Nobel Edebiyat Ödüllü Yazarlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nobel Edebiyat Ödüllü Yazarlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Boşlukta Sallanan Adam



Yazar; Saul Bellow (1915-2005) Kanada doğumlu Amerikalı yazar. Nobel Edebiyat Ödülünü 1976 yılında almış.

Boşlukta Sallanan Adam
Türkçesi ;Neşe Olcaytu
Sayfa sayısı;215

Roman ,kahramanımız Joseph'in 1942 yılının 15 Aralık ve sonrası 9 Nisan  tarihleri arası günlükleri şeklinde yazılmış .Savaş dönemi  askere çağrılmayı bekleyen ,başkaca bir işi olmayan Joseph , karısı İva, yaşadıkları pansiyon müşterileri, sığ akraba ilişkileri,Joseph'in düşleri, yaşadıkları, iç dünyasının ışığında kahramanın ağzından anlatılmış romanda. Çoğunluğu insan ruh hali ile ilgili bir dönem kitabı belki ama yine tüm usta yazarlarda olduğu gibi Saul Bellow'un da zamansız duygu ve ilişkilerle örülü bir anlatımı ve yalın bir dili var. Çeviri de kitabın rahat okunmasını sağlıyor.
Saul Bellow da okuduğum yazarlar arasına katılmış oldu.  Bakalım bundan sonraki hangi büyük yazar olacak?
Tüm okuyanlara güzel bir gün olsun.


Mübarek Toprak


Nobel Edebiyat Ödüllü yazarlara ait okumalarımda Pearl Buck(1892-1973) en sevdiğim yazarlar arasına açık ara ilk sıralara yerleşti. Yazarın daha önce okuduğum ANA isimli romanı (tık tık)  ve Mübarek Toprak isimli bu romanı okunmaya değer, zamansız konulu  kitaplardan. 

Mübarek Toprak
Türkçesi; Nihal Yeğinobalı,
Sayfa;389

Bazı kitaplara başlarsınız ve elinizden bırakmak istemezsiniz, içine alır götürür sizi, kahramanla beraber o hayatı yaşamaya başlarsınız. Bitmesin istersiniz ama her hayatın olduğu gibi kahramanın da hayatının bir sonu vardır. Mübarek Toprak, Çin'de yaşayan Wang Lung isimli bir rençberin belki hayatta hep örneklenen, başarı öyküsü diye anlatılagelen dipten başlayıp yükselen, zirveye çıkan ve orada sona eren bir hayat öyküsü. 
Yaşlı babası ile yaşayan , geçimini topraktan sağlayan Wang Lung zamanı geldiğini ve çok yalnız olduğunu düşünüp evlenmeye karar verir. Köyün en zengin konağından gidip bir köle kız alır.  O-lan isimli bu kızcağız çirkin mi çirkindir ama bir o kadar da çalışkan , sessiz ,akıllı,uysal bir kızdır. Kölelikten kurtulduğundan mı nedir Wang Lung için deli divane olur. O-lan ile yaptığı evlilikten sonra Wang Lung' un hayatı rahata,bolluk berekete kavuşur. Beraber çalışırlar , O-Lan üç erkek evlat verir Wang Lung'a. Hırslı bir insan olan Wang biriktirdiği paralarla gidip köyün en zengin konağından bir de yeni tarla alır. Daha çok eker, daha çok kazanır, biraz daha toprak alır. Bu arada bir de kızı olur. Ancak kız çocuğu, kendine özgü bir ruh halinde doğar, diğerleri gibi değildir. İşler terse dönmeye de o sene başlar. Kıtlık gelir memleketlerine. Köy halkı ile birlikte Wang Lung ve ailesi de telef olurlar adeta. Açlıktan ölmek üzere iken güneye büyük kente göçmeye karar verirler son bir can havli ile ..
(heyecanla geçen devamı  romanda:)
***
Mübarek Toprak  adlı romanda ezeli ve evrensel bir konu olan toprak işlenmiş. İnsanların topraktan gelip toprağa dönecekleri konusu üzerine kurulmuş , kendi toprakları sayesinde yokluktan varlığa ulaşan ama yine de huzuru tam anlamıyla bulduğu söylenemeyecek olan çiftçi Wang Lung ve ailesinin bir ufak tarla ile başlayıp ,şehrin ileri gelen bir sülalesi olması yolundaki yükseliş hikayesini,bir adamın çalışkanlığını, bir kadının sabrını, başka bir kadının ihtirasını, baba evlat ilişkilerini ve Çin'in diğer insanlarını anlatıyor. 

Pearl Buck Amerikalı bir yazar olmasına rağmen Çin ve Çinliler ile ilgili romanlar yazmış, onlara hayranlığını kitaplarında dile getirmiş. Dünya çapında bir yazar olmasını da Çin ile ilgili buluyor ,kendi ağzından söyledikleri;
''Koleji bitirdiğim zaman kendimi bir kara cahil buluyordum.'' diyor.'' Roman yazmak istiyordum ama,yazamayacağımı,yazabilecek hale henüz gelmediğimi hissediyordum.''

Peki kendini bu kadar acz içinde gören birisi nasıl dünya çapında bir yazar olmuş, ne vesile olmuş buna derseniz yine Pearl Buck'ın  cevabı;
''On yıl Çin'de kaldım. Bu on yıl içinde savaş alanlarının ortasında o güne kadar kimsenin ayak basmadığı yerlerde yaşadım. Çok şey gördüm, çok şey öğrendim. Sonra, bir gün, artık roman yazabilecek hale geldiğimi hissettim.''

Tavsiye edebileceğim , çok beğendiğim kitaplardan birisi oldu.

******

Bu postu yazdığım gün;
19 Mayıs 2022 perşembe.
19 MAYIS ATATÜRK'Ü ANMA GENÇLİK VE SPOR BAYRAMIMIZ kutlu olsun.
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN ve silah arkadaşlarının ruhları şad olsun, onlara her daim minnettarız.
Kalbimizde..

GÖÇEBE



Nobel Edebiyat Ödüllü yazarlardan  yine bir Knut Hamsun(1859-1952) eseri.
GÖÇEBE
Türkçesi; BEHÇET NECATİGİL (1916-1979)
Sayfa;448

Knut Hamsun'ın   Göçebe romanı üç bölümlük büyük bir romana verdiği genel isim. Birinci kitap Sonbahar Yıldızları Altında 1906'da, Hüzünlü Havalar 1909 'da, Son Mutluluk 1912'de yazıldı.  Üç kitapta hikayeler  Knut Hamsun'un gerçek ismi olan Knud Pedersen' in  ağzından anlatılmış. Yazar kitabı ellili yaşlarında yazmış. Şöyle önemli, kitabın kahramanı da Norveç'in büyük şehirlerden bıkmış, kendini tabiata, kırlara ,ormanlara vermiş hülyalı ,orta yaşlı bir adam. Gençliğinin geçtiğinin farkında hüzünlü ve melankolik yalnız birisi. Uzun yollara çıkıyor ve rastladığı çiftliklerde mevsimlik işlerde çalışıyor. Odun kesiyor, ufak tefek tamiratlar yapıyor. Bu arada kendi iç dünyasında bir arayış içinde, kaybolan gençliğinin avareliğinde , yaşlılığın yaklaşmakta olması ,tek başına kalmak onu çıkmazlara soksa da yol boyu edindiği arkadaşlıklar ona etrafındaki insanları ve tabiatı  gözlemleme imkanı sunuyor.
  İlk kitapta ve ikincisinde evliliğin zorlu konusunu işlemiş yazar, kahramanın gözünden. Kendi yalnızlığının yanında çalıştığı çiftliklerde karşılaştığı kadın ve erkeklerin ,silik hayatları ve onların evliliklerindeki mutsuzluğu görmesi, onu yalnızlığın karşısında teselliye değil daha hüzünlü havaya sokmuş. Knud ikinci kitapta ilkinde olduğu gibi kadınlar üzerinde de yoğunlaşıp çözümlemeler yapmış lakin sonuca vardığı, bence ,söylenemez. Üçüncü kitapta kahraman artık iyice olgunlaşıp hayatın yaşlanmaya başlayan kişileri kenara ittiği, kendi yalnızlığı ile baş başa bıraktığı gerçeği ile kabullenişe geçiyor, anlayamadığı hayatı göçebelikle sona doğru yol almaya devam ediyor. 
.
Diğer Knut Hamsun eseri;  AÇLIK (tık tık) 

Usta yazarın okunmasi gerekli iki klasik ve muhteşem kitabı. Su gibi akan, derin ,insanı düşünmeye sevkeden, hayatın gerçeklerini bir bir göz önüne seren ,dönemler içinde  değişmeyen insan tabiatı ile şaşırtan, sıradan, basit insan hikayelerinin anlatıldığı kitaplar hele ki Behçet Necatigil'in tercümesi ile okumak  çok güzel.

İvan Denisoviç'in Bir Günü


Aleksandr Soljenitsin, (1918-2008) tarihleri arasında yaşamış Rus Yazar.
Okumaya devam ettiğim Nobel Edebiyat Ödülü alan yazarlar arasına, 1962 yılında yazdığı ;
''İvan Denisoviç'in Bir Günü'' adlı kitabı ile katıldı. 
Aleksandr Soljenitsin yazar olmazdan önce, Sovyet Ordusunda görevliymiş.(1939-1945) 1942 yılında yüzbaşı rütbesi ile katıldığı 2.Dünya Savaşında cepheden gönderdiği mektuplarda, Stalin ile ilgili yazdığı eleştirilerden dolayı 8 yıl hapis cezasına çarptırılıp bir ceza kampına gönderilmiş. Oradan çıktıktan sonra da siyasi suçluların bulunduğu Kazakistan'da bir başka kampta 3 yıl daha kalmış. Ayrıca ''İstenmeyen Kişi '' ilan edilip sürgüne gönderilmiş.  Kazakistan'da öğretmenlik yapmaya başlayan yazar, bunca badireden sonra bir de kanser hastalığına yakalanarak tedavi görmüş. Stalin'den sonra Yeni parti Şefi olan Kruşçev, Stalin etkilerini ortadan kaldırma çalışmaları içerisinde, Soljenitsin'in de haklarını geri vererek ona ülkesine geri dönme imkanı tanımış. Bu dönemlerde yazarlığa başlayan Soljenitsin ,1962 de ''İvan Denisoviç'in Bir Günü'' isimli kitabını yazmış. Stalin dönemi çalışma kamplarını anlatan kitap ile dönemin takdirini kazansa da sonrasında yazdığı kitaplarla tekrar hedef haline gelmiş ,ülke dışına çıkma yasağı konmuş, Yazarlar Birliğinden de çıkarılmış.  1970 yılında aldığı Nobel Edebiyat Ödülünü ancak 3 yıl sonra alabilen Soljenitsin ,1974 yılında Sovyet Vatandaşlığından çıkartılmış. Ta ki 1991 yılında Gorbaçov'un yurttaşlık haklarını geri verilmesi ve sürgünün kaldırılması ile ilgili kararına kadar ülke dışında İsviçre'de , Amerika'da yaşamış. Vatandaşlığı geri verildikten sonra 1994 yılında Rusya'ya dönebilmiş. Hayatı sürgün ve cezalarla dolu olan Aleksandr Soljinetsin, 2008 yılında Moskova'da baba evinde hayata veda etmiştir.

Okuduğum baskıda yazarın üç öyküsü bulunmakta; 
(Kitabın Türkçesi; Mehmet Özgül)

İvan Denisoviç'in Bir Günü ; 1941 de savaşla birlikte evinden ayrılıp, 1951' de hala evine dönememiş , kendini bozkırın ortasında bir çalışma kampında hükümlü bulan İvan Denisoviç'in ceza kampındaki bir gününü anlatan  hikaye. Bir tek gün sabahtan akşama kadar bir ceza kampında en anlatılabilir ki demeyin 164 sayfa da gayet ayrıntılı anlatılmış.

Kreçetovka İstasyonunda Bir Olay;  Savaş zamanı , o zamanlar çok önemli bir ulaşım aracı olan tren istasyonunda görevlendirilmiş teğmen Zotov'un yaşadığı olaylar üzerine kurulu bir hikaye.
Üçüncü ve benim en çok etkilendiğim ise;
Matriyona'nın Evi;  Kocasını savaşta kaybetmiş yaşlı Matriyona köyde herkesin acıyarak baktığı, kimsenin hakkınde konuşmadığı bir kadın. Köye gelen öğretmeni evine kiracı olarak almak zorunda kalıyor. Kimseye bakacak gücü olmayan kadının geçmişe dair sırla dolu yaşam öyküsü ancak bir tren kazasında hayatının kaybettikten sonra açığa çıkıyor. 
Üç öyküde de Aleksandr Soljenitsin, yaşanılan zor, acınası, dayanılmaz yaşam şartlarına bir şekilde uyum sağlamış insanların acı dolu yaşamlarından kesitler anlatmış. Savaş ,insanların neden olduğu,birbirlerine eziyet ettikleri  en dehşet verici olay. 

Kitap şöyle bitiyor;
..Değil yalnız her köyde, her şehirde, bütün dünyamızda onu ayakta tutan, doğru bir insan vardır ve Matriyona böyle insanlardan biridir, hem de ta kendisidir....

/Yalnız kitapta doğru insan olan olarak geçen Matriyona'nun sonu,hatta baştan beri hayatı, hiç, hem de hiç iyi olmuyor./

Guatemala'da Hafta Tatili

Okuduğum kitabın ismi bu./ yoksa hayat halen İstanbul'da akıyor/. Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış yazarlardan  Miguel Angel ASTURIAS (1899-1974) Guatemala'lı bir yazar ve diplomat.1967 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülmüş. 

Bir çok eserinden bir tanesi olan (Weekend en Guatemala)'' Guatemala'da Hafta Tatili'' kitabı 1956 yılında yayınlanmış.  Kitabın içerisinde Guatemala'da yaşanan 8 öykü anlatılıyor. Hafta tatili denilince sakın aklına günümüz hafta tatilleri gelmesin. Kitap bir Amerkan saldırısı sonrası  halkın farklı kesimlerinden insanların yaşadığı acı dolu öyküleri, Guatemala'nın gözyaşlarını anlatan öyküler bunlar.
Kitabın ilk sayfasında şu şekilde bir ithaf var;
''Kahraman öğrencilerinin,
ezilen köylülerinin,
sömürülen işçilerinin,
savaşan halkının kanında yaşayan
Yurdum
GUATEMALA'ya ''

Kitap sayfa sayısı; 288
Türkçesi;Leyla GÜRSEL

QUO VADİS?

 
Okumak için  tereddütle seçtiğim bir kitaptı ''Quo Vadis? '' Öncelikle kitabın ismini oluşturan sorunun ne demek olduğunu inceledim. Quo Vadis?   Nereye Gidiyorsun?
demekmiş. Bir efsaneye göre, Hıristiyan Ermiş Peter, Roma'daki Neron'un zulmünden kaçarken yolda karşılaştığı İsa Peygambere ''Quo vadis,Domino?''(Nereye gidiyorsun Efendim?'') diye sorar .Bu sorunun cevabı sonrası da Peter  kaçmaktan vazgeçip, gerisin geriye Roma'ya döner. Bu  hikaye hem romana adının vermiş hem de romanın son sayfalarına ,gelişen olaylar içerisine yerleştirilmiş. Roman daha çok maneviyat ve hıristiyanlığın Roma'da ilk yaygınlaşmaya başladığı Neron dönemi ve tek tanrılı bir dini benimseyenler üzerindeki Neron'un gazabını, uğradıkları türlü işkenceleri anlatsa da kitabın en güçlü başka bir yönü içinde barındırdığı  aşk öyküsüdür. Ki bu aşk öyküsü ile harmanlanmış İmparator Neron dönemi Roma'sı, kitabı bir solukta, heyecanla okumama neden oldu.
 
Konusuna gelince;
Olaylar Roma İmparatorluğunun son dönemlerinde geçmekte. Göz kamaştıran bir zenginlik içerisindeki Neron ve Soylular ahlaksız, inançsız, duygusuz,günlük hayatın zevkleri içinde kaybolmuş bir hayatın içerisinde yaşamaktalar.  Neron dönemi şatafat, sanat, zenginlik, güzellik üzerine kurulu gibi görünse de aynı zamanda acımasız, kanlı, vahşi ,ahlak anlayışının,inancın olmadığı bir düzen. Herkes ölümün ucunda yaşıyor. Zariflik Hakemi soylu Petronyus Neron'un en yakınındaki kişilerden. Yeğeni Vinikyus  ile yaşadığı Roma'da, bir gün bir soylunun evindeki şölende ülkesinden rehin alınmış Ligya Kralının kızı Prenses Ligya ile tanışıyorlar. Genç Vinikyus Ligya'ya görür görmez aşık oluyor.  Ligya'yı elde edebilmek için, o zamanın kuralları gereği, türlü oyunlar çevirmesine rağmen bunu başaramıyor. Gözden kaçırdığı şey , o zamanlar çok tanrılı bir dönem yaşayan Roma'da tek tanrıya inanan bir inancın yavaş yavaş gizlice yayıldığı ve Vinikyus'un delicesine aşık olduğu güzel Ligya'nın da bu dine inancı kabul ettiği oluyor. Roma'da çılgın  Neron'un Roma'yı yaktırıp kül etmesi ve bu yangının Hıristiyanlar yüzünden çıktığına halkı inandırması ile yanıp yıkılmış Roma'da kanlı, vahşi akıl almaz bir katliam başlıyor. Soylu Vinikyus' da kavuşamadığı aşkı uğruna ,olduğundan bambaşka bir ruh haline bürünüp,  hıristiyanlığa  geçiyor, Ligya'yı bu katliamdan ,atıldığı karanlık zindanlardan kurtarabilmek için canını dişine takıyor. Olaylar çılgın İmparator Neron'un sonunun gelmesine kadar gidiyor.  Neron'un saradaki şölenleri, Roma  yangını, arenalardaki işkenceler öylesine canlı, kanlı adeta kalemle resmedilmiş ki kitapta , sanki görmüş kadar etkilenmenizi sağlamış yazar .(Bundan sonra antik tiyatroları gezerken içim bir ürperir kesin)
Romanda geçen karakterlerin bir özelliği de gerçek karakterler olması. Mesela İmparator Neron, dönemin yazarlarından Petronyus, soylu genç Vinikyus, komutan Tigellinus ve bunun gibi pek çok karakter tarihte yaşamış ve roman karakterleri olarak kitaba dahil edilmişler..
  
Henryk Sienkiewicz (1846-1916) Polonyalı yazar 1905 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü kazanmış. Yazdığı tarihi romanlar içinde Leh tarihi ile ilgili olmayan tek roman ve en büyük eseri olan ''Quo Vadis?'' kitabını 1895 de yazmış.

Quo Vadis?
Türkçesi ;Nihal Yeğinobalı
Sayfa sayısı;408

Not;Nobel Edebiyat Ödülü almış yazarların okuduğum eserleri serisinde, en beğendiğim, en sürükleyici, en güzel hikayesi olanlarda ikinci sırayı aldı Quo Vadis?.
.

Marakeş'te Sesler

Bu ay okuduğum roman, bir gezi ve deneme kitabı. Elıas Canettı'ye ait. Yine ilk kez okuduğum bir yazar kendisi.
Elıas Cannettı (1905-1994) eserlerini genelde Almanca dilini kullanarak yazmış, Bulgaristan doğumlu Bulgar, İsviçre ve Britanya vatandaşı olarak yaşamış. Ömrünün çoğunu İngiltere'de ,son 20 yılını Zürih'te geçirmiş. Geniş bakış açısı, düşüncelerinin zenginliği ,sanatsal ifadelerinin güçlü oluşu ile kazandığı Nobel Edebiyat Ödülünün (1981) yanı sıra, bu ödül başta olmak üzere 10'dan fazla başkaca ödüller kazanmış.
''Marakeş'te Sesler'' başlangıçta bir gezi yazısı. Yazar kendi gözünden bir ziyaret sırasında Marakeş'te gördüklerini kaleme almış. Yazdığı görüntüler develerden, eşeklere, oradan yankesicilere, dilencilere uzanıyor. Kısa kısa yazılarla anlattığı izlenimlerin okuyucuyu etkilememesi mümkün değil. Mesela kalabalıkların ortasında yatan bir dilenciyi anlattığı sahne ,birebir canlandı gözümde,en etkilendiklerimden. Marakeş'in dükkanları, satıcılar,çarşıları,meydanı, tesadüfen tanıştığı Fas'lı insanların hal ve hareketleri ,gelenekleri bir yabancı gözüyle net bir anlatımla yazılmış. 
Kitabın ilk bölümü(en güzel bölümü) bu şekilde Marakeş'ten manzaralarla geçerken, daha sonraki bölümde 1942-1972 yılları arasındaki yıllarda, Elıas Cannetı'ye ait özdeyişler ve notlar* yeralıyor. Son kısa  bölümde de Elias Cannetı, hayatından kısa anılara yer vermiş, kitap böylelikle sona ermiş.  
*''Bu yazılar Canetti'nin,  Fıscher Yayınevi'nden çıkan 
''Die Provınz desMenschen:Aufzeichnungen'' adlı kitaptan seçilerek çevrilmiştir(Ç.N.)

Marakeş'te Sesler kitabının;
Türkçesi: Kamuran Şipal
Sayfa Sayısı; 252

Silahlara Veda


 Nobel Edebiyat Ödülü alan yazarlardan,Amerikalı yazar Ernest Hemingway'in ''Silahlara Veda'' isimli romanı 1929 yılında yayınlanmış, ünlü bir eser. 

Ernest Miller Hemingway (1899-1961) Amerikalı yazar, gazeteci. 1954 yılında kendisine verilen Nobel Edebiyat ödülünün dışında, 1953 yılında da ''Yaşlı Adam ve Deniz'' isimli eseri ile Pulıtzer Ödülü  kazanmış. Pek çok eseri  başyapıt niteliğinde kabul edilen Amerikalı usta  yazar, yazılarında kullandığı sade anlatımıyla, edebiyatta yeni bir yol açmış.

Ernest Hemingway'in akla gelen ilk eserlerinden olan ''Silahlara Veda'' kitabının kısaca konusu şöyle;

Amerikalı Henry,  İtalyan ordusunda ambulans ve araç komutanı olarak görevli bir teğmen. Arkadaşı Rinaldi aracılığıyla tanıştığı İngiliz hemşire Catherine ile aralarında duygusal bir bağ oluşuyor. Kanlı savaş ortasında iki genç aşık oluyorlar. Henry savaşta yaralanıyor , Milano'daki hastaneye kaldırılıyor. Burada kaldığı uzun tedavi sürecinde, şans eseri orada görevlendirilen sevgilisi ile aşkları ilerliyor. Henry aylar sonra cepheye ,geride hamile bir sevgili bırakarak dönüyor. Cepheye döndüğünde tekrar savaşın berbat yüzü ve çekilen bir ordu ile karşılaşan Henry çareyi savaştan kaçıp, sevgilisinin yanına sığınmakta buluyor. Asker kaçağı durumundaki Henry ile Catherina ,bebeğin sağlıklı ,rahat bir ortamda doğması  ve özgür yaşamak için İsviçre'ye kaçıyorlar. Orada geçirdikleri güzel aylardan sonra ise birbirini çok seven iki aşığı, maalesef acı bir son bekliyor.                                                                                                       Kitabın Türkçesi;    Ender Gürol                                                                                   Kitabın sayfa sayısı;282

***

Ernest Hemingway, bu kitabı kendi hayatının bir döneminden, ilk oğlunun zor doğumundan esinlenerek yazmış. Kendisi de İtalyan ordusunda ambulans şoförü olarak bulunmuş, savaşta da romandaki gibi bir hemşireye aşık olmuş, lakin terkedilmiş, kavuşamamış..

***

''Silahlara Veda'' isimli bu eser,1957 yılında başrollerini bir zamanların en ünlü artistleri olan Rock Hudson ve Jennifer Jones oyunculuğu ile yönetmen Charles Vidon tarafından filme uyarlanmıştır.Pek çok filme esin kaynağı olmuş.

***

1922 yılında Türkiye'ye, İstanbul'a gelip bir yıl savaş muhabirliği yapmış olan yazar ,pek çok başka ülkede de  bulunmuş, çalışmış. Yaşadığı ülkeler, eserlerine çoğu zaman ilham kaynağı olmuş. 4 kez evlenmiş, Küba'da uzun yıllar yaşamış, bir uçak kazasından yaralı kurtulmuş, hayatı oldukça çalkantılı dönemlerle geçmiş. Ünlü yazar Ernest Hemingway ,en son,1961 yılında trajik bir şekilde ,ruhsal durumu ile ilgili tedavi gördüğü bir dönemin ardından, hayata kendi isteği ile veda etmiş..

İlk Gençlik Yılları

Mart ayında okuduğum, Nobel Ödüllü Yazarlarserisine ait kitap İsviçreli bir yazara ait;
Hermann Hesse (1877-1962) Nobel Edebiyat Ödülünü 1946 yılında almış. Usta yazarlardan. Şimdiye kadar 100 milyondan fazla okura ulaşmış. Sadece Nobel Edebiyat Ödülü değil daha başka pek çok ödülün sahibi şiir, öykü, roman yazmış. Aynı zamanda ressam. Tam anlamıyla üstün yetenekli bir sanatçı. Okuduğum kitabının ismi 
''İlk Gençlik Yılları (Demian)''
Çevirisi;Kamuran Şipal tarafından yapılan kitabın yazıldığı tarih 1919.
Sayfa sayısı; 170

Konusuna gelirsek;
Sinclair, kendi halinde annesi babası ve kardeşleri ile mutlu mesut yaşamakta olan yalnız bir çocuktur. Çocuk olmasına karşın derin düşünceleri vardır. Hayatın iyiler ve kötüler arasında, iki ayrı dünyadan oluştuğu konusunda kafasında filizlenmeye başlayan düşünceleri onu arada bırakmakta , iyi taraftan ,kötü tarafı hissetmekte uzaktan seyretmektedir. Ta ki henüz onlu yaşların başında, arkadaşları arasında kabul görmek uğruna olmadık bir yalan söyleyene kadar. Bu yalan Sinclair'in başını hiç aklına gelmeyecek şekilde bir belaya sokar. Kendinden yaşça büyük bir çocuğun tehditlerine, onu çeşitli kötülüklere bulaştırmasına vesile olur. Tam bu sıkıntılı anlarında ,hayatında yıllar boyu yer edecek olan Demian ile karşılaşır. Demian onu bu tehditkar kişiden kurtaracak ,fakat Sinclair ondan sonra da bu çocuğun yörüngesi altına girecektir. Zamanla büyüyen, genç bir çocuk olan Sinclair gittikçe ailesinin huzur dolu ortamından uzaklaşır , kendi iç dünyasının derinlerine yolculuğa çıkar. Bu ergen dönemlerinin huzursuzluk, kendini arama, ruhsal bunalımlar,ikilemler, gittiği dini okulların etkisi ile de karmaşıklığını gittikçe arttırır. Büyüme yolunda olan Sinclair ,kendine hep bir yol arkadaşı arar, hep tutunacak bir dal peşindedir .Kendinden farklı ,üstün gördüğü kişilerin peşine ve hayaline düşer. Bu, bazı dönemler Demian olur,bazı dönemler kilisede tanıştığı müzisyen Pistorius, bazı dönemler hayalinde yarattığı Beatrice adındaki bir kadın, ona hep önayak olur, yol gösterir..
******
''İlk Gençlik Yılları'' bu seride okuduğum kitaplar içinde ,sevdiklerim arasına giremeyecek bir roman. Kendi okuyuculuğum olarak; bu tip iç dünyaya fazlaca dönük, çok fazla soyut öğeyi, dini unsurlar üzerinden mesajları  barındıran ,yolunu arama üzerine olan romanları, sevemiyorum. Yine de kolay okunup biten bir roman. Zaten çok uzun da değil. Yarım bıraktıracak kadar asla değil:)

****
Ceviri yapan Kamuran Şipal(1926-2019) i anmadan geçmeyelim. Kamuran Şipal  bir öykü ve roman yazarı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı  mezunu. Almanca'dan Türkçe'ye sayısısız eser çevirisi yapmış. 2010 yılında yazdığı ''Sırrımsın Sırdaşımsın '' ve 1998 yılında yayınlanan ''Demir Köprü'' isimli iki romanı dışında öyküleri de var.'' Sırrımsın Sırdaşımsın'' isimli romanı ile 2011 yılında Orhan Kemal Roman  Ödülü'nü kazanmıştır..

VOSS

 

Nobel Edebiyat Ödülü alan yazarlara ait eserleri okumaya Şubat ayında da devam ettim. Bu ayın kitabı Avusturalyalı yazar Patrıck White (1912-1990) a ait.                     Patrıck White 1973 yılında aldığı Nobel Edebiyat Ödülü ile Avusturalya'ya ilk ve son Nobel ödülünü kazandırmış. Kendisi şair, öykü, oyun ve roman yazarı. İngiliz Edebiyatının önemli yazarlarından birisi. VOSS isimli eserini 1957 yılında Avusturalya'da 9.yüzyılda bir keşif gezisinde kaybolan Prusya'lı kaşif Ludwıg Leıchthardt'ın hayatından esilenerek yazmış.

Patrick White'ın eseri olan VOSS adlı roman 552 sayfa.                                Türkçesi; Nihal Yeğinobalı

Kitabın kısaca konusuna gelecek olursak;

Alman kaşif Johann Ulrıch Voss ,uzun bir keşif gezisine çıkmak üzere  Avusturalya'ya gelir. Yıl 1845'ler. Bu geziyi bir çok kişi desteklemekte ve finansını da Bay Bonner isimli tüccar karşılamaktadır. Hazırlıklar sırasında sadece bir kaç kez karşılaştığı Bay Bonner'ın yeğeni Laura ,Voss'u yakından etkiler. Öyle ki tüm gezi boyunca Laura'nın aşkı ve hayaleti adeta Voss 'a eşlik edecek, ona yol gösterecek, kararlarını etkileyecektir.  Farklı kişiliklerden oluşan kafile törenlerle yola çıkar, ama yolculuk  sanıldığından çok daha çetin, daha yorucu, yıpratıcı geçmeye başlayınca aralarında ikilik çıkması kaçınılmaz olacaktır. Bir kısmı geri dönmeye karar verirken, perişan halde olmalarına karşın bir diğer kısmı hiçlik olduğunu düşünmelerine ,tamamen kendi iç dünyalarına, hayallerine dalmalarına rağmen kendi yollarına devam ederler. Issız topraklarda ilerlerken yerli halkla yani Aborjinlerle karşılaşmaları kaçınılmaz olur. Bu da onlara bambaşka bir tecrübe kazandıracak, kıyametlerine doğru sürükleyecektir... Laura'ya gelecek olursak yalnızlığı tercih eden Laura, bir bebeği evlat edinecek, geçen yıllar içinde özel bir okulda genç kızlar için öğretmenlik yapmaya başlayacaktır. Aradan yıllar geçer Alman kaşif Voss ismi, bir efsane halini alır, insanlar onu aramak için yollara düşerler, sırrını çözmeye çalışırlar, sonuçlar boş çıkar.Kimse çok uzaklara gitmeyi göze alamaz.En sonunda Voss için yapılan bir toplantı da Laura , kafileden şans eseri kurtulmuş olan Judd ile karşılaşacaktır..  

Kitap sizi bambaşka bir dönem ve kıtaya götürüyor. Kaşif olup yola çıkıyorsunuz. Öyle bir zamanda , insanların kültürel, dini, sosyal olarak bambaşka bir döneminde nasıl zorluklarla keşifler yapılmaya çalışıldığını , şimdiki zamanla ister istemez mukayese ederek okuyorsunuz. Nereden nereye gelinmiş, diye düşünüyorsunuz. 

Bir de magazin bilgisi; Patrick White ,1977 'de bu romanı filme de çekmek istemiş. Oyuncular, teknik ekip falan belli olmuş , ancak bir takım aksilikler ve sermaye yetersizliğinden film asla yapılamamış.

Okuyucu fikri; Yapılsa ne güzel film olurmuş..

Nils Holgersson'un Serüvenleri

 

Selma Lagerlöf (1858-1940) 1909 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan ilk kadın yazar olarak tarihe geçmiş kişidir. Aynı zamanda Nobel Edebiyat Ödülü alan, ilk İsveçli yazar olarak, ülkesinde de ,adını önemli bir yere yazdırmıştır. Döneminin en iyi cağdaş öykü yazarlarından kabul edilir.Üstelik 1909 yılında bir kadın yazar olarak Nobel Edebiyat Ödülünü almak ,başlıbaşına büyük bir başarıdır.

Yazdığı masal ve efsanelerle tanınır. Ülkemizde de yayınlanan''Uçan Kaz'' isimli çizgi film ''Nils Holgersson'un Serüvenleri''  isimli kitaptan uyarlanarak hazırlanmış, pek çok ülkede gösterilip, ilgi görmüştür.

1909 Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Selma Lagerlöf'ün , Nils Holgersson'un Serüvenleri isimli eserinin; Türkçesi; Babür Kuzucu'ya ait. Sayfa sayısı; 397

 Gelelim ,İsveç'i baştan başa ,bir kazın sırtında gezen bir çocuğun hikayesini anlatan kitabın konusuna; 

Nils çok yaramaz bir çocukmuş. Bir gün ailesi evde yokken ,yaşadıkları çiftlik evinde karşılaştığı  cini kızdırınca bir anda kendini küçülmüş halde bulmuş. Ortadan kaybolan cin ,verdiği bu ceza ile Nils'e büyük bir oyun oynamış. Parmak çocuk hali Nils'in önceleri hoşuna gitmiş .Küçüldüğü için karşılaştığı tehlikeler ise korkuya kapılmasına neden olmuş. Tam bu sırada kuzeye, Laponya bölgesine  göçmekte olan ve çiftliğin üzerinden geçen yaban kazlarına oldum olası özenen genç beyaz kaz Martin, yaban kazları ile gitmek için havalanmak isteyince, olanlar olmuş. Onu durmak isteyen, ancak boyu ve gücü buna yetmeyen Nils kendini bir anda beyaz kazla birlikte göklerde uçarken bulmuş. Sürüye önce kabul edilmek istenmese de zamanla yaban kazları Nils'e alışmışlar. Hem Nils onlara yardım eder hem de kazlar Nils'i ve beyaz kaz Martin'i korur olmuşlar. Böylece sürü halinde kuzeye doğru uçarlarken başlarından pek çok macera geçmiş. Kuşlarla yaptığı bu yolculuk Nils'in pek çok şey öğrenmesine, pek çok şey görmesine vesile olmuşsa da Nils yavaş yavaş insan olmayı, ana babasını, çiftliği özlemeye başlamış. Ancak cinin onun eski haline döndürmesi için bir şartı varmış . Genç beyaz kaz Martin'i sağ salimen çiftliğe geri getirmek. Çünkü Genç Martin'in de bir ailesi varmış ve Martin göçmen bir yaban kazı değil, çiftlik kazı imiş...

*******

Çocukluğumda masal kitabı okumayı çok severdim. Bir şey değişmemiş hala seviyormuşum demek:) Bu öğretici ,ağır başlı eser; doğayı,  canlıları ,hayvanları, insanları  bazen gökyüzünden bakarak, bazen sularda, bazen toprakta yaşarken ki hallerini, masallara sarıp sarıp, hikaye gibi anlatmış. Keyifle okudum. Bitti.

Ve genelde masallar şöyle biter;

Gökten üç elma düşmüş. Biri yazanın, biri anlatanın, biri de okuyanın  başına..





Uyandırılmış Toprak 2. cilt :Don Kıyısında Hasat

Epeydir elimde olan kitabımı bitirdim. Mihail Şolohov'un  Uyandırılmış Toprak  isimli romanının 2. cildi de bitti. Biraz ağır okudum ne de olsa 543 sayfa.Sindirerek okumak gereken bir kitap. 
Birinci ciltte Stalin isimli kolhozun (ortak tarım yapılan birlikler) kurulduğu Gremyaçiy Log köyünde hayat normal akışına kavuşmuş, insanlar nihayet kooperatifleşme olayına alışmış, ortak tarım ve hayvancılık uygulanmaya başlanmıştır. Artık bu kitapta köy halkının insanlarının hayatları,aşkları,hırsları, köyün yaz aylarındaki güzelliği, tarla çalışmaları, ahalinin birbiri ile olan ilişkileri ayrıntıları ile anlatılmış. Romanın ikinci cildi ,birincisine göre daha güzel ,daha akıcı, su gibi gidiyor. Anlatılanlar eğlenceli. Tasvirler inanılmaz.Hiç bilmediğiniz bir coğrafyayı, gözünüzün önüne resmediyor. Fakat roman kahramanı için kitap pek güzel bir sonla bitmiyor. Hüzünlü bir son.
Usta bir yazar okumanın keyfini çıkardığım bir kitabı bitirdim, şimdi sırada başka bir  Nobel ödüllü kitap var..
  
Mihail Şolohov: 1905-1984  Annesi bir Kazak, babası Orta Rusya'dan. İlk hikayesi 19 yaşındayken yazdığı 'Doğum Lekesi'. İlk romanı 1. Dünya Savaşı ve İç Savaş yıllarındaki Kazak'ları anlattığı Don Hikayeleri. Aynı yıl yani 1926 da en ünlü romanı 'Ve Durgun Akardı Don' adlı romanı yazmaya başlamış ve 14 yılda bitirmiş. Stalin Nişanı'na layık görülmüş. 28 yılda yazdığı 'Uyandırılmış Toprak' isimli iki ciltlik romanı ile de Lenin Nişanı 'nı verilmiş. Nobel Edebiyat Ödülü'nü 1965 yılında almış.

Uyandırılmış Toprak

Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazarlara devam. İşte Kasım ayında okuduğum kitap ve yazarı;
1965 yılında Nobel Edebiyat Ödülü alan yazar Mihail Şolohov (1905-1984)
''Durgun Akardı Don'' adlı ünlü eserinden sonraki ikinci büyük eseri ''Uyandırılmış Toprak'' romanıdır. Bu eserini  28 yılda bitirmiştir. Ülkemizde 1965 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü aldığı sene yayınlanmıştır. Okuduğum kitabın
Türkçesi; Leyla Soykut tarafından yapılmış.

1930'lu yıllarda Kazak köyleri arasında kolhoz çalışmaları tüm hızıyla yürütülmektedir.(Kolhoz;Ortak tarımla uğraşan birlikler) Romanda işte bu kollektifleştirme hareketi hikayesi,  Kazak köyü  Germyaçiy Log köy halkı üzerinden anlatılmaktadır. Burada yaşayan Kazak köylülerinin bir kısmı kolhoza katılmak isterken ,bir diğer kısmı gizliden gizliye karşı çıkmaktadır. Partinin (SovyetlerBirliğiKoministPartisi) adamı Davidov tüm bu olup bitenle mücadele halindedir. Sık sık değişen parti uygulamaları toprakları ortak kullanma, ortak yaşama geçme konusunda, bir çok sıkıntı yaratmaktadır.

Rus edebiyatının önemli romanlarından biri ''Uyandırılmış Toprak'' . 1930'lu yılları o dönem Rus ve Kazak halkını ,yaşam tarzlarını, siyasi çekişmeleri anlatan eser, Leyla Soykut tarafından yapılan çevirisiyle, ağır ve bize yabancı bir ortamı anlatmasına rağmen , gayet rahat okunuyor.                                                                    1.cild; 508 sayfa.
          

KARLAR ÜLKESİ

Epeydir ara verdiğim Nobel Ödüllü Yazarların eserlerini okumaya devam edeceğim. Japon Edebiyatı ile ilgili hiç roman okumadım. Karlar Ülkesi, Yasunari Kabawata isimli yazarın eseri.Onu seçtim.Kitabın giriş kısmında Çağdaş Japon Edebiyatının gelişimi ile ilgili de güzel bir yazı var. Enteresan bilgiler edindim.  Ama önce ''Nobel  Ödülleri'' nasıl olmuş da verilmeye başlanmış ondan bahsedeyim; 

"Köprüler Şehri "Stockholm'de , şehrin küçük bir meydanında İtalyan stili mimarisiyle dikkat çeken bir saray vardır .Isveç Akademisinin toplandığı; Borsa Sarayı. "Börshuset" . İsveç Akademisi, Fransız Akademisi örnek alınarak 18.yüzyıl sonunda Kral Güstave 3 tarafından kurulmuş,  tıpkı Fransız Akademisinde olduğu gibi ödüller ve madalyalar verme adeti ve geleneği üzerine bir statüye bağlanmıştır. İsveç Akademisi 19.yüzyıldan beri her yıl uluslararası önemli bir ödül olan "Nobel Ödülü "nün dağıtımına devam etmektedir.

Gelelim bu ödülün isim babasına ;Alfred Nobel.

Alfred Nobel,ailesi ile Rusya' da yaşayan ilim ve edebiyat dostu bir İsveçli. Kendisi Kimya mühendisi aynı zamanda işadamı ve bir mucit olarak ün salmış. Patlayıcı maddeler alanındaki ,icatları ve başarıları ile(mesela dinamit, dumansız barut gibi) çok büyük bir servetin sahibi olmuş. Alfred Nobel devamlı dünyayı gezer, dolaşırmış. Bu büyük ilim ve işadamının 4- 5 dili, anadili gibi konuştuğu bilinirmiş. Gerçekte nerede yaşar, evi neresidir bilmek zormuş.Çok seyahat edermiş. O ,idealist, insanları milletleri birbirine yakınlaştırma çabası içinde her fırsatı değerlendirmeyi prensip edinmiş biriymiş. 
Fakat bu zengin ve güçlü insan yapayalnızmış. Üstelik para harcamayı da sevmezmiş. 1895' de yaptığı vasiyetnamesiyle, geride bırakacağı muazzam serveti ile beslenecek bir "Nobel Tesisi" kurmuş. Servetinden gelecek gelirler 5' e bölünecek;
Fizik, Kimya, Fizyoloji, Edebiyat ve İnsanlığın mutluluğu ve beraberliğini sağlama alanında en büyük hizmeti yapmış olanlar arasında, en iyilere verilerek bu kişiler taçlandırılacakmış.
Görüldüğü gibi bilim adamı Nobel sadece ilme,bilime değil idealist düşüncelerin sonucu, insanların kardeşliğini de ön plana çıkaran bir ödül tasarlamış, ırk ve toplumsal fark tanımamış. Edebiyat alanında da en güzel eser değil, Edebiyat alanında idealizm yönünde en seçme, en önemli eserleri yazmış olanın ödüllendirilmesini istemiş.

(Belki de insanlığın zararına kullanılacak buluşlarının ceremesini ödemek istemiştir, olabilir mi acaba??Kimbilir)

Alfred Nobel 1895' de öldüğünde ''Nobel Tesisleri''ne kalan miras tam  otuz bir milyon altın Isveç kronuymus. Bu ödüllerin dağıtılmasi işi zorlu bir iş olmuş ilk zamanlar ve İsveç Akademisi bu zorlu görevi üstlenmiş. ''Onsekizler'' olarak anılan  İsveç Akademisi mensupları her sonbaharda, Alfred Nobel'in ölüm günü olan 10 Aralıkta, tüm dünyanın merakla beklediği kararlarını açıklamakta, Nobel Ödüllerini sahiplerine vermekte, bu ince düşünülmüş ve sürekli hizmeti sürdürmeye devam etmektedirler. 


Gri Defter ve Yetiştirme Yurdu

nobel ödüllü yazarlar


Nobel Ödüllü yazarların, okuduğum kitapları serime, Roger Martın Du Gard ile
devam ediyorum.
Roger Martın Du Gard'ın yazdığı kitaplar içerisinde başyapıtı olarak nitelendirilebilecek eseri;
''Thibault'lar'' isimli ,yedi bölüm ve bir epilogdan(epilog:bir yapıtın sonsözü) oluşan 11 kitaplık  seri-romandır.Bu on bir kitaplık roman, tam 18 yıllık(1922-1940) disiplinli, kararlı bir çaba ve çalışmanın ürünü olmuştur. Thibault'ların yedinci bölümü olan ''1914 Yazı'' Roger Martın Du Gard'a Nobel Edebiyat Ödülünü kazandırmıştır .

''Thibault'lar'' ın ilk bölümü olan Gri Defter ve Yetiştirme Yurdu kitaplarında,kitaba konu olan 20.yüzyıl başlarında Fransa'da yaşayan bir burjuva ailesi olan, katolik Thibault'ları tanıyoruz. Zaten seri-romanın tamamı bu ailenin üç ferdinin yaşamı ile ilgili;Baba Oscar Thibualt, büyük oğlu Antonıa Thibualt ve küçük oğlu Jacgues Thibualt.Bu üç karakterde ne kişilik, ne inanç, ne de amaçları açısından birbirine benzemiyorlar.
Baba katı katolik dini inanca sahip,şehrin ileri gelenlerinden biri.
Antonia mesleğinde ilerlemeyi amaç edinmiş ,çalışkan bir doktor.
Romanın başlangıcında ergenliğe yeni giren 13-14 yaşlarında anlatılmasına başlanan Jacgues ise ,tamamen özgürlüğe düşkün, baskıya boyun eğmeyi redden,özellikle babasının boyunduruğu altına girmekten hiç hoşlanmayan bir çocuk.
Gri Defter çok sevdiği arkadaşı Daniel'le olan sırlarını paylaştığı ,okul hocaları yakalayınca da evden kaçmalarına neden olan gri kaplı bir anı defteri. Ailesinin görüşmesini yasakladığı Daniel'le kaçtıkları Marsilya'da yakalanıp, geri döndüklerinde ,babası Jacgues'i, kendine ait vakıf tarafından kurulan, fakat adı kötüye çıkmış bir yetiştirme yurduna gönderiyor.
Yetiştirme Yurdu kitabında ,Jacgues'ın bir yıl boyunca yapayalnız bir hücrede kimse ile iletişim kurmadan yaşamasına tanıklık ediyoruz. Onu bu tutsaklıktan ağabeyi Antonia kurtaracak ve sorumluluğunu üzerine alacaktır.
Herkesten uzak bir yurda kapatılmak, Danıel ile aralarına mesafe girmesine neden olmuştur....


AÇLIK

Nobel Edebiyat Ödülü

Nobel Edebiyat Ödüllü yazarlar serime,
 Norveç'li yazar Knut Hamsun'un(1859-1952) ''AÇLIK'' adlı romanı ile devam ediyorum.(Çeviri:Esat Nermi)
Yazar bu kitabı ile 1920 yılında Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış.
Günümüzden ne kadar uzak bir tarih değil mi? Oysa dünya üzerinde değişen hiç bir şey yok. İnsanların duyguları, hissiyatları, yaşadıkları ,genel çerçeve içinde pek de değişmiyor. AÇLIK kitabındaki kahramanımız  yazarın kendisi,yani yaşadığı sıkıntılı günlerden esinlenerek yazmış hikayesini.Büyük bir yazar olma hayalindeki kahramanımız ufak tefek makaleler yazarak gününü kurtarır bir hayat yaşıyor. Fakat o kadar yoksul ki üzerindeki giysilerden, tel çerçeveli bir gözlükten,kağıtlarından,kaleminden başka hiç bir eşyası ve barınağı olmamasına rağmen ,gurur ve namusundan ödün vermektense açlığı kabullenip onunla birlikte yaşamaya çalışıyor.Açken tok gibi davranıyor, açken sevmeye çalışıyor, açken yazı yazmaya çalışıyor, açken uyuyacak üzeri kapalı bir yer aramaya çalışıyor, açken hayal kuruyor, iyilik yapmaya çalışıyor. Dilenecek raddeye geliyor,dileniyor sonra pişmanlıktan kıvranıyor.
Sadece bir kişinin benliğinin açlıkla olan mücadelesi , duyguları, düşündükleri üzerine, bu kadar çok şey nasıl yazmış yazar ,hayran olmamak elde değil. Aşk değil, nefret değil ,ayrılık acısı değil sadece aç kalmak,açlığın gel-gitleri üzerine bir roman.Üstelik su gibi de okunup gidiyor .(Kahramanın o aç hallerinden sonra hiç yiyesim gelmedi, midemde tıpkı onun gibi bir fenalık hissettim.Alah kimseyi aç koymasın)

Kitaba konu olan Açlık dünya üzerinde hala mevcut. Belki sokağımızda belki bambaşka bir kıtanın ücrasında.
Ama var.
Bir yandan uzayda başka gezegenlerde hayat kurma çabasındaki insanoğlu var ama bir köşede savaştan,kavga ,döğüşten  yoksul kalmış, ezilmiş ,itilip kakılan insanlar var.
En acısı da varsıl olanların , diğerlerini görüp ,onlar için bir şeyler de yapıyor göründüğü halde, hala yoksulluğa müsaade ediyor olması,
ne yazık...

---

VEBA

Nobel Edebiyat ödüllü yazar Albert Camus'un Veba isimli romanı(Türkçesi;Oktay Akbal), kitaplığımdaki uzun süreli bekleyişin ardından  okunup bitti.İsminin çağrıştırdığı tahmini konusu nedeniyle okumayı ötelemiştim, ama nihayet yarım bırakmadan bitirmeyi başardım. Çünkü tahmin edersiniz ,insanları yok eden feci bir salgın hastalıkla ilgili bir konu pek içi açıcı olmayacaktı okurken. Ancak hiç tahmin ettiğim gibi çıkmadı.Bir şehrin ve insanlarının başına gelen salgında toplumun ne hallere geleceğini ,duyguların, yaşam şekillerinin, kariyerlerin, zenginliğin şekilden şekile nasıl geçeceği  ve yine de insanlarda umudun hiç mi hiç tükenmeyeceği ,pek çok şeyin üzerine sünger çekip hayata tekrar sarılacağı üzerine etkileyici bir roman VEBA. İnsanoğlu işte, sadece salgın bir hastalık değil, hangi karanlık çukura düşerse düşsün, ister isteyerek olsun ister çaresizlikten ,birbirlerinin üzerine basa basa, aydınlığa çıkabilmek için ne umutları, ne çareleri tükeniyor.

Okunması gerektiğini düşündüğüm romanlardan Veba'nın konusu şöyle;

Olaylar sömürge Cezayir'in Oran isimli bir şehrinde geçiyor. Ticaret,iş güç ile uğraşan Oran halkı kendini öyle bir dünyaya kaptırmış ki düzenleri hiç bozulmayacak sanıyor. Oysa bir gün Doktor Rieux'un ayağı ölü bir fareye takılıyor, sonra başka biri ölü bir sıçan görüyor. Gittikçe sayısı artan ölü hayvanlar önce bir endişeye mahal vermiyor ama sayıları artmaya başlayıp  insanlarda da bazı hastalık emareleri ortaya çıkınca olayın vahim bir hal alması kaçınılmaz oluyor.
Oran'da fare kalmayıncaya kadar devam eden ölümlerden sonra sıra insan ölümlerine geliyor. Bu arada Dr.Rieux  hiç bıkıp usanmadan insanlara yardım etmeye çalışıyor.Şehrin bazı insanlarından kendine bir ekip kuruyor.
Hastalığın artması sonucunun halkı etkileyen en büyük sıkıntı,şehrin karantinaya alınarak, dış dünya ile olan bağının kopması oluyor. Önceleri bunun sonuçlarının pek farkına varamayan halk , şehrin stokları tükendikçe ,şehrin dışında kalan yakınlarına özlemleri arttıkça ,kapılara yığılıp dışarı çıkabilmek için türlü çareler arıyorlar. Şehrin yöneticileri de önce hafife alıp önemsemedikleri bu salgının gittikçe artan şiddeti ile önlemlerini sıkılaştırıp, insanları adeta bir şehir hapishanesine mahkum ediyorlar. Bir anda veba ile başbaşa kalan Oran halkı için bunlar umutsuzluğun , boşluğun,duygusuzluğun başlangıcı oluyor. Şehrin dışında kalan akraba , tanıdık, sevgili herkese olan özlemleri kendilerini aşar bir hal alıyor.Sonra yavaş yavaş ,şehri bir kabulleniş duygusu sarıyor.
Bu arada Dr.Rieux ve arkadaşları bıkmadan yorulmadan çalışıyor,ellerinden geleni yapıyor, serumlar deniyor,tecritler yapıyor ama ne çare elden bir şey gelmiyor. Koskoca şehir ve halkı ,gittikçe sayıları artan ölümlerle birlikte adeta cam bir  fanusta vebanın şehri terkedip gideceği günü  bekliyor.....
.........................

AKIL ÇAĞI


Mathieu kendi kişiliği ve yetmezmiş gibi ,karşılaştığı durum konusunda ikileme düşmüştür.Evliliği reddedişi sebebiyle evlenmeyip,uzun yıllardır birlikte olduğu Marcelle  hamiledir ve bu durumda Mathieu kendini kapana kısılmış hissetmektedir. Bu durumdan kurtulmaları lazım geldiğini düşünerek çare ve para arayışına girer. Lisede felsefe öğretmenidir ve özgürlüğün kendisi için çok değerli olduğunu düşünmektedir. Kafasını karıştıran bir başka olay ise okuldaki iki öğrencisidir. Kıza olan tutkusu , kızın erkek kardeşi Boris 'inde Mathieu'a ilgisi ortamı bulanıklaştırmıştır. Boris bir gece kulübünde şarkı söyleyen yaşlı sevgilisi Lola'dan, Mathieu için yardım ister. Gerçeği açıklamadığı için Lola parayı vermeyi reddetmiştir. Mathieu avukat abisi, en yakın arkadaşı Daniel ve başkalarından da para bulamayıp çaresizliğe düşünce, evlilik fikri beyninde sıcak bir oluşum halinde dönmeye başlar. Marcelle' de bu utanç verici durumdan kurtulmaktan ziyade ,artık bebeği istediğini karar vermiştir.Ancak Mathieu'nun gelgitleri durumu bambaşka bir yönde sonlandıracaktır...
****
Akıl Çağı isimli kitap Jean Paul Sartre'nin tamamlanmamış ''Hürriyetin Yolları'' serisinin başlangıcı.Bol bol diyalog içeren ,güzel bir roman.Burada Mathieu karakteri ile Jean Paul Sartre ,kendi kişiliğinden ipuçları vermekte, bir anlamda red'ci kimliğini bir ölçüde yansıttığını düşündürtmektedir.
AKIL ÇAĞI( Hürriyetin Yolları 1)
Çeviren;Gülseren Devrim.
******


Jean Paul Sartre (1905-1980) Fransız ünlü yazar ve düşünür.Burjuva bir aile çevresinde büyümesine karşın, burjuvayı reddeden ,sadece burjuvaziyi değil  kurulu düzeni, aile kavramını, dostlarını, partileri, klasik anlamdaki edebiyatçıları, toplumdaki zümreleri, kalıplaşmış düşünce yapıları gibi pek çok şeyi reddeden bir kişiliktir.
Nobel Edebiyat ödülü de bu kabul edilmeyişlerden nasibini almış , 1964 yılında layık görüldüğü Nobel Edebiyat Ödülünü almayı reddetmiştir.

ANA

Pearl S.Buck

Amerikalı kadın yazar Pearl S.Buck(1892-1973)  Amerikan edebiyatında uluslararası ödül kazanmış ilk kadın yazardır.Pulıtzer ödülünden başka 1938 yılında Nobel Edebiyat ödülünü alan ilk Amerikalı kadın yazar olmuştur.
Amerikalı olmasına karşın, eserlerinde devrim öncesi Çin ve Çin yaşamını anlatmıştır. Bunda misyoner olan anne ve babasıyla uzun yıllar Çin'de yaşaması etkin olmuştur.Hayranlığı öylesinedir ki  Çin le ilgili olmayan eserlerini, takma bir isimle (John Sedges) yayınlamıştır.

Pearl S.Buck'un ANA isimli romanında Çin'de yaşayan bir ana ve onun hayatından bahsedilmektedir. Kitapta hiçbir karakterin  ismi yoktur. Ana, kocanine, erkek, oğul ,gelin nitelendirmeleriyle anlatılan karakterlerin hayatı bir baştan bir başa anlatılmıştır. Ana, iki oğlu, bir kızı kaynanası, kocası ile fakir bir köyde yaşamaktadır.Hayat onun için doğurmak, çocuk büyütmek,kocanineye bakmak ve tarlada çalışmaktan ibarettir.Lakin kocası içine sıkıştıkları bu hayattan hiç memnun değildir. Bir gün anayı çocukları ve kendi anasını terkedip gider. Ana kocasının gittiğini önceleri ,çocukları ve köy ahalisinden saklar.Dönecek diye umutludur, etrafındakilere yalanlar uydurmaya kocası dönene kadar vakit kazanmaya çalışır. Lakin yıllar birer birer geçerken, ananın hayatı tamamen bir bekleyiş ve etrafına uydurduğu yeni yalanlarla dolmuştur. Çocuklar büyür, evlenecek yaşa gelir ana hep bekler ta ki ,kaygı duyup kederlenecek, umut edip mutlu olacak, hiç bir şeyi kalmayana değin.

Çeviri; Nihal Yeğinobalı

(meydan okuma 23) neler yapıyorsunuz?

Neler yapıyorum yazısı hazırlıyoruz.Maddeler için benim bir yazıma bakabilirsiniz ,demiş Ezgi..

günlerdir hafta sonu kar yağacak duyuruları kulaklarımızı doldurdu.Oysa kuşların bile havalanamadığı sislerle kaplıydı, göz gözü görmüyordu buralar.
Dedikleri doğru çıktı bu sabah bembeyaz tüller gibi şehri örten buğular çoktan uçup gitmişler, şehri yine yağmurlu, kasvetli , koyu gri bulutlar kaplamıştı.
İşte böyle bir şubat cumartesi günü ne yapıyormuşum?

Hafta sonu tatil dolayısıyla çocuklar gelmiş, onlara sabah erken kalkıp hamur mayalayıp, pişi kızartıyormuşum. O sırada çay tatlı tatlı demini almakla meşgulmüş.

Mutfakta kanalları dolaşarak bulduğum en cızırtısız radyo kanalında Yalın
''ah olmaz ah olmaz, sensiz olmaz sensiz olmaz...'' diye güzelinden bir şarkı söylüyormuş.
What'sApp gruplarda dolaşan bu resimdeki deveyi bulmaya çalışıp bulamayınca sinir oluyorum. Neden mi? Çünkü genç gözler görüyormuş bu deve resmini.
Aman ya hu ! azıcık ipucu verseydiniz hemen bulurdum. Neyse kızcem sağolsun  gördü de bulduk😄

 
Hava yağmurlu da olsa sahilde biraz yürüyüş yaptık,
 demek istesem de ,
''yapsak ne iyi olurmuş'' diye düşünmekle kalıp, yürüdüğüm günlerden bir fotoğraf paylaşmışım. Onun yerine de;
 
Nobel Ödüllü yazarları okumaya devam etmişim. İkinci kitap olarak Amerikalı kadın yazar Pearl Buck(1892-1973) ANA isimli romanına başladım.Etkileyici,akıcı ve sade  bir anlatımı var hikayenin.
Cuma akşamı izleyemediğim KIZIM dizisini kayıttan izlemişim.

Cüneyt Özdemir'in YouTube kanalında en son videosunu seyretmişim.Sanırım
abone olup, her çekimini severek izlediğim, tek youtube kanalı Cüneyt Özdemir'in kanalı.

Sade kahvelerimizi de içmeyi ihmal etmemişiz.
Akşam bizim çocuklar anneannelerine mayonez salatası siparişi vermişler. Annem mayonezi kendisi yapar, salatası da çok leziz olur. Yemeğe annemlere gideceğiz. Hafta sonu çocuklar gelince ,evin havası daha bir şenlikli oluyor.

Onun dışında bu aralar,ufak tefek uğraşlara gayet sakin geçiyor günlerim,
bunun için çok çok şükrediyorum.
Rutin bir hayat ,bazen en mutlu hayat oluyor.
Şubat ayının 23 ünden , soğuk bir cumartesi gününden ,gönülden selamlar
gönderiyorum okuyanlara..