve fiziksel bir spor aktivitesi. Belirli kontrol noktalarını belirtilen sürede bulmaya çalışıyorsunuz. 
Genelde doğada yapılıyor, ormanlık alanlarda, kırlarda  ama şehirlerde de yapılabiliyor.
Genelde yaya olarak yapılsa da bisiklet ya da kayakla yapılan şekilleri de var.
Her yaş gurubu için ayrı kategoriler oluşturulmuş.Engelli bireyler içinde uygun bir spor.
Fiziksel çalışmayı gerektirdiği gibi yön bulma, strateji oluşturma ve karar verme yetilerini çalıştırmaya yardımcı bir spor dalı. 
Ülkemizde bu konuda faaliyet gösteren pek çok spor kulübü de kurulmuş. Gerçekten ilgi çekici bir spor. Mesela Karaman'da Taşkale 'de böyle bir etkinlik olduğu keşke daha çok gündem olsa imiş. Ülkemizde olan özellikle genç ve çocuklarla ilgili güzel şeylerin de olduğunu , yapıldığını bilmek mutlu ediyor, gençliğimiz açısından umut veriyor. Tebrik ediyorum düzenleyenleri.
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun.

Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ü rahmetle, minnetle anıyoruz. Bu gençler bu çocuklar onu hiç tanımasalar da onun izinden gitmeyi asla bırakmıyorlar. O'nun her dönemde geçerli fikirlerini ilelebet takip edecekler. Yaşasın milli bayramlarımız. 

Not; Karaman ili Taşkale ilçesinin Atatürk'ün baba soyunun geldiği yer olduğu söylenmekte.

Selçuk İlçesi Şirince Köyü..


Sevgili okuyucu, biraz yazılara ara verdim. Kendime yazdım, beklettim. Hem deprem, hem de bazı sağlık sorunları kafamı bulandırdı. Bu arada üç günlük  bir hafta sonu gezisi yaptık. Kıştan planladığım gezilerden ilkiydi. Cuma gidip pazar akşamı döndüğümüz, Ege'nin civarındaki köyleri,ufak kasaba ve yerleşim yerlerini kapsayan tatlı, huzur dolu bir bahar gezisi oldu.  Baharın en güzel ,havanın en yumuşak, yeşilin her tonunun doğaya hakim olduğu aylardayız. Bakalım Ege'de bahar nasıl yaşanıyormuş ,diye çıktık yola. 
İlk durağımız Efes Selçuk ilçesi oldu. İzmir'e bağlı hem tarihi, hem doğası, hem verimli tarım toprakları ile sakin bir ilçemiz. Dünyaca ünlü Efes harabeleri burada bulunuyor. Kaldırımlarında turunç ağaçları ekili. Portakal renkli turunç meyvelerinin ve çiçeklerinin dayanılmaz hafif, cazibeli kokusu etrafı sarmış. Mest ediyor ,iç açıyor, ferahlatıyor. Sonrasında bir sabahçı kahvesinde ,açık bulduğumuz fırından aldığımız nevalelerle sabah kahvaltımızı yaptık. Egenin meşhur poğaçası olan boyoz aldık,çıtır çıtır sıcak ve lezzetliydi.. 





 İlk durağımız Şirince köyü. Memleketin en popüler, tanınmış köylerinden. Özellikle 21 Aralık 2012 yılında Maya takvimine göre Marduk gezegeni dünyaya çarpacak ve kıyamet yaşanacaktı. Şirince bu kıyamette güvenli bölge olacak , buradaki insanlar kurtulacaktı. Bu efsane, bölgenin adını duyurmasına vesile oldu. Binlerce kişi bu köye akın etti. Oysa bu köy, dağların tepesinde bir yerde, efsaneye göre kırk kişi/aile tarafından kurulmuş bir Rum köyü. Kurucu aileler buraya yabancılar gelip gitsin istememişler. Adı Kırkınca olarak konulup ,zamanla önce Kirkince'ye sonra Çirkince'ye dönüşmüş ve yıllarca bu isimle anılmış. Burada yaşayan insanlar Çirkince ismini yöreden başkaları gelip yerleşmesin diye söylemişler, kendi yağları ile kavrulmuşlar, kendi kendilerine yaşamışlar uzunca yıllar . Mübadele yıllarında ,tabi her şey değişmiş , buradakiler gitmiş, buraya da  Yunanistan'dan gelen aileler yerleştirilmiş. Cumhuriyetin ilk yıllarında İzmir Valisi Kazım Dirik köyü ziyaret ediyor. Kendisini karşılayan bir ilkokul öğrencisinin okuduğu şiirinde köyünü Şirince olarak nitelemesinden etkileniyor.  Daha sonra da Çirkince olan köyün adını Şirince olarak değiştirtmiş. O gün bugün köyün daha doğrusu mahallenin ismi; Şirince. 

Şirince bağları, şarapları ,inciri, üzümü ile ünlü. 19.Yüzyılda inşaa edilmiş Aya Dimitri kilisesi bulunuyor, ziyarete açık. Aziz Nesin'in Matematik Köyü de bu bölgede.  Bunun dışında köyde çok fazla  kafe, pansiyon, lokanta, hediyelik eşya dükkanı mevcut. Yani bundan dolayı Şirince beni  pek cezbetmedi. Çok fazla turistik olmuş.Fiyatları pahalı. Yani pek hayal ettiğim gibi çıkmadı Şirince .