Dün öğleye doğru davul ve zurna sesleri duyunca' siteden yine bir gelin çıkıyor' ,diye düşündük.Artık davul zurnasız ya da bandosuz gelin alma nadir hale geldi. Ki bizde kızımızı böyle şenlikli verdik:) Bunlar gelenek göreneklerin şehirlere uyarlanmaya çalışılan hali. Köylerde davul zurnalı kız almalar şimdi apartman önlerinde yapılıyor. Varsın olsun, yapılsın. Bazı adetler devam ededursun. Herşeyi de modernleştireceğiz diye tutturmanın alemi yok kanımca.
Gelin ve Damat..
yedi de yedi
Büyük geniş salonların girişine karaoke kutuları koymuşlar,ilk kez rastladım.Birinde bir kadın eğleniyordu tek başına, diğer kutu boştu. Ne güzel fikir..
Burası Söğütlüçeşme Marmaray durağının bulunduğu viyadüğün altı. Yıllardır harabe gibiydi, bakımsız, her tarafta ne idüğü belirsiz büfe tarzı yerler, virane gibi. Derme çatma kapatılmış yapılarla insana güven vermeyen geçitler vardı. Sonra burada bir inşaat hali başladı. Ve geçen gittiğimizde inanamadık. Çok geniş bir alan time-out market /yani çeşitli etkinliklerin ve lezzetlerin bir araya geldiği geniş ferah alan/ denilen şeklinde dizayn edilmiş. Çevre peyzaj düzenlemesi yapılmış, eğlence alanları eklenmiş.
Burası sanırım İstanbul'da en merkezi konumlardan biri. Bir tarafta belediye binası, evlendirme dairesi, metrobüs, minübüs yolu, YHT tren istasyonu, marmaray hepsinin güzergahı, durağı, indi bindi yeri,ortak noktası. Böyle büyük bir alanın burada açılması iyi fikir olmuş. Tabii ki yine karşı görüşte olan insanlar var okuduğum kadarı ile , normal. Lakin böyle lokasyonlarda bu gibi yerlere ihtiyaç olduğunu düşünenlerdenim. Üsten geçen trenlerin, rayların üzerinden geçerken ki gürültülerine bir müddet sonra alışılıyor. Tatlı tuzlu her türlü yiyecek , alkollü alkolsüz her türlü içecek satan yerler var. Bu özellik hoşuma gitti. Artık onu içme, bunu yeme dayatmaları ile yaşamak istemediğimiz zamanlardayız. Olsun da sen ister iç/ye, ister içme/yeme.
Yeme içme demişken, you tube da yeni bir profösöre denk geldim. Yani profösör yeni değil de kaç yıllık bilim insanı, ben yeni tanıyıp ilk kez dinledim. Kadim tıp bilgileri ile ilgileniyormuş, kendini bu konuda yetiştirmiş. Ezber bozan açıklamalarda bulundu ki söylediklerinin çoğuna katılıyorum. Yeme içme konusunda her insanın ayrı bir mizacı olduğundan ve farklı beslenmesi gerektiğinden bahsetti. En çok da ekmek ve küçükbaş hayvan eti konusundaki rahatlıkla yiyebilirsiniz tavsiyesi beni benden aldı. Ekmeksiz olur mu tabii ki biz ekmek toplumuyuz, hamuru severiz. Tabi genetiği ile oynanmış buğday konusunu geçiştirdi, işte iyi ekmek bulalım onu yiyelime geldi dayandı konu yine. Bulabilirsek tabi..Ben ilaçlar sayesinde yani bu son iki yüz yılda gelişmiş yeni tıp ile insan ömrünün uzadığını düşünüyorum, tabi insan yaşam konforu da eski insanlara göre daha yüksek artık. Bu da ömürlerin uzamasında etkilidir. Farklı doktorlar, farklı görüşler. Yine kendimize hangisini uygun buluyorsak onun düşüncelerini dinliyoruz. Bir de esas dinlememiz gereken kendi bedenimiz sanırım en çok ona ne faydalı ne zararlı onu düşünmeli, ona göre davranmalıyız. Yoksa yarı yolda kalma ihtimalimiz artar:)
30 Ağustos
Dün 30 Ağustos Zafer Bayramımızdı. Bayramımız kutlu olsun!
Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının ruhu şad olsun, minnet, saygı duyuyorum.
Bu yıl televizyon kanallarının özellikle bazıları daha bir Vatan Millet Sakarya seviyesinde, daha coşkulu kutlama yayınları yaptığını hissetim. Malum neredeyse görmezden gelinen yıllar da olmuştu.
Bu vesile ile yayınlanan Son Akşam Yemeği isimli bir film izledim Now'da. Filmin konusu ''Arkadaşlar yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz'' dediği son akşamda ,28 Ekim 1923'de yenen yemek için hazırlıkların yapıldığı köşk mutfağındaki olaylar etrafında geçiyor . Mustafa Kemal Atatürk'ü bu kez Onur Tuna canlandırmış. Bu rol ona yakışmış. Güzel , duygusal bir film.
İyi ki böyle kalbimizde yer etmiş bir ülke kurucumuz , önderimiz var. Çok yaşasın onun kurduğu Cumhuriyet. İlelebet yaşasın!
Çekmeceden Çıkan Şarkılar
Çekmeceleri düzenlerken elime geliverdi. The Beatles ..Ünlü İngiliz müzik gurubu. Almanya'ya rahmetli amcam ve yengeme ziyarete gitmiştik. Babamın turuncu bir Reno marka aracı vardı, onunla. 18.yaş günümdü ve Darmstadt' da kutlamak kısmet olmuştu. Pasta falan hatırlamıyorum ama bu güzel longplay'i hediye olarak aldığımı unutmuyorum.
Kim bilir, belki sizin çekmecelerinizde de sizi yıllar öncesine götürecek bir plak, bir kaset ya da küçücük bir bilet köşesi vardır.
Kapı Kilitliydi
Bir gün oturmuş kahvemizi içiyoruz sahilde, komşum mesaj attı. Kendisi yılın neredeyse tamamını Kuzey Ege'de bir sahil kasabasındaki evlerinde geçiriyor. Önceleri kışın iki üç ay gelirlerdi, geçtiğimiz kış hiç uğramadılar İstanbul'a. Baktım mesajda bir kitap kapağı resmi. Bu da nedir derken yazarın adı dikkatimi çekti. Şaşkınlık! Zuhal Aktürk.. Komşum polisiye bir roman yazmış ya:)
Hemen aradım kendisini. Yıllardır böyle bir hayali olduğunu, polisiye çok sevdiği için de bu konuda bir roman yazdığını anlattı. Hatta kitabın ana karakteri Başkomiser Eda'da henüz okula başlamamış küçük torununun gelecekteki hali olarak kitapta hayat bulmakta. Zuhal Aktürk yani komşum emekli diş hekimi. Artık bir yazar.
Kitabı hemen sipariş verdim. İstanbul'a döndüğümde bir solukta okudum. Güzel kurgulanmış, katil kim acaba? sorusunu ,kitabın sonuna kadar anlaşılmayacak şekilde sürüklemiş, sosyal yaralarımıza parmak basmış ,en önemlisi kadın karakterlere daha fazla yer vermiş. Güzel bir kitap olmuş. Tavsiye ederim.
Bir Yazın İki Yüzü
Gurbetçi değiliz, tatilimize hasretle coşkuyla gelip , içimiz buruk ayrılalım memleket tatilinden. Bu ara çok sık videolar düşüyor medyaya. Çizgili tişörtlü beyler son model arabalarında 'şöyle memleket, böyle şanslısınız' diye güzellemeler yapıyor, Kapıkule'de giderken gözyaşı döküyor,' biz neler çekiyoruz oralarda' ağlamaları yapıyor. Hatta bir tanesi ''11 ay çalışıyoruz bir ay tatil için ''demişti de viral olmuştu sosyal medyada. Kardeşim burada da on bir ay çalışıyorlar ama kimse bir ay şöyle bir otel, gezi vs.tatili yapamıyor. Ne diyeyim, davulun sesi uzaktan hoş gelir derler, öyle işte demek ki.
Bizim tatil dediğimiz, dertlerimizi yanımıza alıp, evden ana-baba yazlığına bir göç ve dinlenme molası. Yazlıktan eve dönüş yine de 'of tatil bitti' modu yaratıyor. Oysa biz çalışmıyor , emekli olmuş , belli yaştaki insanlarız. Tatile gittik, tatilden geldik, lafı çalıştığımız dönemlerden dilimize yerleşmiş. Yoksa bize her gün tatil(Gurbetçi arkadaş bizim gibileri kastediyor sanırım) . Yazlıkta biraz daha rahat , biraz daha rutinsiz oluyoruz. Ev işleri peşimizden bizle tatile geliyor. Ama denize girmek var işin ucunda , tatilin en büyük lüksü. Ben kesinlikle deniz kenarı tatilcisiyim, oldum olası deniz kum güneşciyim. Ama artık sadece denizi kaldı olayın, güneş tansiyonu zıplatmaya başladığından beri deniz, gölge, sandalye üçlüsüne geçtim. Onunda zevki ayrı. Gençken yeterince ıstakoz gibi güneşin altında yatmışımdır, biraz da serin serin oturalım.
Neyse, öyle böyle bu yaz da geçti sayılır. Üstelik bu yaz sadece deniz ve güneşle hatırlanmayacak kadar sıcak geçti, çok üzücü ,acı haberlerle geçti. Her rüzgarda evin arka taraflarında uzanan orman ve zeytinliklere bir ateş düşer mi tedirginliği ile geçti. O kadar çok üzüldüğümüz haber duyduk ki biz nasıl normal olacağız bilemiyorum. En çok neye üzüldüm biliyor musunuz? Susuzluktan hayatını kaybeden iki askerimize. İçim yandı, su içmek zul geldi. Hele bir de ormanları söndürmek uğruna,alevlerin arasında kalıp canlarını veren on genç insanımıza, itfaiyecimiz, kurtarma gönüllümüz. Ya hu! Ya hu! nasıl yakıcı bir yazdı. Gelecek günlere hep bir tedirgin yaklaşır olduk, sabahlara acaba kötü bir şey duyacak mıyız? diye gözümüzü açar olduk.
Yok sayılmıyor bunlar, kulaklarımızı tıkayamıyoruz, görmemezlik edemiyoruz. En azından ben öyle hissediyorum. Bilmiyorum siz nasılsınız? Küçük ailemde mutluyum , deme şansım olsa da etraftan etkilenmeden duramıyorum. Yangın ormanı alevleri ile yakıp yutarken, dumanı ile de etrafındaki herkese kendini hissettiriyor. Ya görüyorsun mavi göğe uzanan kara dumanları ya da is kokusunu soluyorsun.
Eve döndük.. Tam karşımıza bina inşaatı başlanmış. Kazıp duruyorlar. Kaç kat çıkacaklarına bağlı gerçi ama Büyük Ada'lı mavi deniz manzaramızla vedalaşacağız gibi.Bizi biraz daha gri betonla karşılayan İstanbul, hoş bulduk .
Dönüş Yolu..
Bakmaya doyamadığımız ormanlarımızı, yeşilliğimizi,doğamızı içindeki canlıları hiçe sayarak kim yakıyorsa her dünyada cezasını çeksin..
Yol üstünde Muratlı'da mola verdik. ''Amaan her zaman mı yiyoruz canım'' dedik, kıydık paraya İskenderlerimizi afiyetle yedik. Kalabalıktı da, herkes bizim gibi düşünmüş demek ki.
Sonrasında aldığımız fişlerdeki numaralarla Türk Kahvesi makinasından 90 saniyede hazırlanan kahvelerimizi de içtik. Enteresan ,çoğu yerde pişirmeyi beceremedikleri kahve makina tarafından tam kıvamında, telvesi yerinde ve lezzetli bir şekilde hazırlandı. Biraz imtina etmiştim ama çok memnun kaldım kahveden. Üstelik 70 TL ye kahve mi kaldı. Biz iskenderlerin hatırına biletle içtik de kartınızı okutup da içebiliyorsunuz. Ne kolay artık herşey.
Not: Burada bulunsun 2024 yazında 550.-TL olan 1 porsiyon pideli döner 975.-TL olmuş. Yani.. Kuş kondurmuyorlar ama diğer yerlerden daha pahalı.
**
Dönüş yolunda en dikkat çeken de artık mola yerlerinde araçlar için onlarca elektrikli şarj istasyonları kurulmuş olması. Bir çok değişik firma piyasada , bir çok istasyon açmış. İnsanlar artık elektrikli araçlarını nerede şarj edeceğini düşünmüyor. Tabi şimdilik sadece bu güzargahta yoğunluk göze çarpıyor. Anadolu'nun diğer yol duraklarında bu kadar yok sanırım,en azından bu yılki gezilerimde hiç dikkatimi çekmedi. Ama yakındır çoğalması. Şehir içlerinde bile çoğaldı, market önlerine bile konduruyorlar artık.
**
Bir de İzmir-İstanbul arası giderken dikkatinizi çekiyor mu bilmiyorum , Bursa Karacabey tarafında büyük büyük vinçlerle yapılan inşaatlar, buldozerlerle kazılarak yapılan yeni yollar , bir faaliyet var.Üç dört yıldır gelip geçerken görüyorduk. Acaba ne yapılıyor, havaalanı falan mı dedik. Meğer son gördüğümüzde alanı daha da büyümüş olan bu yer Bursa Teknoloji Organize Sanayi Bölgesi(Teknosab) oluyormuş. Oysa buralar geniş tarım arazileri idi. Tıpkı Bursa Şehir Hastanesini tarım arazilerini hiçe sayıp Bursa'nın dışına yapıp, Bursa'yı o yöne büyüttükleri gibi, şimdi de şehri İzmir otobanının kenarına batı yönüne doğru kaydırıyorlar. Şimdilerde sadece sakin köylerin yer aldığı bu arazilerin ilerisi çok parlak görünüyor. Hiç bir yerde haber yok ilerde her şey olup bittikten sonra bu civarda yaşayanlar itiraz edip protesto ederlerse , eh geçmiş ola. Belki de işlerine gelmiştir arazilerinin ''değerlenmesi'' Ne de olsa ülkece tarımı bitirmek üzereyiz, domates bile ağustosta hala 100 TL den satılıyorsa. Ucuzu da var demeyin lütfen. Hep ucuz ve kalitesiz yemek mi zorundayız. İyi domates yemek herkesin hakkı...
Rüzgar Bunalttı..
Komşuda hasat zamanıydı. Mürdüm eriği ve şeftali çok lezzetliydi, dalından ne de olsa. Komşular arası böyle meyve sebze alışverişi sık oluyor. Bizde sadece erik kaldı, ağacı artık çok yaşlı ama hala meyve veriyor. Gerçi biz gelmeden önce toplamışlar, annem suyundan erik suyu içeceği, meyvesinden erik reçeli yapmış. Bize de yiyip ,içerek tüketmek düştü.
Öyle bir rüzgar var ki bir haftadır, inanılmaz. Sesi, uğultusu büyük baş ağrısı yapıyor, stres yaratıyor. Yine de çayımı aldım zeytin ağacına karşı içiyorum. Başıma iyi gelir belki. Şu ağaçta büyük dalın arasında ,tahmini kışın kesilmiş, iki dal daha vardı. Kim kesmiş bilmiyoruz,kimse görmemiş, sitenin bahçelerle ilgilenen bekçilerine sorduk, haberleri yok. Muhtemel çimlerine zarar gelmesini istemeyen birileri ,diye aklımızdan geçiyor. Tabi görmedik, direkt suçlamak olmaz. Üstelik bu yaz ,yaprak olayından sonra,ilk kez barış çubukları tüttürüldü, selam sabahlar başladı. Muhabbet iyi. Şaşırtıcı bir şekilde bahçesine zeytin fidanı da dikti ,hem de iki fidan. Çimleri şimdi o ağaçların altında nasıl olacak bilmiyorum.
Başım hala ağrıyor.
Yazlıkta satırlarası
Komiser Nevzat kendi yakın geçmişinin sırlarını çözmeye çalışıyor. Yine heyecanla okunan bir Ahmet Ümit romanı.
Pis miyiz neyiz..
Kedi köpek yiyecek diye, tam Ayvalık 'ın göbeğinde parkın ortasına ıslanmış ekmek, tahıl dökmek nedir ya hu!?
Kötü bir görüntü;yuvarlak bir küçük dinlenme alanı, kenarlara bank konulmuş ortaya da bir çiçek tarhı ufak bir süs havuzu falan yap ,değil mi? Hayır ekmekleri,bulgurları ıslayıp ortaya uzatmışlar,en sonda plastik yoğurt kabında su var.Sorsan ne o ; hayvan seviyoruz, sokaktaki canları düşünüyoruz. Düşünsek tabi ama temiz temiz düşünsek, değil mi ?
Şaşırma
Buraya geleli bir ay olmadı 135 TL olan bir damacana su 150 TL oldu. Aynı suya İstanbul'da 160 TL veriyorduk. Gündemde öyle olaylar var ki fiyatlar durmadan artıyormuş, artsın. Şaşırtmıyor billahi.
Ayvalık'ta şans kurabiyesi
Biraz gizem iyidir ,haklı bende biraz gizemliyimdir zaten ,oldum olası 🤭😎
Kurabiyelerin tadını balıklara sormak gerekecek.
Ağustos
Nasıl geçti bu temmuz vay vay vay!
Yazlık2
Sıcaklar akşam altı oldu mu biraz hafifliyor, hemen bahçedeki biberleri suluyorum. Arkada duvar dibindeki seyrelmiş naneleri, saksıdaki sardunyaları. Mandalinalar henüz çok küçük ama çok var üzerinde ağacın. Karpuzcu geçmeye başladı, oğlunuda yanına almış. Karpuzu o taşıdı bana. 10 yaşında var yok. Ben parasını getirmeye gidince kendini hemen salıncağa bıraktı. Ayaklarınla hız vererek oturduğu salıncaktan "abla (kibar çocuk) oğlun mu var " ."var ama burda yok" ,dedim. "Nerden bildin?". Pencereye zincirli bisikleti işaret etti "bisiklet var"
Çocuk hep çocuk işte.🎈 Hafta sonu gelen sebzecide çocukları ile geliyor. Erkenden iş hayatına başlatılan çocuklar. Belki iyi, belki değil ,henüz erken onlar için. Ama hiç olmazsa çalıştıkları kişiler aileleri.
Yanıyoruz.
Memleket cehennem gibi, yangınların ardı arkası kesilmiyor. Hala yangın uçakları yok. 11 memleket evladı şehit oldu, yazık değil mi ailelere,sevdiklerine. Yönetenler bizden çok ağlanıp, her şehidin arkasından normalmiş tavrı takınıyor.Yeter artık,son yıllarda yanmayan orman kalmadı. Bilecik yanıyor, oradan bir afad gönüllüsü "orman bitince yangın bitecek sanırım" diyordu. Artık sadece orman değil köylerde yanmaya başladı ne yazık ki.
Her ağaca üzülerek bakıyorum. Tam evimizin karşısında çok kocaman bir fıstık çamı ağacı var. Kumrular üzerinde yuva yapıyor, kırlangıçlar etrafında uçuyor.Arılar dallarında vızıldıyor. Sesi rahatsız etse de bazen yaz seslerinin vazgeçilmezi ağustos böcekleride senfonilerini o kocaman çam ağacında sunuyor.cır cır cıır.
İşte böyle bir ağaç denilip geçilmesin, hepsi bir dünya. Altlarında gölgeleyenleri saymıyorum bile. O ağaca ve maiyetindekilere bakınca,yanan ağaçlar için yüreğim sızlıyor.
Hayatlarını kaybeden 11 evladımız için çok çok üzgünüz. Ne zaman bu yangınlar sönecek yüreklerimizde. Bu ülke kadar genç insanları bu kadar kolay harcayan başka bir yer var mı acaba?
Yazlık 1
Telefondan yayın yapmak zor. Az ve öz yazacağım bu sebeple. En sıcak günlere denk geldik. Eyyamı bahur. Genelde ağustos ayının ilk günleri olur ama 2025 yazı her yönden sıcakla ve sıkıntılarla sınav veriyor.
Ayvalık sahilinde de sıcak kavurucu, rüzgar yok, deniz hiç olmadığı kadar ılık ve durgun.
Herkesten önce gelip gölgede yer kapanlar da var tabi.
Biraz yazlık zamanı..
Yaz başında babamın ani bir kalp rahatsızlığı geçirmesi nedeniyle gitmiştik Ayvalık'a. Yaşlı insanlara kalp spazmı ya da kalp krizi her zaman bildiğimiz belirtilerle gelmezmiş. Babamda da aşırı mutsuzluk, yorgunluk, bezginlik ve sıkıntı hissi ile gelmiş anlaşılan .Çünkü yazlığa gittikten sonra tek sıkıntısı annemin buydu babamdan işittiği ve hissettiği. Meğer kalp krizi geçirmiş. Ayvalık devlet hastanesine götürdüler hemen ah! ah! koskoca hastane binası var lakin anjiyo yapılamıyor. Hastanede kısa bir bekleme süresinden sonra eski bir ambulansla Körfez'deki özel bir hastaneye nakledildi, orada başarılı bir müdahale ile tıkalı damara stent takıldı, çok şükür iyileşti. Şimdi sağlıklı, tabi beden olarak, ruhen sıkıntılar evhamlar kendini dinlemeler devam. Biz çok kalamadık yanlarında çünkü oradayken eşimde yüksek ateş ve sindirim sistemi bozukluğunu yaşatan mikrobik bir duruma yakalandı, apar topar dönmek zorunda kaldık. Neyse herkes iyileşti sonunda.
Biz şimdi tekrar Ayvalık'a gidip bir kontrol edeceğiz durumu.Bakayım telefonda annemin ''iyiyiz'' dediği gibiler mi? Babam artık çok yaşlı. Ama maşallahı var bu güne kadar her şeylerini kendi başlarına yapabiliyorlar, çarşı pazar, alışveriş işte ne ihtiyaç varsa. Annemin sarı noktasından kaynaklı görme sorunu devam, yine de çoğu yaşıtlarına göre iyiler. Her şeyi beraber yapmaya alışmışlar mesela şimdi pazar alışverişine gidemiyorlar diye, annem küskün. Bazen komşuya sipariş veriyor ya da onlarla gidiyor. Bazen oradan gelip geçen sebzeciden alıyorlar . Ama ısrarla kardeşimden yardım istemiyor. 'gelin alışverişimizi yapın' demiyor. Çok zorda kalmadıkça tabi. Başkasına muhtaç olmak zor bir durum. Çocuğun bile olsa. Kalça protezi ameliyatı olduğumda bunu yaşadım. Karakteriniz başkasından yardım almaya müsait değilse çok zor oluyor o inadın kırılması. Hastaneden taburcu olmadan önce duş almam gerekiyordu ve ilk kez yabancı biri beni yıkamıştı /cenazemden önce/ tanımadığım bir kadın. Bir de moral verici konuşmalar yapmıştı ki sormayın gitsin. Zor ama imkansız değil ,alışılıyor. Her şeyin insanlar için olduğuna inanırım.
Yine konu başka bir yereler bağlandı , kısaca Ayvalık'a gidiyoruz bir süreliğine. Tabii her zamanki gibi ne zaman döneceğimiz bir plan dahilinde değil. Meşhur lafımız 'kısmet'. Bazen hafta oluyor kalma süremiz bazen ay. Hepimiz alıştığımız şekilde yaşamak istiyoruz ve bu bazen mümkün olmuyor. Ortama ayak uydurmaktan da sıkılabiliyoruz. Onun içinde gidiyoruz ,bakalım nasıl döneceğiz.
''kısmetse'' yaşayıp göreceğiz.
çeşit çeşit durumlar..
Resimde tam çıkmamış ama sinek kovucu bu alete bayıldım .Pilli, üzerinde iki yumuşak kayış var ,sürekli dönüyor.Sipariş verdik eve gelecek bakalım.Yazlığa giderken götüreceğim. Kahvaltı masasında sinek kovalamak hoş olmuyor, herkesin eli peyniri, zeytini, domatesi yellemekle meşgul olmasın:) Sinek gelirse pervane , kedi gelirse fıs fıslı su. Garson her türlü çareyi hazırlamış. Kedileri severiz ama yemek yemek için üzerimize atlamalarına gerek yok, hepimiz temastan hoşlanmayız sonuçta. Tabi o kadar şımartılmışlar ki herkesi aynı sanmaları normal.
Mahallenin dondurmacısı ünlü olup şubeler açınca mekanı çok şık hale getirmiş. Her masada sarı limonlar, kendileri siyah beyaz çizgili tişört, beyaz pantolon ve hasır şapkalarla İtalya'da dondurma yiyoruz hissini vermişler. Amalfi'de miyiz acaba?Kafalar karışık diyorum ya hep ondan. Arka masanın pidesi geldi; Müşteri; ''yok ben bunu istemedim, dışı yarım içi tam olacak dedim'' dedi. Garson ustasının çağırdı ,usta da anlayamadı. Müşteri ısrar ediyor 'Dışı yarım , içi tam, daha önce yedim burda '' Hayır anlaşamadılar , ustanın yaptığı pideyi yedi mecbur.
istemeyen okumasın
Türk milleti olarak üzgünüz yine şehitlerimiz var. Gencecik evlatlarımız hayatlarına başlamadan şehit oldular. Tek tek hepsi için üzgünüz, makamları cennet olsun. Onları kaybederken bir de öğrendik ki daha önceden şehit olup ,devlete teslim edilmeyen bir şehidimiz varmış ve onu arama çalışmaları sırasında oluyor bu vahim olay, bu felaket. Çok üzücü.
***
Kafalarımız karışık, bir de sıcak mı sıcak havalar, hepimiz ambale olduk. Sadece kendi sorunlarımız,aile içi olaylarımız, dertlerimizle meşgul olabilsek, ne iyi olur. Öyle yapmaya çalışıyoruz. Üç eski arkadaş buluştuk mesela geçen gün , sohbet muhabbet, biraz gıybet sonra konu bir yerden ya hayat pahalılığına ya hapisteki henüz yargısı başlamamış ilimizin belediye başkanına falan geliyor. Bilmiyorum benim çevrem mi böyle ilgili bu kadar memleketle.Hafta sonu magazin programlarını izleyelim diyoruz bazen. O programlar ilk başladığında neyse o şekil devam ediyor. O şunla, bu ötekiyle Bodrum plajları ile başlıyor Çeşme ile devam ediyor. Bu programları yapanlarda '' beach'' fiyatlarının yüksekliğinden, herkesin alınmadığından konu açıyorlar. Gezi programlarını izliyoruz ,orada da yine en ucuz sezlong-şemsiye fiyatı sahil beldelerinde 250-300 TL lerden başlıyor ,diye anlatıyor Mert Savaş. Sonra bir bakıyoruz bu güzelim cennet parçaları, Çeşmesi, Seferihisarı çatır çatır yanıyor, köyler boşaltılıyor, canlılar ölüyor, tarlalar, ağaçlar toptan yanıyor. Bu seferde hayda! yangın uçağı konusu tekrar tekrar önümüze geliyor, hatta bazıları para toplayıp biz alalım ,paylaşımlarına getiriyorlar konuyu. Her şey o kadar sırtımıza yüklenmişken bir uçak almadığımız kalmıştı yardımlaşarak! ****
Daha önce de yaşanmıştı bir kez daha yaşanıyor . Televizyon haberciliği yapan kanallardan SözcüTV on gün süreyle yayın yapamayacak. RTÜK 'e göre yayın ilkeleri ihlal edilmiş ve böyle bir ceza öngörülmüş. Dolayısı ile yine bizim istediğimiz haber kanalından haber izleme hakkımıza engel olunmuş oluyor. RTÜK'e göre sakıncalı sayıldığı için. Oysa bu bizim yani seyircinin, halkın, vatandaşın kendi kararı olmalı.Bizim de beğenmediğimiz bir çok şeyi konuşan kanallar var .Seyretmeyi tercih etmiyor ve seçim yapma hakkımızı televizyon kumandasının tuşlarına o kanalların tuşlarına basmayarak kullanıyoruz.
Sözcü'nün yanındayız . Bizim haberleri istediğimiz kanaldan izleme hakkımız olmalı. Yayın yapmama cezası kanala olduğu kadar ,seyircisine de verilmiş bir ceza olmuyor mu?
Kesmece Bunlar..
Çekirdeksiz karpuz mu olur dedim önce,ama oluyormuş. Oldukça güzel oluyormuş. Sanırım aşılı üzerinde 'iyi tarım' etiketi vardı.Lakin şimdiye kadar bu kadar sert kabuğu olan bir karpuz kesmemiştim. Kasap bıçağı olsa ancak.. Eşime devrettim o kesti. Oysa çoğu karpuz kabuğu bıçak değdi mi çatırt diye yarılabilir ,bile. Oysa bu kaya gibiydi. Çekirdeklerde aslında var ama güdük bırakılmışlar, ufacık. Hem sonra çekirdek olmazsa toprağa ekip acaba seneye çıkar mı?/ çıkıyor/ diye beklemenin de heyecanı kalmaz.Zaten bahçemizde yok ki , apartmanda yaşıyoruz. Neyse yinede tadı da çok nefisti.
''Karpuz kabuğu düşmeden denize girilmez'', denilirdi . Karpuz yaz mevsimi meyvesi olduğuna göre ancak karpuzlar bir çıksın havalar ve deniz bir ısınsın , öyle girersin denize diye söylenirdi. Yani bir şeyleri yapmak için zamanını bekle ,anlamında bir şeyler.Herşeyin bir vakti var.
Bir de şöyle bir şey ; ''eşeğin aklına karpuz kabuğu sokma!'' Tabii ki hoş bir söz değil hem benzetmeleri hem manası ile. Daha çok kendini kurnaz sananların kullanacağı bir atasözü gibi. Aman bırak uyandırma, aklına getirme , olayları karıştırmasın , iş çıkarmasın başımıza vs. gibi anlamlarda kullanır. Kimbilir eşekler karpuz kabuğunu çok seviyorsa , aklına düşünce yapmadığı kalmaz.Teper mi teper.
Ya ''bir koltuğa iki karpuz sığmaz'', sözüne ne demeli. Ey büyükler, sizin zamanında öyleymiş belki, şimdi değil, şimdilerde herkes çok karpuzlu. İki işi aynı anda yapmayın beceremezsiniz, aksilik çıkar anlamında. Teker teker yapın ne yapacaksanız ki bir şeye benzesin yoksa yarım yarım olur,ikisinden de bir şey çıkmaz gibi. Tabi eskiden babalar koltuk altına bir karpuz sıkıştırıp gelirlermiş eve, adam eline iki karpuzu nasıl sığdırsın, bu söz de oradan esinlenilmiş herhalde. Kesin bir tanesi iki karpuzu aynı anda taşımaya kalktı, belki de! Kim bilir bir tanesi yerlere serilip çatladı karpuzlardan, mesela.. Karpuz bekleyen hanımdan da lafı yedi.. Neden olmasın.
Karpuz muhabbeti bu kadar yetsin mi?![]() |
İnstagramdan alıntı |
çocuk yüzünden.
Hava serince bu akşam. Gece ilerlemekte, masalar teker teker boşalıyor. Garson çocuk elindeki bezle müşterisi kalkan masaların üzerlerini siliyor, kül tablalarını topluyor. Martı kardeş geçe kalanların masalarından kayıntı peşinde hala. Epeyde doyurduk karnını , her masa bir iki bir şey attı. Ayırt etmiyor pek, patates, ızgara, ekmek parçası ne olursa gagaya oradan kursağa topluyor.
Ailesi ile gelmiş iki oğlan çocuğu hiç durmadan koşturuyorlar ,enerjileri hiç bitmiyor. birinin elinde frizbi, diğerinin ayağının altında yeşil patlak bir top ,koşturdular tüm akşam. Böyle bir ortam için uygun değil, tabi bize göre .Köşedeki masada keyif yapan anne babasının hiç sesi çıkmıyor hatta ben anne ve babanın kim olduğunu en son kalkarken gördüm.
Tesadüf bu ya, gece sitenin çardağında bir patırtı, bir bağırış çağırış oldu. Gece geç saatlere kadar çardakta komşular oturuyor, özellikle küçük çocuklu olanlar. Kural var, çocuk oyun sahasının ışıkları saat 10'da söndürülecek ,diye. Bazen ricalarla uzuyor , tabi bu seferde gürültü çok oluyor diye şikayet oluyor falan. Bu sesler bir kadın kavgası sesi, tonlardan belli. Ufaklıklardan biri oturan teyzelerden birinin başına top atmış, kadın da çocuğa söylenmiş, çocuğun annesi de yaşlı kadına ;'vay sen benim çocuğuma nasıl kızarsın, bağırırsın' diye avaz avaz çemkiriyor. /E sen örnek olaydın keşke çocuğuna böyle bir durumda bağırmayarak/ Teyzede başında ufak plastik su şisesi tutuyor, buz niyetine;'ben hasta kadınım ,bana böyle davranamazsın , senin çocuğundan özür mü dileyeceğim , polis çağırın o zaman'a kadar konuyu getirince, bizim güvenlik nihayet olaya el koydu . Gece nöbetine gelen güvenlik bey , ortalığı sakinleştirdi. Tüm çocuklar ortalıktan bir anda çekildi tabi analar da. Teyze başındaki su şisesini bırakmaksızın birazda banklarda oturdu, yanında bir kaç arkadaşı sonra herkes evlerine dağıldı. Bahçe sessizleşti.
temmuz 2
Bir geldi pir geldi denir ya tam da öyle geldi bu ay. Deprem, yurtta dört bir yanda yangınlar, İzmir Büyük Şehir Belediyesine şafak operasyonları ile yapılan gözaltıları, doğalgaza yüzde yirmi dört zam daha da ne olsun bir günde , henüz temmuzun ikisindeyiz.
Bir de bugün açıklanacak enflasyon oranlarına göre memurlara ve biz emeklilere verilecek zam oranlarını öğreneceğiz. Geçenlerde yoksulluk sınırı olarak (Bir ailenin temel gereksinimlerini karşılaması için gerekli olan minimum yani en az geçim miktarı) olarak 85.000TL (yazıyla;Seksenbeş bin türk lirası) olarak açıklandı. Dolayısı ile bu sınırın çok çok altında olan maaşlarla yaşamaya çalışan çoğunluk insan merak ediyor bakalım ne kadar lütfedilecek maaş artışı temmuz ayında.Tabii ki beklenti minumum düzeyde. Enflasyona hayat pahalılığına yetişmek mümkün değil. Pazar vardı dün 60 TL 70 TL domates, 150 TL limon ki en sevdiğim şeydir limonu her şeye sıkabilirim, kesip tuzlayıp yiyebilirim. Bir limon fidesi alıp balkona ekmeliydim belki de zamanında, japon gülü ile kardeş kardeş büyürlerdi. Düşünün bu yaz 400 TL ye kiraz yedik, bir zamanlar çocukların kulaklarına küpe yapılacak kadar bol olan ağaçlardan toplayıp yediğimiz, kurtlu diye içine bakıp bazen burun kıvırdığımız kirazlar 300-400 TL lerden satıldı 'pazarlarda'. Manavda daha yüksek fiyatlıdır eminim. Zamanında bol bol yediğimiz meyvelerin şimdinin çocuklarının tadını çıkaramıyor olmasına üzülüyorum.Bir de ucuz olsa bile nerede o eski kirazların mis gibi tadı, lezzeti. Pahalı oldukları gibi tatları da değişik, gerçi değişmeyen neyin tadı kaldı ki.
Evet bu kadar dırlanmadan sonra başka şeylere geçeyim mesela kendimi epeydir örmediğim tığ işine verdim bu aralar. Bir tane bucket hat(Kova şapka) ördüm youtube den baka baka. Ama kalıbı biraz küçük oldu, ondaki santimlerden dar örmüşüm sanırım benim elim biraz sıkı. Bir tane daha yapacağım ya azıcık gevşek örmem lazım ya da bir numara büyük tığ kullanmalıyım. Bakalım , karar vereceğiz.
temmuz
Nihayet sessiz sakin sahil. Sanmayın ki hep böyle, akşamları çimenlerde yer yok, yürüyüş yapanlardan beton yol görünmüyor gibi öyle kalabalık. Çoluk çocuk , genç ihtiyar akşam sıcakları burada ferahlıyor Atalar ahalisi ve etraftan gelenler.
Sabah saatlerinde de sağlık için spor yapanlarla dolu olan sahil kuşluk vakti sakin sessiz, huzurlu. Bir martı yavrusu uçma çalışmalarında tedirgin dolaşıyor.
Kedi efendi incir ağacının gölgesinde keyif çatmakta.
Sahilde sandal kiralayanlar belediye tarafından yerlerinden edilmişlerdi geçenlerde, ama bir şemsiye bir sandalye ile yine yeniden işlerini devam ettiriyorlar. Henüz müşteriler yok, renkli sandallar sahilde sıra sıra süzülüyor.
Boş denize alışmamışım, ne bileyim karşıda bir Büyük Ada bir Sedef, biraz uzakta Burgaz, Kınalı görülmeli, hiç bir şey olmasa karşıda Çınarcık, Esenköy falan olmalı ki geceleri karanlıkta ışıkları şıkır şıkır parlasın.
Çok yoruldum. Manzarası en güzel çay bahçemiz de biraz mola. Salkım söğüt yapraklarını dökmeye başlamış bile.
Ortancaları kocaman saksılar içinde bu yaz getirmişler ya da kendileri ekmişler. Başka çiçekler de var,bu sene daha bir özenli ve bakımlı çay bahçesi.
Kahvemizi de içtiğimize göre hoş geldin temmuz ayı diyebilirim.
Bugünlerde
Dışarıda hava aşırı derece sıcak, klimalı ortamlarda tv izlemek ve soğuk içecekler içmek en iyi gelen şey.
Göçmen sorunu her ülkenin yapısına göre bambaşka sorunlarla karşılaştırıyor yaşayanlarını. Bu aralar soğuk görünümlü İskandinav ülkelerinin dizilerini sever oldum. Sırlarımız da bir Danimarka yapımı.Sıkıcı başlasa da sonrasında içine alıyor , meraklandırıyor konu. Bizim yerli dizi Mezarlık'la benzer yönleri var. Mezarlıkta, Emniyetin bodrum katında ,arşiv , depo işte ne derseniz benzer bir yerde kurulan ve eski çözülmemiş davaların yeniden gündeme getirilip çözülmesi olayıydı konu. Dept.Q da benzer bir mekanda emniyetin yeni oluşturduğu sorunlu polislerden oluşan ekip var. Benzer geldi bana. Tabi olayların örgüsü yerli dizilere göre daha gizemli, karmaşık ve sonu daha az tahmin edilebilir çıkıyor.
ve merakla beklediğimiz.🌸yeniden açan çiçek
![]() |
Hibiscus-Rosa sinensis |
susun..
Her sabah 'Fatih Altaylı Yorumluyor' youtube kanalını mutlaka dinlerdim. Katıldığım fikrileri olur, karşı olduklarım olur. Ama yine de dinlerim. Ulusal haber kanalları o kadar tek düze ki olan biteni Youtube üzerinden yayın yapan habercilerden dinliyoruz. Bu gazetecilerin yayınları o kadar çok izleniyor ki sanırım biraz da bunun etkisi ile gözün üzerinde kaşın var diye, haklarında soruşturmalar, şikayetler oluyor. Onları da teker teker içeri alırlarsa artık ne dinleyeceğiz bilemiyorum. Bu sabah Fatih Altaylı' da Koltuğu ve Emre yayında olayı kısaca özetlemiş 'Fatih Altaylı Yorumlayamıyor', demiş. Malum hafta sonu Fatih Altaylı' yı önce gözaltına aldılar, sonra tutukladılar, Silivri'de. Dolayısı ile doğru demiş ,Fatih Altaylı yorumlayamıyor. Belli ki yakında kimse gıkını çıkaramayacak. Şöyle düşününce dinlediğimiz doğru düzgün gazeteci, yorumculardan hakkında soruşturma açılmayan, şikayet edilmeyen, gözaltına alınmayan yok gibi. Yok hatta. Saymayı bıraktığımız kadar sanatçı, gazeteci, yorumcu hatta sade vatandaş sadece ve sadece muhalefet edip, eleştirdiği, başka bir yönetim istediği için /ki normal neredeyse çeyrek asırdır aynı iktidar var , değişmesi istenilebilir,/ gözaltına alındı, tutuklandı, yargılandı ve bunlar devam ediyor. İnfaz yasasında yapılan değişiklikle bir çok mahkum salıverilirken, sadece konuşan, yazan, eleştirel bakış açısı sunan, muhalefet eden pek çok değerli insan tutuklanıyor, mahkumiyetine karar bile verilmeksizin hapislere konuluyor.
Ben sadece bir vatandaşım. Ülkemi çok severim, ailemizde, okullarda öyle büyütüldük/m. Bu durum benim içimi sıkıyor, ruhumu daraltıyor. Var öyle keyif keka yaşayanlar ama ben onlardan olamıyorum. Zaten hayat pahalı, geçim derdimiz var, etrafımızdaki ülkelerde savaş can yakıyor bari ülkemizde huzurlu bir hayatımız olsa diyoruz. Yok olmuyor, izin vermiyorlar. Ne olacak böyle , bilemiyoruz?
İyi Bayramlar
Bu yılın tadı tuzu kalmayan dini bayramlarından bir tanesi daha geldi. Artık tamamen resmi tatil gözü ile bakılıyor, haftanın tatil olmayan diğer günleri ile birleştirilecek mi? Tatil dokuz gün olacak mı? soruları ile geçiyor. Bu sefer birleştirmediler, bir günü cuma bir günü pazartesiye denk geldi. Üniversiteye geçiş sınavları ,Liseye geçiş sınavları da bayram sonrasına kaldı. Dolayısıyla tatile giden az olmuştur diye düşünüyorum. Kurban kesme ritüeli ise artık ''Bir zamanlar'' diye anlatılan eski bayram anılarında kaldı.
Ama adettendir yine bir tepsi tatlı pişirdim. Klasik usul şekerpare. Kurban kesmesek de yemek olarak kavurma pilav ikiliside sofrada yer alacak.
Geçtiğimiz ay hastanelerden çıkamadık, bu ay bayramla başladı, uğurlu gelsin umarım. Yoksa ne memleketin huzuru var , ne ekonominin, ne siyasetin, ne insanların. Bari evlerimizin içi olabildiğince huzur ve mutlu olsun.
Okuyan herkesin Kurban Bayramı mübarek olsun.
Tatile gidenlere de güzel bir tatil dilerim.