marmaray halleri..

Marmaray halleri
Gamzedeyim Deva Bulmam şarkısı ile başladı repertuarına klarnetçi genç adam. Akülü tekerlekli sandalyesinde oturan  şık giyimli ve makyajlı ,siyah saçları omuzlarına dökülen ,yaşı 30' larına yakın cüce genc kadının yanında durdu vagonları boydan boya dolaşan mendil satıcısı. Kısa boylu tıknaz orta yaşlı biriydi. Peşi sıra gezen down sendromlu oğlu da durdu. Etrafa bakıp gülümsüyordu. Adam elindeki mendili hafif bir revaransla kadına uzattı. Kadın da bu kibar hareket karşısında nazikçe; parasının olmadığını ,mendili alamayacağını, belirtti. Tabii ki bu bahaneye sığınmıştı coğunun yaptığı gibi. Satıcı ısrarcı çıktı, elini iki yana salayıp,''yo yo para istemiyorum içimden geldi'' deyince, kadın mendili alıp teşekkür etti. Yüzüne hafif gülümseme yerleşti, ta ki  satıcı ''Allah şifalar versin ''diyene kadar. Gülümseme donar gibi oldu.Mendilci oğlu ile birlikte vagonun ortalarına doğru ilerlemişti bile. ''Mendil ister misiniz''  Karşımda dokuz durak boyunca hiç susmayan siyah gömlekli genç yanında kendisine kaykılmış oturan gence ha bre daldan dala geçen mevzular hakkında anlatıp duruyordu. Amcası yoğun bakımda yatıyormuş, ben etkilenmem demiş ama yoğun bakıma girince bir ürpermiş doğrusu. Doktoru ile konuşmuş. Doktor ,takdiri ilahi bakarsanız daha iyi olur, demiş. Doktor kısacık saçlı, elinde dövmeler olan bir kadın doktormuş ama nasıl oluyorsa! ağzı bunlardan daha dualıymış.(bak sen ya hu dua ve iman sadece bir kesime mi mahsus,nasıl yetişiyor bu çocuklar) Allah'ı anıyor olması çok şaşırtıcı gelmiş. Elinde Murat Kurum logolu belli ki yerel seçimden kalma bez torbadan suyunu çıkarıp içerken klarnetçi ''Kum Gibi ''şarkısını çalmaya geçti ve bizim genç ufaktan kum gibi kum gibi diye şarkıyı mırıldanmaya başlayıp konuşmasına kısa bir ara vermiş ti ki ineceğim durağımın ismi mekanik ses tarafından anons edildi. 
İndim ..

yanıyoo

İstanbullular sanırım  hatırladığımız en sıcak temmuz ayını geçirmekte. 36-37 dereceler hatta hissedilen 39'dereceler gördü termometreler. Sabah 30 ile başlıyoruz güne ki bu İstanbul için aşırı sıcak. Normalde gün içi sıcak olsa da akşam sabah bir tatlı serinlik olurdu, şimdi yok. Hadi olsa da bir kaç güne geçer poyrazımıza kavuşurduk ama günlerdik piştik, yandık, eridik nemden yapış yapış olduk Sanırım çamaşır makinaları ,klimalar ful çalışıyordur evlerde. Klima takıntım olmasına rağmen biz bile evde öğleden sonraları çalıştırmaya başladık soğutucuyu, mecbur yoksa tansiyonlar zıplıyor ya da yerlere düşüyor bazen de sinirler geriliyor, tatsızlık çıkıyor incir çekirdeğinden. Adana'da geçen gün Willis Haviland Carrier için, kendisi klimanın mucidi olur, hayrına tatlı dağıtılmış:) Biz böyle bunalıyorsak  güney tarafları düşünemiyorum. 
Sadece sıcak olsa iyi pazara gittik orada da fiyatlar cep yakıyor. Limon bile yüz lira,  manav fiyatları gibi olmuş pazar tezgahları. Sanırım bir müddet sonra pazarlar kapanır, zincir marketlerin manav reyonlarından tane ile almaya başlarız gerektiği zaman, gerektiği kadar. Nerede o meyvelerin, sebzelerin zebil gibi olduğu pazar tezgahları, hey gidi günler. Uzun bir süredir, sanırım üç dört aydır, zam yapmayan sucumuz da bugün su fiyatını 99 TL ye güncelledi! Yani 99 nedir aman 100 olmasın mı ?! Üç rakamlılara çıkmayalım mı? 1 TL mi kaldı ? Gerçi kalmış Fethiye Belediyesinde Halk evleri diye çay bahçeleri varmış, TV'de Rehber'de izledik çay hala 1 TL imiş. Bilemiyorum nasıl çaydır o.İçmedik programda izledik.




 

En önemli konu!

 Gündemde uzun süredir ''Hayvan Hakları''  var. Biz insanlar kendi haklarımızı halletmişiz gibi hayvanların bizim tarafından korunmasını öngören bir yasa düzenlemesi üzerine konuşuyoruz, milletvekilleri de çalışıyor. Yani aslında bir yasa var ,bu konu  2004 yılında 5199 no.lu Hayvanları Koruma kanunu adı altında kurala bağlanmış. Ancak şimdi on yedi maddelik yeni bir kanun değişiklik teklifi  gündemde. Olaylar ve tartışmalar da bu konuda çıkıyor.  Hayvanları Koruma Kanununu okudum. Ve bir kez daha gördüm ki sorun bizim toplumda kanunları gerektiği gibi uygulamamaktan geçiyor. Kısırlaştırma gerektiği gibi uygulanmış olsaydı, bakımevleri ya da barınaklar gerektiği gibi olsaydı bu kanun çıktığı vakitten beri belki köpek nüfusu bu kadar artmayacak, kentte ya da kırsalda insanlar bu kadar vahim olayları da yaşamamış olacaktı. Bir taraf bu kanunda sokak köpeklerine ötanazi uygulanacak diye masum köpek fotoğrafları ile dolaşırken ,diğer tarafta çocuklarını kaybetmiş ya da köpekler tarafından yaralanmış aileler ve onların tarafında olanlar sokaklarda güvende değiliz diye kamplaştı. Bir taraf işin içinde ''mama lobileri'' var diyor diğer taraf ötanazi yasası bu,can alacaksınız diyor, direne direne kazanacağız diyor.(Keşke ne konularımız var memlekette, bu kadar tepki gösterebilsek onlara da diye düşünmeden edemiyor insan bunları izleyince)

Yeni ikiye ayrılacak konumuz bu; Sokak köpekleri. Yani sokak köpekleri de bizim küçüklüğümüzün sokak köpeği değil ki hepsi çoban köpeği midir kangal mıdır belli değil kocaman kocaman köpekler. Hele iki üçü bir aradaysa yandan geç bakma, öyle yani. Yazlık kesimlerde özellikle mesela Ayvalık' ta elinde değnekle yürüyüşe çıkıyor dedeler, nineler hatta çıkmıyor. Çünkü ısırılanlar oldu. Çözüm bulunmak zorunda sadece yaşasınlar, candır vs. diyerek konu geçiştirilmemeli. Başka nerede duyuluyor çocukları köpeklerin parçaladığı, yaşlılara saldırdığı. Bir de bakımsızlar ki o köpekler inanılmaz, üzücü. Bir iki tanesine bakan var diğerleri öylesine dolaşıyor. Akıl, sağduyu ve nezaket içerisinde davranır ve bu konuyu halleder umarım milletvekilleri, öyle mağdur ailelerine analara babalara çemkirmeden ,niye orada bulunduklarını insanların vekili olarak seçildiklerini unutmazlar. Çünkü tribünlere oynayanlar, sağını solunu düşünmeden konuşanlar /konuşmak değil bağırışanlar/ var.

Bir de bu ara da köpekleri bir kenara koyarsak Ayvalık'ta yazlıkların ortasına bahçelerine yaban domuzları inmeye başladı. En son çocuk parkında bir kaçı bir arada görüldüler ki yaklaşık otuz yıldır yazları Ayvalık'tayız hiç rastlamamıştık duymamıştık da. Acaba ilerde yaban domuzları içinde böyle tartışmalar ve ikiye bölünmeler olur mu?



pusuya düşmek

 En sevdiğim mekanlardan birindeyim, çocukluğumdan beri geldiğim, etrafına inat neredeyse hiç değişmeyen ;Ayazma çay bahçesi. Odun ateşinde pişen çıtır çıtır lahmacunları ve pideleri nefis yanında getirdikleri açık ayran da keza öyle. Bir zamanlar çayı da şahane idi kaynak sularından demlerlerdi, şimdi terkos suyundan yapıyorlar tadı iyi sayılmaz çay bahçelik tarafı sadece isminde kalmış. Yine de bu kusuru görmezden geliyoruz. Hava mis, biraz poyraz var serinletiyor ama güneş ısıtmakta kararlı.Manzaramızda puslu  Marmara denizi, tam karşımızda şileplerin koylarına demirlediği Prens Adaları. Gökdelenler, plazalar , yüksek katlı apartmanlar her neyse işte bir beton yığını yükselip deniz manzarasını kapatmaya devam ediyor , belli ki bir kaç yıla Marmara denizi ve Prens Adaları sadece aralardan bir yerlerden görünür hale gelicek. Bunu da es geçip yemeğin ve manzaranın tadını çıkartmaya çalışıyoruz. Yanımda sevdiklerim var sohbet güzel mi güzel derken efendim , o da ne öyle!? Sağ omuzumdan önce hafif bir rüzgar sonra bembeyaz tüyler ve pembeye çalan bir gaga, perdeli ayaklar görüyorum önce jalapeno turşuya sonra ortada duran kuşkaş pideye dalıp tam ortadan kocaman bir parçayı kapıyor ve çığlığımla birlikte o da korkup cıyaklayıp havalanıyor. Bir anda kocaman kanatları ile masayı kaplayan martının ardından biz üçümüz şaşkın bakakalıyoruz . Beni uzaktan izleyip kuşkaş pidenin masaya gelmesi ile saldırıya geçen martı maalesef sadece masayı dağıtmakla kalıyor ağzındaki pideleri yere düşürüyor. Kenar köşemizde dolaşan, her daim buralı demirbaş  kedilerden biri  fırsatı değerlendirip pideyi kapıyor. Tam bir kime niyet kime kısmet olayı. Kocaman kanatları neredeyse masayı kaplamış ve tekrar uçarken tabii ki ağzındaki pideyi de yere düşürmüş .Bende rüzgarı ile saç baş dağılmış, neredeyse omuzumdan uçacak martı karşısında şaşkınken  garson olaya yetişti ; ''Yeni başladılar  martılar böyle masalara davetsiz gelmeye'' diye söylenerek masayı toparladı , kedi pideye afiyetle devam ediyordu. Biz neyse ki lahmacunlarımızı bitirmiş hatırı kalmasın diye de ortaya söylediğimiz kuşkaş pideye ise henüz başlamamıştık. Bizim kısmetimiz değilmiş, martının da değilmiş. Pide ,tekir kedi ve arkadaşlarının kısmetiymiş çünkü kalanları da kendisine verdik o da diğer arkadaşları ile paylaştı. Pusucu martı da ortalığı dağıttığı ve gagaladığı jalapeno biberlerin acısı ile kalakaldı.

 İşte böyle bir pusuya geldim sevgili okuyucu, martılar aç mı kalmış, aç gözlü hale mi gelmiş!? Anlayamadım. Dikkat edin İstanbul'da dışarda yemek yerken, kedi köpekler masa altında dolaşırken asıl tehlike havadan gelebilir, her an bir martı yemeğinize doğru pike yapabilir:)



sabahın körü sesleri..

 Sıcak çok sıcak, sıcak daha da sıcak olacak. 

Söz-Müzik:Emre Altuğ, bu şarkıyı yaparken slogan haline geleceğini tahmin etmiştir sanırım  ve sanırım böyle sıcak bir gece de yazmıştır. 

Bu kadar nemli, sıcak temmuz ayı epeydir yaşamıyorduk. Üstüne üstlük bir aydır bitmeyen bir asfaltlama çalışması var caddede gece başlıyorlar sabaha kadar gürültü, cayırtı, takırtı bitmiyor. Kolay gelsin hadi belediye çalışıyor da martılara ne oluyor sabahın beşinde başlıyorlar, altıda iyice zıvanadan çıkıyorlar gaklar, guklar çığlıklar. Tüm pencereler açık olunca sanırsın evin içinde dolaşıyorlar. Onlara eşlik eden ebabillerin cırıltısını saymıyorum bile..

Hava durumunda bu haftanın mevsim normallerinin üzerinde bir sıcaklıkla geçeceğini okudum. 35-36 hatta 37 dereceleri bulacakmış. Yaz yazlığını nihayet hatırladı İstanbul'da . Nem olmasa iyi, nem kötü nem. 





vakit geçirdiklerim

 Kayıp Ağaçlar Adası 'nı okuyorum. Elif Şafak'ın eseri. Kızım yazlığa gelirken hediye getirmiş bana.Kitap hediye almak bizim nesil için doğal ve güzel bir hediyedir , her daim. Başlangıcında ,renkli kapağına rağmen, roman beni pek sarmadıysa da kısa sürede ; ne güzel bir anlatım, dedirtti.Ağaçları severim ,romanda da bir incir ağacının olayları anlatması çok sevimli ama anlattıkları pek öyle değil yaralayıcı. Yakın zamanda kültürel bir gezi yaptığım Kıbrıs'ın yakın tarihi ile ilgili iç yakıcı hikayelerle örülü güzel bir roman. 


Birinci sezonunu da geçen yaz izlemiştik dizinin, ikinci sezonu izlemek de bu yaza denk geldi; Prens. 

Senaryosunu Giray Altınok ve Kerem Özdoğan'ın yazdığı internet dizisinde başrolde yine Giray Altınok ve başka değerli oyuncuların rol aldığı güzel bir komedi dizisi.


Bu ara izlediğim başka bir dizi de Şimdiki Aklım Olsaydı isimli İspanyol dizisiydi. Dizinin beni şaşırtan yanı yapımcı olarak Kerem Çatay ve senaryoda Ece Yörenç isimlerini görmek oldu. Tabi böyle 120 hatta 140-150 dakikalık uzun bakışmalı ,ağdalı  Türk dizilerinden sonra bu tip internet dizileri güzel seyrediliyor, konu bitti mi dizi de bitiyor.


Bir başka İspanyol dizisi de Mükemmel Bir Hikaye . Bu ara İspanyol dizileri ile vakit geçiriyorum istemsizce. Bu dizi de romantik komedi tarzında Margot ve David'in (mutlu ve mutsuz iki sonunu da gösterdiği) aşklarını anlatan beş bölümlük mini dizi. 


Ve tabii ki son zamanların reklamı çok dönen dizisi Zeytin Ağacı'nın ikinci sezonu. Çoğunluk Ayvalık manzaraları, sokakları için izlediğim dizinin ikinci sezonu da renkli sahneleri için seyredilir.  Tabii ki yine asıl konu geçmiş ve etkileri. 


 Ve yazımın incir ağaçlı roman ile başlayıp zeytin ağaçlı dizi ile bitmesi kendiliğinden oldu inan sevgili okuyucu. Ben ağaçları severim.😊