Evde Geçen Vakitlerde..

 bir roman...

Elif Şafak'ın romanı Gökyüzünde Nehirler Var 'ı bitirdim. Sürükleyici, masallardan masallara oradan acı gerçeklere varan hikayelerden oluşan bir roman. Kitabın kapağında, yazarın ismi ,romanın isminden büyük ve daha dikkat çekici yazılmış . Yine kapakta lapis lazuli taşı renginde kocaman bir su damlası var. Hikayenin başlangıç noktası bir su damlası ve devamında  lapis lazulu taşı ve mavisi..

İki nehir Dicle ve Fırat, onlara çok uzaklarda akan Thames nehri kenarında geçen hayatların masalsı hikayesi var romanda. Arthur 1800'lü yıllarda doğan bir adam, Narin ve Züleyha ise 2000'lerde yolları kesişen iki kadın . Sonda  üçünün birbirine zincirleme bağlı öyküsü. Arada Dicle, Fırat ve Thames nehirlerinin sularla akan hayatı. Büyük mezopotamya hükümdarı Asurbanipal'dan bir lapis lazuli tableti ile günümüze uzanan hikayeler zinciri. 

Çok güzel ,sürükleyici bir roman.


bir dizi...

Homeland dizisi pandemi döneminde evde kaldığımız zamanlar bir solukta izlediğimiz dizilerdendi,yedi sezon izlemiştik. Hatta dizi konusu ile ilgili de bir yazı yazmıştım ((tık tık) Şimdi son sezonu yayınlandı. Araya beş yıl gibi bir zaman girse de Ajan Carrie yine heyecan dolu maceralarda..Geçen zaman onu da yıpratmış;) Ama maceralar Afganistan ve yeni Başkan ile tam gaz devam etmiş. On iki bölüm yine heyecanla izlendi.


 


İptal..


 Yine turunculu ama bulutlu gökyüzü ile sıcak bir kasım sabahı. Aslında bugün kalabalık,eğlenceli ve iyi niyetli bir amacı olan yemekli toplantımız vardı. Bir kaç aydır düşündük, hazırlandık, davetliler istekli biz heyecanlı. Ülkemiz hep olaylı, kanıksamışız artık. Acımız hep var. İlk tarihimiz tam da yirmi şehidimiz olduğu günlere denk geldi, hemen iptal ettik. Bu güne karar kılındı. Bir gün önce teyitleşildi. Ama sonrasındaki sabah dokuzda arandık, aynı acımız sebebiyle uzunca bir süre bu tip etkinlikler iptal edilmiş, bildirildi. 

Evet askeri tesislerde bir organizasyona girişmek hep risklidir. Çünkü ülkemizde ,özellikle bir zamanlar devamlı gözyaşımız akar olmuştu, gencecik evlatlarımız için. Eğer askeriyenin bir sosyal tesisinde bir düğündü, yemekti, nişandı vs. etkinliğiniz varsa iptal olma olasılığını hep cebinizde tutmalısınız. Tabi askeri ve diğer devlet kurumlarının sosyal tesislerinde fiyatlar dışarıya göre daha uygun oluyor. Bu sebeple de daha çok tercih ediliyor. Eğer asker bir ailedenseniz düğün, nişan vs. gibi etkinliklere izin veriliyor. Bizim ailede de pek çok böyle davetimiz oldu, iptal gibi duruma denk gelmedik. Ama bu sefer öyle olmadı.11 Kasımdaki şehitlerimiz sebebiyle tüm toplantılar sanırım eğlenceli olanlar iptal olmuş. İkinci bir emre kadar.
Şehitlerimize Allahtan rahmet diliyorum.
Ama bu kadar mı moralsiz kalmamız isteniliyor.
Sanırım yas ilan edilmemişti.
Peki bu engellemeler üzerinden geçen zamana rağmen nedir? 
Tabii ki anlayamayız. 
Daha da yazmak istemiyorum.
Sonuçta yardım yemeğimiz son dakika iptal oldu. Şimdi üçüncüye sivil bir mekan bakacağız.  Kısmetten öte yol yok...

Güzel Havalar.

 

Bu sabah penceremden görünen gökyüzü henüz turuncuya çalıyor. Güneş tam ışıklarını salıverip ortalığı parlatmadan önceki dakikalar .Oysa saat sekizi geçti. Yıllardır enerjiden tasarruf edilecek diye hep yaz saati uygulamasındayız. Dolayısıyla güneşe geç kavuşuyoruz, sabahımızın en güzel saatleri karanlık geçiyor. 

Hava böyle bir tonda başlıyorsa, gün güzel geçecek demektir. Kasım başından beri akşamları serin, gündüzleri sıcak bir hava ile mutlu mesut bir sonbahar havasındayız.Tişörtler hala dolaplarda dip köşelere atılmadı, giyiliyor. 
İşte o turuncu sabahın öğlesi..Çılgın  esen lodosla saçı başı dağıtmış kadın gibi bir yaprakları çalkalanan koca bir dişbudak ağacı. Hala yeşil yapraklarını dökmediği için mutludur sanırım. Tam bir soğuk bekliyor iyice kuruyup, dalları ortaya çıksın ve toprağın altında yeni bahar için hazırlansın.

 Ya bu sahile ne demeli. Beyaz köpüklü dalgalar kumsala vuruyor, güneş parlak .Fotoğrafa baksan yazın en civcivli zamanı gibi. Oysa serin lodosun sesi kulaklarda, insanlarda sahilden karaya çekilmiş.
Kasım ayının son haftasındayız ve bugünlük hava şahane..

Yapay Zeka ile Kek..


 Evde kararmaya başlayan üç adet orta boy muz var. Nedense muzun en tatlı hali kararmaya başladığı zaman ki hali oluyor. Buna rağmen bu haldeki muzu evde kimse sevmiyor. Hafif bir kokusu oluyor ,belki ondandır. Bende kek yapayım ,dedim. Lakin çok şekerli ya da kalorisi fazla bir kek de olsun istemedim. Bu sefer ben  internette arayacağıma, yapay zekaya sorayım, dedim. Kendisi de bana muzla yapılacak , 'şekersiz 'bir muzlu kek tarifi veriverdi! 

Bire bir uyguladım tarifini.(tabii ki aklıma ve mutfak tecrübelerime uygun bir tarifti)
Harika bir kek oldu.
Yumuşacık,browni tadında, içi nemli, tok tutan bir kek oldu.
İşte tarif;
- 3 muz
-2 yumurta
-2 yemek kaşığı pekmez
-1 yemek kaşığı tahin
-3 yemek kaşığı kakao tozu
-1 tatlı kaşığı tarçın
-1/2 çay bardağı su (süt aslında fakat laktozsuz olsun istedim)
-1/2 çay bardağı sıvı yağ
-1,5 su bardağı un
-kabartma tozu
-bir çimdik tuz
-istenirse ceviz( ben kullanmadım)

Önce muz iyice ezilip, yumurta ,tahin ve pekmez ile çırpılır. Süt/su, yağ ilave edilir. En son da kuru malzemeler ilave edilir.
170-180 derecede fansız fırında 30-40 dakika kadar pişirilir.

İşte böyle ..Bu yapay zeka  internette gezinmemizi azalttı sanki. Eskiden kırk yere tıklardık,  şimdi yazıyorsun sana çeşit çeşit cevap veriyor. Sohbete bile meyilli:) Tüm sosyal medya mecraları birer yapay zeka kısmı çıkarmış. 
Bakalım bir sonraki buluşa kadar ,şimdilik hayatımız'' yapay zekalı'' oldu.

Bizim Buralar


 Eğitim  öğrenim hayatım Artvin'de başladı. Anaokulu ve ilkokul birinci sınıfı Artvin'de okudum.  Tabi çocukken insan her şeyi çabuk kapıyor. Hemen öğreniyor. Oranın insanı "bizim Artvin  da " derdi ve çocuk halimle hafızama o kelimeler yer edivermişti. İstanbul' a gittiğimiz de ben "bizim Artvin da" dedikçe büyükler gülerdi. Bir de fotoğrafçı vardı çocukken resim çektirmeye gittiğimiz. Kıpırdamadan duralım diye ''canlanma çekiyrum'' derdi, kıkır kıkır daha çok gülerdik. 

Hey gidi günler..

Artvin nereden çıktı ?derseniz. İşte dün şöyle bir yürüyüş ve bir kaç iş için Kartal'a indim. Minibüsten inince tren yolu altında bir geçit vardır. Çarşı meydanı ve sahil ile yolu ayırır. Güzel bir düzenleme yaptılar, oturma yerleri var. Genelde müzisyen gruplar şarkı söyler, gitar çalar. İsteyen oturup soluklanırken müzik dinler. Bu gün Karadeniz şarkıları söylüyorlardı. Kartal'da yaşayan Karadeniz'li çoktur. Benim de Artvin oradan aklıma geldi sanırım. 

Güzel Karadeniz ezgilerinin yankılaması duyulan geçitten geçip ,çınarların gölgesindeki meydana geliniyor. Oradan az ilerde sahil yolu ve marmara denizi sizi karşılıyor. 

Biraz yürüyüş yaptık. Sahil manzaraları çektik . Balıkçıya uğrayıp, bu aralar bolca  bulunan hamsi aldık. Akşam nevalesi de tamamlandıktan sonra haydi vakit tamamdır ,dedik, eve dönüş zamanı .. 

Bugünlük için de bir kaç sahil resmi çektim. Onlarda burada dursun. Hem günün anısı, hem de Artvin'i aklıma düşüren çarşı gezisinin izi olsun.






Gilindire Mağarası

 

Mersin’in Aydıncık ilçesine yolunuz düşerse, mutlaka görmeniz gereken bir doğa harikası var: Gilindire Mağarası, ya da diğer adıyla Aynalıgöl. Akdeniz’in kıyısında, denize bakan bir yamaçta yer alan bu mağara, sanki zamanın durduğu gizli bir dünya gibi. Gittiğim turda bu güzergah sürpriz oldu, programda yoktu ama rehberimiz biraz  zamanımız kalınca bizi bu mağarayı görmeye götürdü. İyi ki...

Gilindire mağarasının giriş ağzı denizden 45 metre yukarıda, yani ulaşmak için biraz merdiven inip çıkmak gerekiyor ama inanın, içeri girdiğinizde o yorgunluk bir anda unutuluyor. Sarkıtlar, dikitler, dev sütunlar, duvarlardan sarkan taş iğneler… Her biri adeta birer sanat eseri. Işık vurdukça parlıyorlar, tıpkı camdan yapılmış gibi.

Mağaranın en etkileyici kısmı ise sonundaki büyük göl. Su o kadar berrak ki, yansımadan dolayı “Aynalıgöl” denmiş zaten. Gölün sessizliği, damlayan su sesleriyle birleşince bambaşka bir atmosfer oluşuyor. 

Bilim insanları bu mağaranın çok eski dönemlerde, hatta Buzul Çağı öncesinde oluştuğunu söylüyor. Yani burası sadece bir doğa harikası değil, aynı zamanda geçmişin iklimine dair izler taşıyan doğal bir arşiv gibi.

Gilindire Mağarası 2013 yılında Tabiat Anıtı ilan edilmiş. Günümüzde hem doğa meraklılarını hem de fotoğraf tutkunlarını kendine çekiyor. Benim içinse, Akdeniz’in sıcak rüzgârı eşliğinde biraz serinlik, biraz da huzur demek oldu. 




Eğer yolunuz Mersin tarafına düşerse, biraz merdiven inmeyi göze alın derim. Çünkü sizi bekleyen şey, taşların sessizliğinde saklı büyüleyici bir dünya. 🌊✨

Gitmeden Önce Bilmeniz Gerekenler

  • Mağaraya giriş için belirli saatler var; sabah erken gitmek; hem serin hem sakin olur.

  • Girişe kadar yaklaşık 560 basamak bulunuyor, rahat ayakkabı şart!

  • İçerisi serin ama nemli, oldukça fazla  nemli. 

  • Fotoğraf çekmek serbest, ancak flaş kullanımı yasak.

  • En yakın yerleşim yeri Aydıncık merkez, ihtiyaçlarınızı orada karşılayabilirsiniz.

 

Savarona

Saygı ve minnetle anıyoruz. Her daim yüreklerimizde yaşıyor.


Deniz kenarında yürüyüş yapıyorduk. Bir baktık uzaklarda ,maviliklerde  kuğu gibi süzülen bir tekne var. Evet  ,benzetmemiştik ,o Savarona'ydı . Atatürk'ün ünlü yatı Savarona. 
Sağlığı kötüleşmeye başlayınca denizin ona iyi geleceği düşünülmüş .Eskiyen yatı Ertuğrul'un yerine Savarona yatının alınmasına Hükümet karar vermiş. Atatürk  vefatından önceki 54 gününü yatta geçirmiş son kabine toplantılarını bu yatta yapmış. Sağlığı iyice bozulup, durumu ağırlaşınca Dolmabahçe Sarayına alınmış. Atatürk'ün cenazesini , Dolmabahçe'den İzmit'e uğurlayan filoda Savarona'da yer almış.

Daha sonra Cumhurbaşkanlığı yatı olarak bir müddet korunmuş . 1950'de Demokrat Parti döneminde özel kişilere kiralanmaya başlayıp bazı olaylar olunca tekrar Deniz Kuvvetlerine verilmiş. Üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar'da Savarona'yı Cumhurbaşkanlığı yatı olarak kullanmış. 
Yıllar içinde pek çok kez el değiştirmiş ,satılması hatta hurdaya çıkarılması  bile konu olmuş. Fakat her defasında Cumhuriyet'in simgesi olarak ayakta kalmayı başarmış.
En son tekrar Cumhurbaşkanlığı yatı olarak kullanıldıktan sonra, 2019 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Deniz Kuvvetleri Komutanlığına devredimiş.2023 yılında yapılan onarım çalışmaları sonucunda geminin tekrar deniz Harp Okulları öğrencilerinin açık deniz seyir eğitimlerinde kullanılacağı açıklanmış. .En son 30 Ağustos MaviVatanFest kapsamında, İstanbul Boğazından geçen filoda görkemli haliyle yer aldı.   
Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi mirası Savarona yatında ,halen  eşyalarının bir kısmı sergilenmektedir. 
Ata'mızın son günlerine tanıklık eden, yıllar içinde pek çok kez unutulan, tekrar hatırlanan Savarona; galiba kalplerimize demirlediği için her seferinde korumayı başardığımız Savarona'yı uzaktan görmek bile bir an için tarihle göz göze gelmek gibi heyecan ve duygu yarattı.
  


Not: Bu 1000.yayınım .Böyle özel bir tarihe denk geldi. 

Bir Tabak Hatıra

Geçen hafta oğlumun işyerinde, kendi evlerinde hazırladıkları yemeklerle yapacakları bir öğle yemeği düzenlemişler.  İşte herkes ne yaparsa onu getirecek, birlikte yiyeceklermiş. Tabi iş bana düştü. Aslında kendisi de gayet güzel şeyler pişirebilir ama sanırım gözü korktu bizim oğlanın, yemek  kalabalık bir grup için olunca. Genelde herkes bol miktarda hamur işi , pasta ,börek yapacakmış. Biz de mercimekli köfte yaparak olaya salata türü ile dahil olalım dedik. Mercimekli köfteyi güzel yaparım, söylemesi ayıp!:) Genelde sevdiğim şeyleri güzel yaparım . 

 Neyse efendim yaptım, götürdü oğlum, güzelce yemişler yemeklerini. Sonrasında tabağı unuttu bizimki işyerinde. İstedim getir tabağımı ,diye. Sevmem tabağım gittiği yerde kalsın:) Bir kaç güne tabak geldi.Güzelce yıkanmış tertemiz. Kaldırıcam yerine, baktım bir şeyler tıkırdıyor içinde. Kapağını açıp içine baktım,  üç tane, renkli parlak kağıda sarılı çikolata. 
Tabağı boş göndermemek adına konulmuş; tatlılık.

Bizim adetlerimizdendir; bir komşun sana yiyecek bir şey getirmişse tabağını geri verirken içine sende bir şeyler koyarak iade edersin. Artık evinde ne pişmişse ya da dolabında ne varsa. Ama tabak boş verilmez. Güzel bir adetimizdir. 

Bir zamanlar evler küçük sokaklarda, kapılar camlar birbirine yakın, güzel dostluklar,komşulukların
olduğu sokaklar vardı. Apartman olan yerlerde bile çoğu daire sakini birbirini tanır, komşuluk ederdi. Özel bir yemek mi pişti? ufak bir kaba konularak, evde pişer komşuya da düşerdi tadımlık. Hele ki hamile bir komşunuz varsa ,her tür kokulu yemek, canı çeker, aşerer ,diye düşünülerek mutlaka paylaşılırdı. 
Özel günlerde aşureler , pişiler, helvalar komşular arasında dağıtılırdı. Tepsilere konulur, kapı kapı dolaşılırdı. Kimi kabı hemen boşaltıp iade eder, vermezse daha sonraki gün yine evde pişen her hangi bir yiyecekle komşunun kapısı çalınırdı.
Şimdilerde bu adet kalmadı. Artık bırakın yiyecek ikramını helva, aşure gibi yiyecekler bile plastik ya da alüminyum kullan-at tabaklarda veriliyor. O da verilirse, pişirilirse. 
Büyük şehirlerde bu adetler yok olmaya yüz tuttu.
Oysa ne güzel geleneklerimiz, mutfak adetlerimiz var/dı.

İşte böyle küçük çikolatalarla bile bunları devam ettirenlere, usul bilenlere gönülden sevgiler olsun.
Bu sabah benim yüzüme bir gülücük kondurdu .Hatta yetmedi,  bu yazıya da vesile oldu. 


Kanlıdivane Obruğu

 


Kızıl Taşların Sessizliği

Mersin’in Erdemli ilçesinde, antik Kanytellis kentinin kalbinde yer alan Kanlıdivane Obruğu, ilk bakışta insanı büyüleyen bir doğa harikası. Dik yamaçlarla çevrili, 95 metre derinliğinde dev bir çukur. Aslında bu devasa boşluk, yer altındaki kireçtaşı mağarasının tavanının çökmesiyle oluşmuş. Zamanla doğanın sabırsız gücü ve yerin altındaki sessiz hareketler birleşince ortaya bugünkü görkemli obruk çıkmış.

Obruğun güney ve batı duvarları çökme ve erimelerle mağaramsı bir yapı kazanmış. Batıdaki doğal teraslı yapının üzerine ise zaman içinde kayaya oyulmuş basamaklar yapılmış. O basamaklardan aşağı bakarken, binlerce yıl önce burada neler yaşandığını düşünmeden edemiyor insan.





Obruğun çevresinde antik Kanytellis’in izleri hâlâ canlı. Hellenistik Dönem’e ait gözetleme kulesi, kiliseler, sarnıçlar ve hatta bir zeytinyağı atölyesi… Her biri ayrı bir hikâye anlatıyor. En dikkat çekici kalıntılardan biri de Rahip Aba’nın Mezarı. Tüm bu yapılar, sanki o dev çukurun sessizliğine tanıklık eden taş hafızalar gibi çevresinde dizilmiş.

Kanlıdivane’nin isminin nereden geldiğine dair farklı söylentiler var. Kimi “kanlı kurban törenlerinden” söz eder, kimi “kızıl taşların gün batımında aldığı renkten”. Hangisi doğru bilinmez ama güneş batarken o kızıllığın obruğun taşlarında nasıl yankılandığını görünce, adının hakkını verdiğini düşünüyorsun.

Burası sadece bir antik kent değil, doğanın ve tarihin iç içe geçtiği sessiz bir hatıra mekânı. Her taşında hem doğanın gücünü hem insanın izini hissediyorsun.

Obruğun kenarında durup aşağı baktığımda rüzgarın sesiyle taşların hikâyesi birbirine karıştı. Kanlıdivane gerçekten de hem ürkütücü hem büyüleyici bir yer.