30 Ağustos

 Dün 30 Ağustos Zafer Bayramımızdı. Bayramımız kutlu olsun!

 Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının ruhu şad olsun, minnet, saygı duyuyorum. 

Bu yıl televizyon kanallarının özellikle bazıları daha bir Vatan Millet Sakarya  seviyesinde, daha coşkulu kutlama yayınları yaptığını hissetim. Malum neredeyse görmezden gelinen yıllar da olmuştu.

 Bu vesile ile yayınlanan Son Akşam Yemeği isimli bir film izledim Now'da. Filmin konusu  ''Arkadaşlar yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz'' dediği son akşamda ,28 Ekim 1923'de yenen yemek için hazırlıkların yapıldığı köşk mutfağındaki olaylar etrafında geçiyor . Mustafa Kemal Atatürk'ü bu kez Onur Tuna canlandırmış. Bu rol ona yakışmış. Güzel , duygusal bir film. 

İyi ki böyle kalbimizde yer etmiş bir ülke kurucumuz , önderimiz var. Çok yaşasın onun kurduğu Cumhuriyet. İlelebet yaşasın!



 

Çekmeceden Çıkan Şarkılar

 

Çekmeceleri düzenlerken elime geliverdi.  The Beatles ..Ünlü İngiliz müzik gurubu. Almanya'ya rahmetli amcam ve yengeme ziyarete gitmiştik. Babamın turuncu bir Reno marka aracı vardı, onunla. 18.yaş günümdü ve Darmstadt' da kutlamak kısmet olmuştu. Pasta falan hatırlamıyorum ama bu güzel longplay'i hediye olarak aldığımı unutmuyorum. 

Aslında genel olarak Türk müzisyenlerini dinlerdim, hatta folklora ve halk danslarına merakım vardı.Bir Alman şarkıcı ya da müzisyende bilmiyordum ama Beatles'i biliyordum. Babam Kıbrıs'tan bir müzik dolabı getirmişti. Şimdilerdeki konsollar gibi daha ufak; ön tarafında radyo, iç kısmında longplay çalar ve kenarlarda hoparlörler. Tabi hepsi şık kahverengi bir mobilya tasarımında. Annemlerde hala duruyor. O pikapla  gençliğim boyunca Beatles'la dans ettiğimi iyi hatırlarım. 

Başka longplaylerim de vardı ama çok azını bu günüme taşımışım. Kalanlardan biri de Nilüfer'in Hey Gidi Güner Hey  albümü. Nilüfer'i de çok severim .
Çekmeceden çıkan bu iki plak aslında bana şunu düşündürdü; müzik, hayatımızın takvimi gibi. Beatles'ı her dinlediğimde Darmstadt' taki o 18.yaş günüm gözümde canlanır. Nilüfer'in sesiyle ise üniversite yıllarım, arkadaşlar, içimdeki o gençlik heyecanları geri geliyor.  Oysa iki plak arasında yıllar, ülkeler, diller var ama bıraktıkları his aynı; insan olduğumuzu hatırlamak.
Şimdi o plaklardaki şarkıları çalmak , dinlemek biraz nostalji kokuyor ama Beatles ve Nilüfer ve onun gibi başkaları sadece şarkı söylememiş, hayatımıza fon müziği olmuşlar. Bu yüzden müzik zamansız, her dilde her coğrafya da insanı insan yapan duyguları hatırlatabiliyor.

  Kim bilir, belki sizin çekmecelerinizde de sizi yıllar öncesine götürecek bir plak, bir kaset ya da küçücük bir bilet köşesi vardır.

  

Kapı Kilitliydi

 

Bir gün oturmuş kahvemizi içiyoruz sahilde, komşum mesaj attı. Kendisi yılın neredeyse tamamını Kuzey Ege'de bir sahil kasabasındaki evlerinde geçiriyor. Önceleri kışın iki üç ay gelirlerdi, geçtiğimiz kış hiç uğramadılar İstanbul'a. Baktım mesajda bir kitap kapağı resmi. Bu da nedir derken yazarın adı dikkatimi çekti. Şaşkınlık! Zuhal Aktürk.. Komşum polisiye bir roman yazmış ya:) 

Hemen aradım kendisini. Yıllardır böyle bir hayali olduğunu, polisiye çok sevdiği için de bu konuda bir roman yazdığını anlattı. Hatta kitabın ana karakteri Başkomiser Eda'da henüz okula başlamamış küçük torununun gelecekteki hali olarak kitapta hayat bulmakta. Zuhal Aktürk yani komşum emekli diş hekimi. Artık bir yazar. 

Kitabı hemen sipariş verdim. İstanbul'a döndüğümde bir solukta okudum. Güzel kurgulanmış, katil kim acaba? sorusunu ,kitabın sonuna kadar anlaşılmayacak şekilde sürüklemiş, sosyal yaralarımıza parmak basmış ,en önemlisi kadın karakterlere daha fazla yer vermiş. Güzel bir kitap olmuş. Tavsiye ederim.


Bir Yazın İki Yüzü

 


Gurbetçi değiliz, tatilimize hasretle coşkuyla gelip , içimiz buruk ayrılalım memleket tatilinden. Bu ara çok sık videolar düşüyor medyaya. Çizgili tişörtlü beyler son model arabalarında 'şöyle memleket, böyle şanslısınız' diye güzellemeler yapıyor, Kapıkule'de giderken gözyaşı döküyor,' biz neler çekiyoruz oralarda' ağlamaları yapıyor. Hatta bir tanesi ''11 ay çalışıyoruz bir ay tatil için ''demişti de viral olmuştu sosyal medyada. Kardeşim burada da on bir ay çalışıyorlar ama kimse bir ay şöyle bir otel, gezi vs.tatili yapamıyor. Ne diyeyim, davulun sesi uzaktan hoş gelir derler, öyle işte demek ki. 

 Bizim tatil dediğimiz, dertlerimizi yanımıza alıp, evden ana-baba yazlığına  bir göç ve dinlenme molası. Yazlıktan eve dönüş  yine de 'of tatil bitti' modu yaratıyor. Oysa biz çalışmıyor , emekli olmuş , belli yaştaki insanlarız. Tatile gittik, tatilden geldik, lafı çalıştığımız dönemlerden dilimize yerleşmiş. Yoksa bize her gün tatil(Gurbetçi arkadaş bizim gibileri kastediyor sanırım) . Yazlıkta biraz daha rahat , biraz daha rutinsiz oluyoruz. Ev işleri peşimizden bizle tatile geliyor. Ama denize girmek var işin ucunda , tatilin en büyük lüksü. Ben kesinlikle deniz kenarı tatilcisiyim, oldum olası deniz kum güneşciyim. Ama artık sadece denizi kaldı olayın, güneş tansiyonu zıplatmaya başladığından beri deniz, gölge, sandalye üçlüsüne geçtim. Onunda zevki ayrı. Gençken yeterince ıstakoz gibi güneşin altında yatmışımdır, biraz da serin serin oturalım. 

Neyse, öyle böyle bu yaz da geçti sayılır. Üstelik bu yaz sadece deniz ve güneşle hatırlanmayacak kadar sıcak geçti, çok üzücü ,acı haberlerle geçti. Her rüzgarda evin arka taraflarında uzanan orman ve zeytinliklere bir ateş düşer mi tedirginliği ile geçti. O kadar çok üzüldüğümüz haber duyduk ki biz nasıl normal olacağız bilemiyorum. En çok neye üzüldüm biliyor musunuz? Susuzluktan hayatını kaybeden iki askerimize. İçim yandı, su içmek zul geldi. Hele bir de ormanları söndürmek uğruna,alevlerin arasında kalıp canlarını veren on genç insanımıza, itfaiyecimiz, kurtarma gönüllümüz. Ya hu! Ya hu! nasıl yakıcı bir yazdı. Gelecek günlere hep bir tedirgin yaklaşır olduk, sabahlara acaba kötü bir şey duyacak mıyız? diye gözümüzü açar olduk. 

Yok sayılmıyor bunlar, kulaklarımızı tıkayamıyoruz, görmemezlik edemiyoruz. En azından ben öyle hissediyorum. Bilmiyorum siz nasılsınız? Küçük ailemde mutluyum , deme şansım olsa da etraftan etkilenmeden duramıyorum. Yangın ormanı alevleri ile yakıp yutarken, dumanı ile de etrafındaki herkese kendini hissettiriyor. Ya görüyorsun mavi göğe uzanan kara dumanları ya da is kokusunu soluyorsun.

Eve döndük.. Tam karşımıza bina inşaatı başlanmış. Kazıp duruyorlar. Kaç kat çıkacaklarına bağlı gerçi ama Büyük Ada'lı mavi deniz manzaramızla vedalaşacağız gibi.Bizi biraz daha gri betonla karşılayan İstanbul, hoş bulduk .

Dönüş Yolu..

 

Bakmaya doyamadığımız ormanlarımızı, yeşilliğimizi,doğamızı içindeki canlıları hiçe sayarak kim yakıyorsa her dünyada cezasını çeksin.. 
**
Yolda gelirken domates, fasulye ve alacalı mor patlıcan aldık. Bir de kavun. Şimdi tam zamanı, her yerde var. Kavuniçi rengi ,güzeldi ama henüz tam olmamıştı ,hamdı. Domatesleri 50 TL den verdi, pembe domates, şahane, ince kabuklu, yumuşaklığı yerinde, tadı domates gibi. Aynı domates bile değil geldiğimizde Kartal pazarında 100 ile 150 Lira arasında görünce fiyatı,İstanbul'da yaşamanın ne kadar maliyetli olduğu domatesle bile ölçülebiliyor , diye dertlendik.

Yol üstünde Muratlı'da mola verdik. ''Amaan her zaman mı yiyoruz canım'' dedik, kıydık paraya İskenderlerimizi afiyetle yedik. Kalabalıktı da, herkes bizim gibi düşünmüş demek ki.
Sonrasında aldığımız fişlerdeki numaralarla Türk Kahvesi makinasından 90 saniyede hazırlanan kahvelerimizi de içtik. Enteresan ,çoğu yerde pişirmeyi beceremedikleri kahve makina tarafından tam kıvamında, telvesi yerinde ve  lezzetli bir şekilde hazırlandı. Biraz imtina etmiştim ama çok memnun kaldım kahveden. Üstelik 70 TL ye kahve mi kaldı. Biz iskenderlerin hatırına biletle içtik de kartınızı okutup da içebiliyorsunuz. Ne kolay artık herşey.

Not: Burada bulunsun 2024 yazında 550.-TL olan 1 porsiyon pideli döner 975.-TL olmuş. Yani.. Kuş kondurmuyorlar ama diğer yerlerden daha pahalı. 

**

Dönüş yolunda en dikkat çeken de artık mola yerlerinde araçlar için onlarca elektrikli şarj istasyonları kurulmuş olması. Bir çok değişik firma piyasada , bir çok istasyon açmış. İnsanlar artık elektrikli araçlarını nerede şarj edeceğini düşünmüyor. Tabi şimdilik sadece bu güzargahta yoğunluk göze çarpıyor. Anadolu'nun diğer yol duraklarında bu kadar yok sanırım,en azından bu yılki gezilerimde hiç dikkatimi çekmedi. Ama yakındır  çoğalması. Şehir içlerinde bile çoğaldı, market önlerine bile konduruyorlar artık. 

**

Bir de İzmir-İstanbul arası giderken dikkatinizi çekiyor mu bilmiyorum , Bursa Karacabey tarafında büyük büyük vinçlerle yapılan inşaatlar, buldozerlerle kazılarak yapılan yeni yollar , bir faaliyet var.Üç dört yıldır gelip geçerken görüyorduk. Acaba ne yapılıyor, havaalanı falan mı dedik. Meğer son gördüğümüzde alanı daha da büyümüş olan bu yer Bursa Teknoloji Organize Sanayi Bölgesi(Teknosab) oluyormuş. Oysa buralar geniş tarım arazileri idi. Tıpkı Bursa Şehir Hastanesini tarım arazilerini hiçe sayıp Bursa'nın dışına yapıp, Bursa'yı o yöne büyüttükleri gibi, şimdi de şehri İzmir otobanının kenarına batı yönüne doğru kaydırıyorlar. Şimdilerde sadece sakin köylerin yer aldığı bu arazilerin ilerisi çok parlak görünüyor. Hiç bir yerde haber yok ilerde her şey olup bittikten sonra bu civarda yaşayanlar itiraz edip protesto ederlerse , eh geçmiş ola. Belki de işlerine gelmiştir arazilerinin ''değerlenmesi'' Ne de olsa ülkece tarımı bitirmek üzereyiz, domates bile ağustosta hala 100 TL den satılıyorsa. Ucuzu da var demeyin lütfen. Hep ucuz ve kalitesiz yemek mi zorundayız. İyi domates yemek herkesin hakkı...

 

Rüzgar Bunalttı..


 Komşuda hasat zamanıydı. Mürdüm eriği ve şeftali çok lezzetliydi, dalından ne de olsa. Komşular arası böyle meyve sebze alışverişi sık oluyor. Bizde sadece erik kaldı, ağacı artık çok yaşlı ama hala meyve veriyor. Gerçi biz gelmeden  önce toplamışlar, annem suyundan erik suyu içeceği, meyvesinden erik reçeli yapmış. Bize de yiyip ,içerek tüketmek düştü.

  Öyle bir rüzgar var ki bir haftadır, inanılmaz. Sesi, uğultusu büyük baş ağrısı yapıyor, stres yaratıyor. Yine de çayımı aldım zeytin ağacına karşı içiyorum.  Başıma iyi gelir belki. Şu ağaçta büyük dalın arasında ,tahmini kışın kesilmiş, iki dal daha vardı. Kim kesmiş bilmiyoruz,kimse görmemiş, sitenin bahçelerle ilgilenen bekçilerine sorduk, haberleri yok. Muhtemel çimlerine zarar gelmesini istemeyen birileri ,diye aklımızdan geçiyor. Tabi görmedik, direkt suçlamak olmaz. Üstelik bu yaz ,yaprak olayından sonra,ilk kez barış çubukları tüttürüldü, selam sabahlar başladı. Muhabbet iyi. Şaşırtıcı bir şekilde bahçesine zeytin fidanı da dikti ,hem de iki fidan. Çimleri şimdi o ağaçların altında nasıl olacak bilmiyorum. 

Başım hala ağrıyor. 

Yazlıkta satırlarası

Deniz Gezmiş ile ilgili bilinmeyen bir yön. Üniversite yıllarında yaşadığı bir sevda öyküsü. Kavuşulamayan bu sevdanın tarafı olan Aygün Kevrina tarafından yazılmış. Çok duygusal, çok romantik tabii ki sonu çok üzücü. 
 
Komiser Nevzat kendi yakın geçmişinin sırlarını çözmeye çalışıyor. Yine heyecanla okunan bir Ahmet Ümit romanı.

Pis miyiz neyiz..


Kedi köpek yiyecek diye, tam Ayvalık 'ın göbeğinde parkın ortasına ıslanmış ekmek, tahıl dökmek nedir ya hu!?

Kötü bir görüntü;yuvarlak bir küçük dinlenme alanı, kenarlara bank konulmuş ortaya da bir çiçek tarhı ufak bir süs havuzu falan yap ,değil mi? Hayır ekmekleri,bulgurları ıslayıp ortaya uzatmışlar,en sonda plastik yoğurt kabında su var.Sorsan ne o ; hayvan seviyoruz, sokaktaki canları düşünüyoruz. Düşünsek tabi ama temiz temiz düşünsek, değil mi ?


Şaşırma


 Buraya geleli bir ay olmadı 135 TL olan bir damacana su 150 TL oldu. Aynı suya İstanbul'da 160 TL veriyorduk. Gündemde  öyle olaylar var ki fiyatlar durmadan artıyormuş, artsın. Şaşırtmıyor billahi.

Paranın üzerinde yazan rakam 200 ise o en büyük para. Bu paramız artık pek bir şeye yetmiyor. Bir tost için 250 TL ödeniyor, paramızın değeri çok düştü. Buradan geçen sebzeciden alışveriş yapmak için bile bir çok ikiyüz  gerekiyor .Lakin şaşırtmıyor.

Ayvalık'ta şans kurabiyesi

Ayvalık 'ta günbatımı çok güzel. Turuncuya çalan güneşi sade kahve eşliğinde kavuştururken birde şans kurabiyesi ikram ettiler. 
Biraz gizem iyidir ,haklı bende biraz gizemliyimdir zaten ,oldum olası 🤭😎


 Kurabiyelerin tadını balıklara sormak gerekecek.

Ağustos


 Nasıl geçti bu temmuz vay vay vay!
Yandık bittik, küle döndük.
Çok sıcaktı çok, acı bir sıcak vardı.
Ağustostan da ümidim yok.