sisli puslu havalar.

 

Dün İstanbul yine sisli puslu bir gününde idi. Büyük Ada ve Sedef adası görüş alanımızdan yok olmuştu. Üstelik sis ile pis hava iç içe, nefes almakta dahi zorluk çekiliyor.
Öğleden sonra annemin kutlayamadığımız doğum günü için sevdiğimiz bir mekana gidip yemek yedik. Geçen hafta hem annem hem babam hafif bir grip atlattılar. Belki de sadece üşütme idi. İyileşince de kendimizi ılık ocak ayının bu sakin gününde dışarı atıverdik. Okulların tatil olması İstanbul trafiğini bir nebze rahatlatmış gibiydi. Gidiş ve dönüş sıkıntı olmadı. Trafiğe katlanamaz durumdayım. İstanbul 'da kendi dar alanlarımıza sıkışıp kalıyoruz hızla. Şu an Kartal, kentsel dönüşüm alanında hararetli bir çalışma içerisinde, her yerde yıkılan ve yeniden inşaatina başlanan binalar var. Üstelik çok yüksek katlı. Mesela, şu ikinci resimde sislerle kaplı alanda tam sahil yolunun dibinde ki bilmeyenler için Sahil yolu yani Turgut Özal bulvarı dolgu alana yapılmış bir yoldur, bir zamanlar kumluk ya da bostan olarak nitelenen araziler , yanıbaşlarında ki kamp ve plajların yerinde şu an da gökdelenler yükseliyor. Dolayısı ile obez bir ilçe halini alan Kartal'da şu an ve daha sonrası için yaşam çok kalabalık ve alt yapı yeterli mi muamma?
Bu da ikinci resmin sis dağılınca ki gökdelenlerin yükseldiği manzaralı hali. 
Güneşli bir İstanbul sabahından, bu günlük pencere manzaram böyle. Mavi gökyüzü dışında süsleme imkanım yok:) Ocak ayı için de mavi gökyüzü bile güzel sayılır zaten, daha ne olsun. 



Aşka Takıklar, Memlekete Takılanlar..


 Moralleri toparlamak zor oluyor bende. Haberlere düşkünüm, uzak durayım dedim. Adsız Aşıklar'ı izledim. Tarzım olduğunu düşünmediğim absürt komedi mi ,kara mizah mı ne ile isimlendirilir bir tür dizi bilemedim, ama sardırdım, 8 bölüm bir solukta izlendi. Tabi Halit Ergenç'in ve ona yakışan bir partner olan Funda Eryiğit'in etkisi büyük. Farklı bir roldeydi Halit Ergenç, aşka takık insanları aşktan kurtarmak için bir hastane kurmuş problemli, takıntılı, endişeli, huzursuz , sevgisiz düz bir adam olan Cem rolünde. Funda Eryiğit ise tam tersi aşka aşık, insanların aşkı kaybetmemesi tam tersi bulması için elinden geleni yapan bir ilişki uzmanı olan Hazal rolünde. İkisi aynı hastanede karşılaşıp ortak iş yapmaya başlıyorlar ve birbirlerini farklı yönleri ile tamamlıyorlar. Her bölümde farklı bir aşk hastasını ayrı tedavi yöntemleri ile iyileştirmeye çalışıyorlar. Aşk bir hastalık mı? Kurtulmak mı gerekir yoksa yeni aşklar insan hayatında her zaman yer bulmaya müsait midir? İşte bu sorularla uğraşırken Cem ve Hazal birbirlerine tabii ki aşık olacaklardır. Halit Ergenç 'i en son Babil dizisinde izlemiştik o dizi de kısa sürede bitmişti. Funda Eryiğit 'de sanırım bu dizi çekilirken hamileymiş. Gizlemeye çalışmışlar ama belli oluyor.

Bu arada Halit Ergenç Star Tv de Kral Kaybederse diye bir dizide oynayacak. Gülseren Budayıcıoğlu'nun  kitap uyarlaması ,yine. Geçen gün fragmanı vardı. Lakin tam da o sırada son günlerde gezi davasına bağlanan şu menajerin davası ile ilgili ifadeye çağırılmış pek çok oyuncu ile birlikte Halit Ergeç'te. Rıza Kocaoğlu, Bergüzar Korel hepsi ifade için çağırılmış.
Çok ilginç bir ülkeyiz..
Diziyle ilgili konuşurken bir bakıyorum ki, ülkenin gerçekleri yine yüzüme çarpıyor,yine olay nerelere bağlanabiliyor.. İnsan gerçekten neye üzülmeli, neye kafa yormalı, karar veremiyor.  On üç yıl sonra yine gezi falan deniliyor.
Oysa memleket yangın yeri..
Ama ne desek boş, işimize bakalım en iyisi..
İyi pazarlar..

Gün aynı , haberler berbat..

 

 
Yangın düştü memleketin pek çok evine, çoluk çocuk insanlar aileleri ile birlikte beyaz bir cennette alev alev bir cehennemin içinde kayboldular. Tanımadığımız insanlar için yüreğimiz yandı, içimiz daraldı, tedbirsizlikler için , kural bilmezler için, sırf cebini düşünüp işini ihmal edenler , birbirini suçlayanlar bu halde bile  makamı ile caka satanlar için öfkemiz taştı lav oldu. Zengini , fakiri herkes aynı cendereye sıkışmış haldeyiz, hepimizin yarını belirsiz. Allah rahmet eylesin hayatını kaybedenlere..
Hiç ders çıkarmıyoruz , hep günlük yaşıyoruz hadi biz günlük yaşıyoruz da devlet, kurumlar günlük yaşar mı? Böyle koca koca otellerin olduğu bölgede hiç mi yangın ihtimali göz önünde bulundurulmaz ki cayır cayır yanar otel. Ya o otel sahipleri onca insanı ''misafir'' diye niteleyip hiç mi güvenliklerini önemsemez, duman dedektörü , yangın alarmı , gece nöbetçisi falan ne bileyim hiç mi önlemi yoktu. Sadece parama bakarım bir odayı otuz kırk bine satarım derdinde mi..
Akıllanacağımızı sanmıyorum. Zebil gibi insan var memlekette nasılsa ,ölen ölsün kalan sağlarla iş devam eder. Boşuna üç beş çocuk demiyorlar. 
Ne zaman ki  insana değer veririz ,o zaman belki bir şeyler değişir. Yok sadece kaderciliğe devam edersek, işimiz zor. 

bugünlük..

Şaşırttı beni İBB, gezici mescit karavanı gördüm. Kapalı idi, belki deprem gibi afet bölgeleri için yapılmış olabilir, diye düşündüm. Çünkü  her yerde mescit , cami gibi ibadet edilebilecek yerler var.

Soğuk keskindi ama yine de şahane, pırıl pırıl güneşli bir gündü . Karne tatiline çıkmış küçük çocuklar sahilleri ,parkları doldurmuştu. Cıvıl cıvıldı etraf.
Tuzla'da yıllardır var olan köfteci de porsiyonda bulunan beş köftenin tanesi 60 TL ye geliyordu. Yanına bir küçücük sivri biber bir çeyrek domates, bir kaşık pilav. Domates ve biber her daim koyarlardı köfte yanına ama pilav yeni çıkmış. Neyse ki lezzet değişmemiş, ekmek tazecik, çay hala ikram.

 

Otoparkta Bir Gün; Türk Dizilerinin Büyülü Dünyasına Yolculuk

 Dün sabah erken saatlerden itibaren bizim sitenin otoparkı hareketlenmeye başladı. Bir gün önceden yönetici bey guruptan yazıp haberdar etmişti, yarın dizi çekimi için gelinecek diye. Tabii ki alışıktık çünkü yan binamızdaki özel bir sağlık kurumunda sık sık dizi çekimi yapılıyor , fakat bu kadar araç genelde sokak aralarına ya da yandaki isparka park ediyorlardı. Bu sefer bizi tercih etmişler. Yalnız her geldiklerinde bu dizi sektöründeki karışık gibi görünen düzenli çalışmaya hayran kalıyoruz, tık tık ,her şey onca insan karıncalar gibi bir şekilde intizamı bozmadan ,her işi tertemiz hallediyor, gerçekten gittiklerinde gelmiş olduklarını belli eden hiç bir emare bırakmıyorlar. 

Ülkemiz dizi sektöründe oldukça önemli ilerlemeler kaydetti . Bunda kendi insanımızın çok fazla ekran başında zaman geçirmesinin büyük payı var elbet. Yapılan araştırmalarda günde 5,5 saat ekran başında zaman geçiriyormuşuz. Bu 5,5 saatle dünya sıralamasında birinciymişiz. Bizden sonra Japonlar 4 saatle ikinci sırada yer alıyormuş. Kendi geçmişime bakınca, gerçekten küçük yaştan beri TV izlemeyi severim. İlk televizyon çıktığında her evde yoktu malum,lükstü o zamana göre. İlkokul birinci sınıfa giderken babam Kıbrıs'a tayin olmuştu ,bizde o yokken İstanbul'da dedemlerde kalacaktık hatta ben bir yıl o mahalledeki ilkokula gitmiştim. Komşumuzun kızı Ayşegül'le güzel bir arkadaşlığımız vardı ve onlar evlerine televizyon almıştı. Mahalledeki ilk televizyon onlardaydı. Ben de akşamları illa onlara gidip TV izlemek isterdim ve tabii ki giderdik. Sonunda rahmetli dedeciğim bizim eve de televizyon almıştı. Ne kadar mutlu olmuştum . Babam da Kıbrıs'tan gelirken ,saba marka hiç unutmam, beyaz altlığı olan yine beyaz bir TV getirmişti. Böylece televizyon evin demirbaşları arasına, yıllarca çeşitli modellere evrilerek girmiş oldu.  

İlk zamanlar yabancı dizileri ,filmleri izlerdik sonra Kaynanalar dizisi çevrildi. Ne kadar güzel bir diziydi. Ve sonrası hayatımız dizi oldu adeta.  Şu an ülkemizin katma değeri en yüksek  ihraç kalemlerinden birisi Türk dizileri. Dünyanın dört bir yanına, 100 den fazla ülkeye ihrac ediliyor. Dizi ihracında 3. sıradayız. Bizden önce birinci sırada Amerika, ikinci sırada İngiltere yer alıyor ,üçüncü Türkiye. Bizden sonra da Fransa ve G. Kore geliyormuş. Dijital platformlara da dizi veren ilk beş ülke arasındayız. Dizilerin maliyeti ortalama 10 milyon TL. Daha fazla olanda var. Sonuçta bu işte yüzlerce insan ekmek yiyor. Her yıl yaklaşık 80 e yakın dizi çevriliyormuş ülkemizde .Böylece 500 milyon dolarlık bir pazar oluşmuş. Reklam pazarı da buna bağlı olarak milyonlarca dolar. 2024 de 750 milyon dolar olan ihrac gelirinin, 2025 de bir milyar dolara ulaşması bekleniyormuş.
Yurt dışına ihrac edilen ilk dizimiz; Aşk-ı Memnu , sonrası hızla gelmiş. Şu anda en çok reyting alan dizi Kızılcık Şerbeti üç yüz bin dolara satılırken ,Kuruluş Osman altı yüz bin dolar satışla en pahalı dizi olarak ilk sırada yer alıyormuş.

Aslında gurur verici çünkü tamamen Türk yapımı işler, çeken, oynayan, çalışan, akıl eden , yazan , yapan hepsi Türk. Harika bir şey bu ,çok yüksek  gelir sağlıyor ,dünyanın pek çok yerinde yaşayan insanlara memleketimizi ,insanımızı tanıtıyor.  O kadar çok  emek, o kadar çok reklam, onca insana iş, ekonomiye bir çok katkı. Daha ne olsun.
Yani bir zahmet Türk dizilerini seyredelim , değil mi ama. 

bir şehir hastanesi macerası


 Araba ile dış kapıya kadar bıraktı eşim, biz hallederiz dedim. Bahçeye girdiğiniz anda bir insan seli, sağdan soldan, her yerden insanlar bir yerlere girip çıkıyor. Koskoca puntolarla POLİKİLİNİKLER yazmışlar. Sanki İstanbul havaalanı!! kadar büyük bir giriş. Kalabalıkla beraber girdik kapıda bir güvenlik dedektörü var lakin kimsenin hatta güvenlikçinin bile takdığı yok sağından solundan herkes girip çıkıyor. İçeri girişteki alanda bir danışma var sorduk KBB nerede diye, çok şükür ki ''Birinci katta, şurada merdivenler var'' dedi. Şuradaki merdivenlere yöneldik hemen çünkü asansörler gelip gittikçe açılan kapılardan görülene göre; içerisi iş saatlerindeki marmaray kalabalıklığında. Binilmesi imkansız duruyor. Neyse çıktık yukarı yine danışmada tatlı bir kızcağız, randevu kağıdımızı alıp kaydımızı açtı, babama yaşını gördükten sonra hürmetlerini sundu(Bu gerçek) bizi yönlendirdi. Neyse ki bu kalabalık karşısında biraz hoşumuza giden bir şey oldu bu . Koridordan dümdüz gidin en sonda hafif sağ yapın orada 2. oda. Yürü yürü bitmiyor , upuzuuun , dar bir koridor. Kalabalık ,kalabalık sıra sıra odalar, bekleyen insanlar.Neyse bulduk odamızı Doktorumuzun adı yazıyor, babamın ismi de beşinci sırada ekranda belirmiş. Ona yerde bulup oturttuk karşı koridorda. Bekliyoruz. O sırada yanıma gelen kadın ''Oh nihayet buldum kardiyolojiyi' diye nefes nefes kıpkırmızı yüzle soluklandı, boncuk boncuk terlemişti. Sonra kardiyolojiye doğru ilerledi. Tek tek içerden çıkan hastalarla bizim sıramız da nihayete erdi ve ekranda ismini görünce içeri girdik. Çok genç bir doktor bilgisayar ekranı başında yanında başka bir herhalde dr. bilmiyorum. Neyse artık sordu derdimizi, baktı falan daha önce gittiğimiz yerleri söyledik bir şey demeden sizi biyopsi için servise göndericem, hatta hemen yarın 8.katta, saat 3'de ama biraz beklersiniz(o birazı tahmin etmek güç değil, zaten 8. kata çıkmak namümkün, hem sen ne anladın da hemen biyopsi istiyorsun..Neden celallendin ?derseniz onu da yazayım ;meğer bizim kapıda ismi yazan Dr. Hasan bunun artık hocası mı,  nesi anlayamadım ama 'ben değilim' diye mırıldanıp bizi yolculadı. İlk kez şehir hastanesine gelmiş biri olarak ben niye hala sen de kimsin? intörn müsün, pratisyen misin ,kimsin? Biz sen Dr. Hasan'sın diye geldik, Dr.Hasan'a sevk olunmuşuz ,yeni gelen sevimli Aile hekimi doktor hanım kızımız tarafından. Kocaman yazmış kağıtta Dr. Hasan. Sen niye kendini tanıtmadan muayene edip, bir de biyopsi diyerek evham salıyorsun, 'dermatolog gördü mü ' diyorsun, 'görmedi' diyoruz. Önce bir dermatologa gidin, desene yavrum. Hemen biyopsi falan. 

O hızla çıktık DR. Hasan olmayan Dr.un muayenesinden, merdivenlerden inip, sıkış tıkış insan dolu kapıdan çıkıp devasa bahçeye attık kendimizi. Derin derin nefes aldık. İlk işim özel bir hastaneden dermatolog randevusu almak oldu. Bakalım o ne diyecek. Yani koca koca binaları yapmışlar da oraya annemle babam tek gitseydi, kaybolurlardı .Bu arada bu hastaneye sık giden bir arkadaşım ; genelde ismi yazan doktorlar yerine asistanlarının muayene ettiğinin olağan bir durum olduğunu söyledi. Yine de  Allah eksikliğini göstermesin , muhtaç da etmesin diyerek kapatayım bu devasa hastaneler konusunu..  

Sonuç mu?

Gittiğimiz dermatolog Dr. sağolsun ufak bir müdahele ile sorumuzu halletti. KKB ile hiç alakası olmayan bir durummuş. Sağolsun.. İçimiz rahat eve döndük.  

Baş edilmez hale gelen fiyat artışları..

Bir koli yumurta 215 TL yani tanesi 7 TL 16 kuruşa geliyor. Oysa 2009 yılında en yüksek  para birimimiz olarak tedavüle çıkan 200 TL ki o zaman pek sık cebimizde olmuyordu, şimdi bir koli yumurta almaya yetmiyor. 2009 yılında yani 200 TL nin piyasaya sürüldüğü yılda 1 adet yumurta sadece 14 ile 15 kuruş arasındaymış. Şu an kuruş ile alınabilen bir şey var mı??

Tadını kaybeden hayat..

 Gökyüzü öyle mavi ,güneş o kadar parlak ki dışarı çağırıyor, çık dolaş tadını çıkar diyor. Öyle yaptık. Düzenli yürüyüş yapamayanlardanım. Ama böyle  kışın ortasına denk gelen tadımlık bu  havaları değerlendirmek lazım. Biraz yürüdük sonra yıllardır gittiğimiz Yakacık'taki Ayazma çay bahçesine gittik. Bu mekan kapanırsa gerçekten üzüleceğim bir yer, çocukluğumdan beri gelirim ama ne yazık ki en boş en sakin günlerini yaşıyor. Yaz kış oturacak yer bulunmayan yer de şimdi tek tük masa dolu oluyor. Pandemi de bile böyle değildik, diyor yılların emektar çalışanı. Fiyatlar arttı , müşterisinin ise harcama gücü düştü. Buraya geldiğinde semaverle çayı ortaya alan insanlar şimdi bir bardak çaya zor bütçe ayırıyor. Tabi esnafta artan fiyatlarına neden olan  pek çok madde sıralıyor. Sonucunda fiyatı daha pahalı ama porsiyonu daha az yiyecek sunuyor. lezzet ise burada değişmemiş,aynı o bildiğimiz eski tat. Bir de fiyatı arttırıp, porsiyonu azaltıp, lezzeti, tadı tuzu beter edenler var.  Bilindik bir tatlıcı /dondurmacı da bir porsiyon baklava istedik geçenlerde inanın öyle  yapıs yapış hamuru olan baklavayı, evde olsa kimse misafirine çıkarmaz. Çalışanda ne yapsın''İletirim'' dedi. Artık iyi bir şey yemek iyi şeyler görmek istiyorsanız ,iyi bir ödeme yapmanız gerekiyor ama sonucu garanti değil yine de. Paranızla rezil olma diye bir lafımız vardır ya o artık daha sık yaşayabileceğiniz bir olay. Her sektörde üstelik.. Hiç bir şeye layık değil bu insanlar, gibi bir durumdayız. Yazık ettik kendimize.. 

sarı nokta

 

Annem 2024 yılının son haftasında ciddi bir göz ameliyatı oldu. Kendisinde bir kaç yıl önce teşhis edilmiş sarı nokta göz hastalığı vardı. Yılda bir iki kez ,tedavi için, göz içi enjeksiyonu oluyordu. Ama yazın son aylarında yüksek tansiyon atağı geçirip gözüne pıhtı atınca bir gözünün maalesef kanama neticesi görme yetisi kayboldu. Bir süre başka tedavi uygulansa da görme yetisi yerine gelmeyince Vikrektomi ameliyatı olmak zorunda kaldı. Vikrektomi gözümüzü arka kısmında yani esas görme alanımızın bulunduğu, mercek ile retina arasındaki boşluğun temizlenmesi olayına deniliyormuş. Annemde o kısım kanla kaplanınca görme olayı bitti. Bu ameliyat gözün arka kısmındaki kanamaların temizlenmesi için tek çare. Başka durumlarda da vikrektomi ameliyatı tek çare olabiliyor. Zor ve ciddi bir ameliyat tam üç saat sürdü. Neyse ki hala çok iyi genç doktorlarımız var , canla başla çalışıyorlar. Kendi doktorumuz profösör olan hocası ile birlikte yaptılar. Çok şükür başarılı geçti ve üç dört günde toparladı. Tabi henüz görmesi düzelmedi o üç ay sonra yeni bir operasyon sonunda olacak. Bu zor bir süreç. İnsan başına gelmeyince bilemiyor. Sarı nokta babamda da var fakat onunki kendiliğinden durağanlaştı, sıkıntı yaratmadı. Annemdeki farklı bir türü sanırım. Neyse ki bir gözünde diğeri ile yaşamını rahat bir şekilde sürdürüyor. 

Bugün doktorumuza gittik, kontrol sonuçları çok çok iyi çıktı. Rahatladım, sevindim. Göz tetkiklerini ihmal etmemek belli aralarla gidip göz muayenesi olmak gerekiyor. 

Bu arada Aile Hekimleri yeni Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme yönetmeliğindeki bazı maddelerin değişmesi talebi ile protesto haklarını kullanarak bu hafta yani 6-10 Ocak 2025 tarihlerinde ,üçüncü kez, bir hafta işi bırakma eylemi yapacaklar. Geçenlerde ilaç yazdırmaya gittiğimizde de baktık çalışmıyorlardı. Sanırım artık her ilacı da yazamayacaklarmış. Biz de konuya oradan vakıf olduk. Yoksa çok fazla gündem olmuyor henüz.  Haklarını aramak yasal kurallar çerçevesinde her çalışanın hakkıdır, umarım hem çalışanın ,hem hastanın lehine gerekli olan ne ise yapılır. 

Harlan Coben; Missing You

 Netflix'de *Harlan Coben imzalı beş bölümlük bir mini dizi izledim; Missing You. Harlan Coben romanlarının diziye çevrilmiş halini izlemeyi seviyorum. Bu dizide romandan uyarlanmış. Aile bağları, arkadaşlık ,aşk hem gizemli hem gerilimli olaylarla örülmüş ve bir şekilde umulmadık bir yöne çevrilip sonlanıyor. Kahramanımız güçlü bir kadın rolü çizen Dedektif Kate ,polis olan babasını bir cinayet sonucu kaybetmiş. Bu olayın ardında çok sevdiği nişanlısı da sırra kadem basıyor bir daha da asla irtibat kuramıyor onunla. Aradan on bir yıl gibi bir zaman geçmişken ,kaybolan bir profösör ve kaybolan bir anneyi arama çalışmaları sırasında Kate eski nişanlısının izine rastlıyor ,üstelik birbirinden bağımsız gibi görünen bu iki kayıp vakasının da aslında bağlantılı olduğu ortaya çıkıyor ve olaylar çorap söküğü gibi çözülmeye başlıyor. Kate bu olayları çözmeye çalışırken , kendini yıllardır annesi ve arkadaşları tarafından saklanmış sırların içinde buluyor. Bu sırlarda kayıplarla ilgili mi? O kadar da ipucu vermeyeyim, belki izleyecek olan olur.



Not*Harlan Coben Amerikalı bir roman yazarı, genellikle gerilim, korku, gizemli olaylar üzerine yazdığı romanları ile ünlü.

evlilik, kuşak farkı ve modern hayatın getirdikleri..

      


Geçtiğimiz yıl bizim evin en önemli ve en mutluluk veren olayı kızımızın dünyaevine girmesi idi. 'Dünya Evine Girmek' tabiri yeni evlenen, yeni bir başlangıç yapan, kendilerine yeni bir dünya kuran çiftler için kullanılır. Evlilik sorumluluk isteyen bir müessese, karar vermesi de yürütmesi de hem güzel hem zor olabiliyor. Umarım çok mutlu olurlar. Ülkemizde ekonomik şartlar,  sosyal şartlar üstüne bir de İstanbul yaşamı şartları , burada doğmuş büyümüş olsalar da  genç insanları bu yaşlarında bunaltabiliyor. Kiralar çok yüksek, mutfak giderleri çok çok fazla ki yeni nesil kadınlar pek yemek pişiren tarafta değil .  o da ayrı bir masraf kapısı. Geçenlerde annem için hastanedeydik, asansörde bir yemek getirici genç ile karşılaşınca şaşırdım. ''Ablacım artık sizin nesil son buldu, şimdi hiç kimse evde yemek yapmıyor ''dedi. gerçekten de öyle. Kızım yurtta kalırken onu görmeye gittiğimizde yeni idi bu yemek siparişçiler , yurdun önün vızır vızır motokuryeler gelip gidiyordu. Sonra işyerlerinde görmeye başladık. Şimdi her evin önünde yemek getir götürcüler yemek taşıyıp duruyor. Demek ki yemekler evde pişmiyor,dışardan siparişle geliyor. Biz kendimize eziyet etmişiz demek. İşten gel, koştur koştur mutfağa gir, yemek pişir, topla , yıka. Keza hafta sonu bir kaç çeşit pişir, koy dolaba  falan. Şimdi her çeşit sulu-susuz yemek bir uygulamaya bakıyor. Ne kadar sağlıklı ya da sağlıksız ileri ki zamanlarda ortaya çıkar. Her nesil kendi usulüne göre yaşıyor, kendi düzenlerini kuruyor. Bu da kuşak farkını oluşturuyor.

Bunu bugün mutfakta yemek yaparken düşündüm, ben hala yemek yapmayı seven taraftayım. Biraz alışmışlıktan, biraz da gerçekten keyif aldığım ,rahatladığım bir ev işi olduğundan.Bir de anne yemeklerimi seven çocuklarım var. Daha fazla sebebe gerek yok tek bu madde yeter benim için. 

Aman neyse işte ; ister dışardan yiyelim ,ister kendin pişir- kendin ye yapalım ,yeter ki ağzımızın tadını bozmayalım.

Yeni yılın ilk günü.

 Koca bir yılı daha devirmişiz, geriye bakınca; ne çabuk geçmiş ,ileriye bakınca ;daha çok var, diyoruz yine yeniden . Geçen yıl gibi bu yıl da İstanbul'da günlük güneşlik bir hava da 2025'e merhaba dedik ve bu gün yeni yılın ilk günü. Özel gün tatillerinde olduğu gibi pazar günü hissinde bir salı günü yaşanıyor.  Gece güzel geçti, saat 12 olduğunda sitedeki bloklardan birinin çatısından havai fişekler atıldı, ilk kez oluyor ve çok güzeldi. Sanırım kutlamaları seven yeni bir komşumuz var. Sahilden de havai fişekler fırlattılar , görüntüler neşe saçtı, 10 'dan geriye doğru sayarken içimizde yeni bir yıla girmenin çocukça bir heyecanı vardı. Kısa süreli bir heyecan ve mutluluk anı. 10, 9, 8, 7, 6, 5,4,3,2,1  hoppaaa hoşgeldin 2025. Bu kadar ,gerisi aynı .Tv'de Yılbaşı programı çok fazla seçenekli değildi. TV8 de O Ses Türkiye Yılbaşı özel programını izledik. En eğlenceli hatta tek eğlenceli kanaldı diyebilirim. Yalnız HalkTV yi de es geçmeyeyim. Saat 12 de bir baktık , eski dönemlerin en önemli olayı, dansöz çıkmış. Anadolu Ateşi gösteri gurubu kısa ama nefis bir oryantal gösterisi sundu. Hem de Nesrin Topkapı'dan ders almış bir dansçı tarafından sunuldu gösteri. Ayrı bir nostalji oldu. Bir zamanlar yılbaşı gecesi hangi dansöz çıkacak konusu sansasyon yaratırdı:) Kıyafeti , dansı olaydı dansözlerin. Halk Tv unutmamış konuyu. TV8'de Burat Kut ile neşelendirdi ekrandaki eğlenceyi. O da ayrı bir nostaljiydi. Burak Kut gençliğimizin bebetosu, hala da güzel yüzlü ve güzel sesli bir insan. Yine kanalları zaplarken bir baktık NOW 'da dizi tekrarı var! Özel kanallardan bir tek Kanal D de özlediğimiz Sibel Can'lı müzik programı var, Show'da Güldür Güldür, diğerleri hiç, sanki ' sizin eğlence neyinize' modundalardı. Oysa ne kadar ihtiyacı var insanların haftada bir iki gün şarkılar söyleyip, gülüp eğlenmeye. İnsanların bu ihtiyacını yok sayıp , unutturmaya çalışıyorlar farkında mısınız?