Boşlukta Sallanan Adam
Mübarek Toprak
GÖÇEBE
İvan Denisoviç'in Bir Günü
İvan Denisoviç'in Bir Günü ; 1941 de savaşla birlikte evinden ayrılıp, 1951' de hala evine dönememiş , kendini bozkırın ortasında bir çalışma kampında hükümlü bulan İvan Denisoviç'in ceza kampındaki bir gününü anlatan hikaye. Bir tek gün sabahtan akşama kadar bir ceza kampında en anlatılabilir ki demeyin 164 sayfa da gayet ayrıntılı anlatılmış.
Guatemala'da Hafta Tatili
QUO VADİS?
Marakeş'te Sesler
Silahlara Veda
Nobel Edebiyat Ödülü alan yazarlardan,Amerikalı yazar Ernest Hemingway'in ''Silahlara Veda'' isimli romanı 1929 yılında yayınlanmış, ünlü bir eser.
Ernest Miller Hemingway (1899-1961) Amerikalı yazar, gazeteci. 1954 yılında kendisine verilen Nobel Edebiyat ödülünün dışında, 1953 yılında da ''Yaşlı Adam ve Deniz'' isimli eseri ile Pulıtzer Ödülü kazanmış. Pek çok eseri başyapıt niteliğinde kabul edilen Amerikalı usta yazar, yazılarında kullandığı sade anlatımıyla, edebiyatta yeni bir yol açmış.
Ernest Hemingway'in akla gelen ilk eserlerinden olan ''Silahlara Veda'' kitabının kısaca konusu şöyle;
Amerikalı Henry, İtalyan ordusunda ambulans ve araç komutanı olarak görevli bir teğmen. Arkadaşı Rinaldi aracılığıyla tanıştığı İngiliz hemşire Catherine ile aralarında duygusal bir bağ oluşuyor. Kanlı savaş ortasında iki genç aşık oluyorlar. Henry savaşta yaralanıyor , Milano'daki hastaneye kaldırılıyor. Burada kaldığı uzun tedavi sürecinde, şans eseri orada görevlendirilen sevgilisi ile aşkları ilerliyor. Henry aylar sonra cepheye ,geride hamile bir sevgili bırakarak dönüyor. Cepheye döndüğünde tekrar savaşın berbat yüzü ve çekilen bir ordu ile karşılaşan Henry çareyi savaştan kaçıp, sevgilisinin yanına sığınmakta buluyor. Asker kaçağı durumundaki Henry ile Catherina ,bebeğin sağlıklı ,rahat bir ortamda doğması ve özgür yaşamak için İsviçre'ye kaçıyorlar. Orada geçirdikleri güzel aylardan sonra ise birbirini çok seven iki aşığı, maalesef acı bir son bekliyor. Kitabın Türkçesi; Ender Gürol Kitabın sayfa sayısı;282
***
Ernest Hemingway, bu kitabı kendi hayatının bir döneminden, ilk oğlunun zor doğumundan esinlenerek yazmış. Kendisi de İtalyan ordusunda ambulans şoförü olarak bulunmuş, savaşta da romandaki gibi bir hemşireye aşık olmuş, lakin terkedilmiş, kavuşamamış..
***
''Silahlara Veda'' isimli bu eser,1957 yılında başrollerini bir zamanların en ünlü artistleri olan Rock Hudson ve Jennifer Jones oyunculuğu ile yönetmen Charles Vidon tarafından filme uyarlanmıştır.Pek çok filme esin kaynağı olmuş.
***
1922 yılında Türkiye'ye, İstanbul'a gelip bir yıl savaş muhabirliği yapmış olan yazar ,pek çok başka ülkede de bulunmuş, çalışmış. Yaşadığı ülkeler, eserlerine çoğu zaman ilham kaynağı olmuş. 4 kez evlenmiş, Küba'da uzun yıllar yaşamış, bir uçak kazasından yaralı kurtulmuş, hayatı oldukça çalkantılı dönemlerle geçmiş. Ünlü yazar Ernest Hemingway ,en son,1961 yılında trajik bir şekilde ,ruhsal durumu ile ilgili tedavi gördüğü bir dönemin ardından, hayata kendi isteği ile veda etmiş..
İlk Gençlik Yılları
VOSS
Nobel Edebiyat Ödülü alan yazarlara ait eserleri okumaya Şubat ayında da devam ettim. Bu ayın kitabı Avusturalyalı yazar Patrıck White (1912-1990) a ait. Patrıck White 1973 yılında aldığı Nobel Edebiyat Ödülü ile Avusturalya'ya ilk ve son Nobel ödülünü kazandırmış. Kendisi şair, öykü, oyun ve roman yazarı. İngiliz Edebiyatının önemli yazarlarından birisi. VOSS isimli eserini 1957 yılında Avusturalya'da 9.yüzyılda bir keşif gezisinde kaybolan Prusya'lı kaşif Ludwıg Leıchthardt'ın hayatından esilenerek yazmış.
Patrick White'ın eseri olan VOSS adlı roman 552 sayfa. Türkçesi; Nihal Yeğinobalı
Kitabın kısaca konusuna gelecek olursak;
Alman kaşif Johann Ulrıch Voss ,uzun bir keşif gezisine çıkmak üzere Avusturalya'ya gelir. Yıl 1845'ler. Bu geziyi bir çok kişi desteklemekte ve finansını da Bay Bonner isimli tüccar karşılamaktadır. Hazırlıklar sırasında sadece bir kaç kez karşılaştığı Bay Bonner'ın yeğeni Laura ,Voss'u yakından etkiler. Öyle ki tüm gezi boyunca Laura'nın aşkı ve hayaleti adeta Voss 'a eşlik edecek, ona yol gösterecek, kararlarını etkileyecektir. Farklı kişiliklerden oluşan kafile törenlerle yola çıkar, ama yolculuk sanıldığından çok daha çetin, daha yorucu, yıpratıcı geçmeye başlayınca aralarında ikilik çıkması kaçınılmaz olacaktır. Bir kısmı geri dönmeye karar verirken, perişan halde olmalarına karşın bir diğer kısmı hiçlik olduğunu düşünmelerine ,tamamen kendi iç dünyalarına, hayallerine dalmalarına rağmen kendi yollarına devam ederler. Issız topraklarda ilerlerken yerli halkla yani Aborjinlerle karşılaşmaları kaçınılmaz olur. Bu da onlara bambaşka bir tecrübe kazandıracak, kıyametlerine doğru sürükleyecektir... Laura'ya gelecek olursak yalnızlığı tercih eden Laura, bir bebeği evlat edinecek, geçen yıllar içinde özel bir okulda genç kızlar için öğretmenlik yapmaya başlayacaktır. Aradan yıllar geçer Alman kaşif Voss ismi, bir efsane halini alır, insanlar onu aramak için yollara düşerler, sırrını çözmeye çalışırlar, sonuçlar boş çıkar.Kimse çok uzaklara gitmeyi göze alamaz.En sonunda Voss için yapılan bir toplantı da Laura , kafileden şans eseri kurtulmuş olan Judd ile karşılaşacaktır..
Kitap sizi bambaşka bir dönem ve kıtaya götürüyor. Kaşif olup yola çıkıyorsunuz. Öyle bir zamanda , insanların kültürel, dini, sosyal olarak bambaşka bir döneminde nasıl zorluklarla keşifler yapılmaya çalışıldığını , şimdiki zamanla ister istemez mukayese ederek okuyorsunuz. Nereden nereye gelinmiş, diye düşünüyorsunuz.
Bir de magazin bilgisi; Patrick White ,1977 'de bu romanı filme de çekmek istemiş. Oyuncular, teknik ekip falan belli olmuş , ancak bir takım aksilikler ve sermaye yetersizliğinden film asla yapılamamış.
Okuyucu fikri; Yapılsa ne güzel film olurmuş..
Nils Holgersson'un Serüvenleri
Selma Lagerlöf (1858-1940) 1909 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan ilk kadın yazar olarak tarihe geçmiş kişidir. Aynı zamanda Nobel Edebiyat Ödülü alan, ilk İsveçli yazar olarak, ülkesinde de ,adını önemli bir yere yazdırmıştır. Döneminin en iyi cağdaş öykü yazarlarından kabul edilir.Üstelik 1909 yılında bir kadın yazar olarak Nobel Edebiyat Ödülünü almak ,başlıbaşına büyük bir başarıdır.
Yazdığı masal ve efsanelerle tanınır. Ülkemizde de yayınlanan''Uçan Kaz'' isimli çizgi film ''Nils Holgersson'un Serüvenleri'' isimli kitaptan uyarlanarak hazırlanmış, pek çok ülkede gösterilip, ilgi görmüştür.
1909 Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Selma Lagerlöf'ün , Nils Holgersson'un Serüvenleri isimli eserinin; Türkçesi; Babür Kuzucu'ya ait. Sayfa sayısı; 397
Gelelim ,İsveç'i baştan başa ,bir kazın sırtında gezen bir çocuğun hikayesini anlatan kitabın konusuna;
Nils çok yaramaz bir çocukmuş. Bir gün ailesi evde yokken ,yaşadıkları çiftlik evinde karşılaştığı cini kızdırınca bir anda kendini küçülmüş halde bulmuş. Ortadan kaybolan cin ,verdiği bu ceza ile Nils'e büyük bir oyun oynamış. Parmak çocuk hali Nils'in önceleri hoşuna gitmiş .Küçüldüğü için karşılaştığı tehlikeler ise korkuya kapılmasına neden olmuş. Tam bu sırada kuzeye, Laponya bölgesine göçmekte olan ve çiftliğin üzerinden geçen yaban kazlarına oldum olası özenen genç beyaz kaz Martin, yaban kazları ile gitmek için havalanmak isteyince, olanlar olmuş. Onu durmak isteyen, ancak boyu ve gücü buna yetmeyen Nils kendini bir anda beyaz kazla birlikte göklerde uçarken bulmuş. Sürüye önce kabul edilmek istenmese de zamanla yaban kazları Nils'e alışmışlar. Hem Nils onlara yardım eder hem de kazlar Nils'i ve beyaz kaz Martin'i korur olmuşlar. Böylece sürü halinde kuzeye doğru uçarlarken başlarından pek çok macera geçmiş. Kuşlarla yaptığı bu yolculuk Nils'in pek çok şey öğrenmesine, pek çok şey görmesine vesile olmuşsa da Nils yavaş yavaş insan olmayı, ana babasını, çiftliği özlemeye başlamış. Ancak cinin onun eski haline döndürmesi için bir şartı varmış . Genç beyaz kaz Martin'i sağ salimen çiftliğe geri getirmek. Çünkü Genç Martin'in de bir ailesi varmış ve Martin göçmen bir yaban kazı değil, çiftlik kazı imiş...
*******
Çocukluğumda masal kitabı okumayı çok severdim. Bir şey değişmemiş hala seviyormuşum demek:) Bu öğretici ,ağır başlı eser; doğayı, canlıları ,hayvanları, insanları bazen gökyüzünden bakarak, bazen sularda, bazen toprakta yaşarken ki hallerini, masallara sarıp sarıp, hikaye gibi anlatmış. Keyifle okudum. Bitti.
Ve genelde masallar şöyle biter;
Gökten üç elma düşmüş. Biri yazanın, biri anlatanın, biri de okuyanın başına..
Uyandırılmış Toprak 2. cilt :Don Kıyısında Hasat
Uyandırılmış Toprak
KARLAR ÜLKESİ
Gri Defter ve Yetiştirme Yurdu
Nobel Ödüllü yazarların, okuduğum kitapları serime, Roger Martın Du Gard ile
devam ediyorum.
Roger Martın Du Gard'ın yazdığı kitaplar içerisinde başyapıtı olarak nitelendirilebilecek eseri;
''Thibault'lar'' isimli ,yedi bölüm ve bir epilogdan(epilog:bir yapıtın sonsözü) oluşan 11 kitaplık seri-romandır.Bu on bir kitaplık roman, tam 18 yıllık(1922-1940) disiplinli, kararlı bir çaba ve çalışmanın ürünü olmuştur. Thibault'ların yedinci bölümü olan ''1914 Yazı'' Roger Martın Du Gard'a Nobel Edebiyat Ödülünü kazandırmıştır .
''Thibault'lar'' ın ilk bölümü olan Gri Defter ve Yetiştirme Yurdu kitaplarında,kitaba konu olan 20.yüzyıl başlarında Fransa'da yaşayan bir burjuva ailesi olan, katolik Thibault'ları tanıyoruz. Zaten seri-romanın tamamı bu ailenin üç ferdinin yaşamı ile ilgili;Baba Oscar Thibualt, büyük oğlu Antonıa Thibualt ve küçük oğlu Jacgues Thibualt.Bu üç karakterde ne kişilik, ne inanç, ne de amaçları açısından birbirine benzemiyorlar.
Baba katı katolik dini inanca sahip,şehrin ileri gelenlerinden biri.
Antonia mesleğinde ilerlemeyi amaç edinmiş ,çalışkan bir doktor.
Romanın başlangıcında ergenliğe yeni giren 13-14 yaşlarında anlatılmasına başlanan Jacgues ise ,tamamen özgürlüğe düşkün, baskıya boyun eğmeyi redden,özellikle babasının boyunduruğu altına girmekten hiç hoşlanmayan bir çocuk.
Gri Defter çok sevdiği arkadaşı Daniel'le olan sırlarını paylaştığı ,okul hocaları yakalayınca da evden kaçmalarına neden olan gri kaplı bir anı defteri. Ailesinin görüşmesini yasakladığı Daniel'le kaçtıkları Marsilya'da yakalanıp, geri döndüklerinde ,babası Jacgues'i, kendine ait vakıf tarafından kurulan, fakat adı kötüye çıkmış bir yetiştirme yurduna gönderiyor.
Yetiştirme Yurdu kitabında ,Jacgues'ın bir yıl boyunca yapayalnız bir hücrede kimse ile iletişim kurmadan yaşamasına tanıklık ediyoruz. Onu bu tutsaklıktan ağabeyi Antonia kurtaracak ve sorumluluğunu üzerine alacaktır.
Herkesten uzak bir yurda kapatılmak, Danıel ile aralarına mesafe girmesine neden olmuştur....
AÇLIK
Norveç'li yazar Knut Hamsun'un(1859-1952) ''AÇLIK'' adlı romanı ile devam ediyorum.(Çeviri:Esat Nermi)
Yazar bu kitabı ile 1920 yılında Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış.
Günümüzden ne kadar uzak bir tarih değil mi? Oysa dünya üzerinde değişen hiç bir şey yok. İnsanların duyguları, hissiyatları, yaşadıkları ,genel çerçeve içinde pek de değişmiyor. AÇLIK kitabındaki kahramanımız yazarın kendisi,yani yaşadığı sıkıntılı günlerden esinlenerek yazmış hikayesini.Büyük bir yazar olma hayalindeki kahramanımız ufak tefek makaleler yazarak gününü kurtarır bir hayat yaşıyor. Fakat o kadar yoksul ki üzerindeki giysilerden, tel çerçeveli bir gözlükten,kağıtlarından,kaleminden başka hiç bir eşyası ve barınağı olmamasına rağmen ,gurur ve namusundan ödün vermektense açlığı kabullenip onunla birlikte yaşamaya çalışıyor.Açken tok gibi davranıyor, açken sevmeye çalışıyor, açken yazı yazmaya çalışıyor, açken uyuyacak üzeri kapalı bir yer aramaya çalışıyor, açken hayal kuruyor, iyilik yapmaya çalışıyor. Dilenecek raddeye geliyor,dileniyor sonra pişmanlıktan kıvranıyor.
Sadece bir kişinin benliğinin açlıkla olan mücadelesi , duyguları, düşündükleri üzerine, bu kadar çok şey nasıl yazmış yazar ,hayran olmamak elde değil. Aşk değil, nefret değil ,ayrılık acısı değil sadece aç kalmak,açlığın gel-gitleri üzerine bir roman.Üstelik su gibi de okunup gidiyor .(Kahramanın o aç hallerinden sonra hiç yiyesim gelmedi, midemde tıpkı onun gibi bir fenalık hissettim.Alah kimseyi aç koymasın)
Kitaba konu olan Açlık dünya üzerinde hala mevcut. Belki sokağımızda belki bambaşka bir kıtanın ücrasında.
Ama var.
Bir yandan uzayda başka gezegenlerde hayat kurma çabasındaki insanoğlu var ama bir köşede savaştan,kavga ,döğüşten yoksul kalmış, ezilmiş ,itilip kakılan insanlar var.
En acısı da varsıl olanların , diğerlerini görüp ,onlar için bir şeyler de yapıyor göründüğü halde, hala yoksulluğa müsaade ediyor olması,
ne yazık...
---
VEBA
Okunması gerektiğini düşündüğüm romanlardan Veba'nın konusu şöyle;
Olaylar sömürge Cezayir'in Oran isimli bir şehrinde geçiyor. Ticaret,iş güç ile uğraşan Oran halkı kendini öyle bir dünyaya kaptırmış ki düzenleri hiç bozulmayacak sanıyor. Oysa bir gün Doktor Rieux'un ayağı ölü bir fareye takılıyor, sonra başka biri ölü bir sıçan görüyor. Gittikçe sayısı artan ölü hayvanlar önce bir endişeye mahal vermiyor ama sayıları artmaya başlayıp insanlarda da bazı hastalık emareleri ortaya çıkınca olayın vahim bir hal alması kaçınılmaz oluyor.
Oran'da fare kalmayıncaya kadar devam eden ölümlerden sonra sıra insan ölümlerine geliyor. Bu arada Dr.Rieux hiç bıkıp usanmadan insanlara yardım etmeye çalışıyor.Şehrin bazı insanlarından kendine bir ekip kuruyor.
Hastalığın artması sonucunun halkı etkileyen en büyük sıkıntı,şehrin karantinaya alınarak, dış dünya ile olan bağının kopması oluyor. Önceleri bunun sonuçlarının pek farkına varamayan halk , şehrin stokları tükendikçe ,şehrin dışında kalan yakınlarına özlemleri arttıkça ,kapılara yığılıp dışarı çıkabilmek için türlü çareler arıyorlar. Şehrin yöneticileri de önce hafife alıp önemsemedikleri bu salgının gittikçe artan şiddeti ile önlemlerini sıkılaştırıp, insanları adeta bir şehir hapishanesine mahkum ediyorlar. Bir anda veba ile başbaşa kalan Oran halkı için bunlar umutsuzluğun , boşluğun,duygusuzluğun başlangıcı oluyor. Şehrin dışında kalan akraba , tanıdık, sevgili herkese olan özlemleri kendilerini aşar bir hal alıyor.Sonra yavaş yavaş ,şehri bir kabulleniş duygusu sarıyor.
Bu arada Dr.Rieux ve arkadaşları bıkmadan yorulmadan çalışıyor,ellerinden geleni yapıyor, serumlar deniyor,tecritler yapıyor ama ne çare elden bir şey gelmiyor. Koskoca şehir ve halkı ,gittikçe sayıları artan ölümlerle birlikte adeta cam bir fanusta vebanın şehri terkedip gideceği günü bekliyor.....
.........................
AKIL ÇAĞI
Mathieu kendi kişiliği ve yetmezmiş gibi ,karşılaştığı durum konusunda ikileme düşmüştür.Evliliği reddedişi sebebiyle evlenmeyip,uzun yıllardır birlikte olduğu Marcelle hamiledir ve bu durumda Mathieu kendini kapana kısılmış hissetmektedir. Bu durumdan kurtulmaları lazım geldiğini düşünerek çare ve para arayışına girer. Lisede felsefe öğretmenidir ve özgürlüğün kendisi için çok değerli olduğunu düşünmektedir. Kafasını karıştıran bir başka olay ise okuldaki iki öğrencisidir. Kıza olan tutkusu , kızın erkek kardeşi Boris 'inde Mathieu'a ilgisi ortamı bulanıklaştırmıştır. Boris bir gece kulübünde şarkı söyleyen yaşlı sevgilisi Lola'dan, Mathieu için yardım ister. Gerçeği açıklamadığı için Lola parayı vermeyi reddetmiştir. Mathieu avukat abisi, en yakın arkadaşı Daniel ve başkalarından da para bulamayıp çaresizliğe düşünce, evlilik fikri beyninde sıcak bir oluşum halinde dönmeye başlar. Marcelle' de bu utanç verici durumdan kurtulmaktan ziyade ,artık bebeği istediğini karar vermiştir.Ancak Mathieu'nun gelgitleri durumu bambaşka bir yönde sonlandıracaktır...
****
Akıl Çağı isimli kitap Jean Paul Sartre'nin tamamlanmamış ''Hürriyetin Yolları'' serisinin başlangıcı.Bol bol diyalog içeren ,güzel bir roman.Burada Mathieu karakteri ile Jean Paul Sartre ,kendi kişiliğinden ipuçları vermekte, bir anlamda red'ci kimliğini bir ölçüde yansıttığını düşündürtmektedir.
AKIL ÇAĞI( Hürriyetin Yolları 1)
Çeviren;Gülseren Devrim.
******
Jean Paul Sartre (1905-1980) Fransız ünlü yazar ve düşünür.Burjuva bir aile çevresinde büyümesine karşın, burjuvayı reddeden ,sadece burjuvaziyi değil kurulu düzeni, aile kavramını, dostlarını, partileri, klasik anlamdaki edebiyatçıları, toplumdaki zümreleri, kalıplaşmış düşünce yapıları gibi pek çok şeyi reddeden bir kişiliktir.
Nobel Edebiyat ödülü de bu kabul edilmeyişlerden nasibini almış , 1964 yılında layık görüldüğü Nobel Edebiyat Ödülünü almayı reddetmiştir.
ANA
Amerikalı kadın yazar Pearl S.Buck(1892-1973) Amerikan edebiyatında uluslararası ödül kazanmış ilk kadın yazardır.Pulıtzer ödülünden başka 1938 yılında Nobel Edebiyat ödülünü alan ilk Amerikalı kadın yazar olmuştur.
Amerikalı olmasına karşın, eserlerinde devrim öncesi Çin ve Çin yaşamını anlatmıştır. Bunda misyoner olan anne ve babasıyla uzun yıllar Çin'de yaşaması etkin olmuştur.Hayranlığı öylesinedir ki Çin le ilgili olmayan eserlerini, takma bir isimle (John Sedges) yayınlamıştır.
Pearl S.Buck'un ANA isimli romanında Çin'de yaşayan bir ana ve onun hayatından bahsedilmektedir. Kitapta hiçbir karakterin ismi yoktur. Ana, kocanine, erkek, oğul ,gelin nitelendirmeleriyle anlatılan karakterlerin hayatı bir baştan bir başa anlatılmıştır. Ana, iki oğlu, bir kızı kaynanası, kocası ile fakir bir köyde yaşamaktadır.Hayat onun için doğurmak, çocuk büyütmek,kocanineye bakmak ve tarlada çalışmaktan ibarettir.Lakin kocası içine sıkıştıkları bu hayattan hiç memnun değildir. Bir gün anayı çocukları ve kendi anasını terkedip gider. Ana kocasının gittiğini önceleri ,çocukları ve köy ahalisinden saklar.Dönecek diye umutludur, etrafındakilere yalanlar uydurmaya kocası dönene kadar vakit kazanmaya çalışır. Lakin yıllar birer birer geçerken, ananın hayatı tamamen bir bekleyiş ve etrafına uydurduğu yeni yalanlarla dolmuştur. Çocuklar büyür, evlenecek yaşa gelir ana hep bekler ta ki ,kaygı duyup kederlenecek, umut edip mutlu olacak, hiç bir şeyi kalmayana değin.
Çeviri; Nihal Yeğinobalı
(meydan okuma 23) neler yapıyorsunuz?
günlerdir hafta sonu kar yağacak duyuruları kulaklarımızı doldurdu.Oysa kuşların bile havalanamadığı sislerle kaplıydı, göz gözü görmüyordu buralar.
Dedikleri doğru çıktı bu sabah bembeyaz tüller gibi şehri örten buğular çoktan uçup gitmişler, şehri yine yağmurlu, kasvetli , koyu gri bulutlar kaplamıştı.
İşte böyle bir şubat cumartesi günü ne yapıyormuşum?
Hafta sonu tatil dolayısıyla çocuklar gelmiş, onlara sabah erken kalkıp hamur mayalayıp, pişi kızartıyormuşum. O sırada çay tatlı tatlı demini almakla meşgulmüş.
Mutfakta kanalları dolaşarak bulduğum en cızırtısız radyo kanalında Yalın
''ah olmaz ah olmaz, sensiz olmaz sensiz olmaz...'' diye güzelinden bir şarkı söylüyormuş.
What'sApp gruplarda dolaşan bu resimdeki deveyi bulmaya çalışıp bulamayınca sinir oluyorum. Neden mi? Çünkü genç gözler görüyormuş bu deve resmini.
Aman ya hu ! azıcık ipucu verseydiniz hemen bulurdum. Neyse kızcem sağolsun gördü de bulduk😄
Hava yağmurlu da olsa sahilde biraz yürüyüş yaptık,
demek istesem de ,
''yapsak ne iyi olurmuş'' diye düşünmekle kalıp, yürüdüğüm günlerden bir fotoğraf paylaşmışım. Onun yerine de;
Nobel Ödüllü yazarları okumaya devam etmişim. İkinci kitap olarak Amerikalı kadın yazar Pearl Buck(1892-1973) ANA isimli romanına başladım.Etkileyici,akıcı ve sade bir anlatımı var hikayenin.
Cuma akşamı izleyemediğim KIZIM dizisini kayıttan izlemişim.
Cüneyt Özdemir'in YouTube kanalında en son videosunu seyretmişim.Sanırım
abone olup, her çekimini severek izlediğim, tek youtube kanalı Cüneyt Özdemir'in kanalı.
Sade kahvelerimizi de içmeyi ihmal etmemişiz.
Akşam bizim çocuklar anneannelerine mayonez salatası siparişi vermişler. Annem mayonezi kendisi yapar, salatası da çok leziz olur. Yemeğe annemlere gideceğiz. Hafta sonu çocuklar gelince ,evin havası daha bir şenlikli oluyor.
Onun dışında bu aralar,ufak tefek uğraşlara gayet sakin geçiyor günlerim,
bunun için çok çok şükrediyorum.
Rutin bir hayat ,bazen en mutlu hayat oluyor.
Şubat ayının 23 ünden , soğuk bir cumartesi gününden ,gönülden selamlar
gönderiyorum okuyanlara..