Hoşgeldin aralık ayı, yılın son ayı, ayın da ilk haftası, güzellik getir hepimize..
Aralık
Hoşgeldin aralık ayı, yılın son ayı, ayın da ilk haftası, güzellik getir hepimize..
Evde Geçen Vakitlerde..
bir roman...
Elif Şafak'ın romanı Gökyüzünde Nehirler Var 'ı bitirdim. Sürükleyici, masallardan masallara oradan acı gerçeklere varan hikayelerden oluşan bir roman. Kitabın kapağında, yazarın ismi ,romanın isminden büyük ve daha dikkat çekici yazılmış . Yine kapakta lapis lazuli taşı renginde kocaman bir su damlası var. Hikayenin başlangıç noktası bir su damlası ve devamında lapis lazulu taşı ve mavisi..
İki nehir Dicle ve Fırat, onlara çok uzaklarda akan Thames nehri kenarında geçen hayatların masalsı hikayesi var romanda. Arthur 1800'lü yıllarda doğan bir adam, Narin ve Züleyha ise 2000'lerde yolları kesişen iki kadın . Sonda üçünün birbirine zincirleme bağlı öyküsü. Arada Dicle, Fırat ve Thames nehirlerinin sularla akan hayatı. Büyük mezopotamya hükümdarı Asurbanipal'dan bir lapis lazuli tableti ile günümüze uzanan hikayeler zinciri.
Çok güzel ,sürükleyici bir roman.
Homeland dizisi pandemi döneminde evde kaldığımız zamanlar bir solukta izlediğimiz dizilerdendi,yedi sezon izlemiştik. Hatta dizi konusu ile ilgili de bir yazı yazmıştım ((tık tık) Şimdi son sezonu yayınlandı. Araya beş yıl gibi bir zaman girse de Ajan Carrie yine heyecan dolu maceralarda..Geçen zaman onu da yıpratmış;) Ama maceralar Afganistan ve yeni Başkan ile tam gaz devam etmiş. On iki bölüm yine heyecanla izlendi.
İptal..
Yine turunculu ama bulutlu gökyüzü ile sıcak bir kasım sabahı. Aslında bugün kalabalık,eğlenceli ve iyi niyetli bir amacı olan yemekli toplantımız vardı. Bir kaç aydır düşündük, hazırlandık, davetliler istekli biz heyecanlı. Ülkemiz hep olaylı, kanıksamışız artık. Acımız hep var. İlk tarihimiz tam da yirmi şehidimiz olduğu günlere denk geldi, hemen iptal ettik. Bu güne karar kılındı. Bir gün önce teyitleşildi. Ama sonrasındaki sabah dokuzda arandık, aynı acımız sebebiyle uzunca bir süre bu tip etkinlikler iptal edilmiş, bildirildi.
Güzel Havalar.
Bu sabah penceremden görünen gökyüzü henüz turuncuya çalıyor. Güneş tam ışıklarını salıverip ortalığı parlatmadan önceki dakikalar .Oysa saat sekizi geçti. Yıllardır enerjiden tasarruf edilecek diye hep yaz saati uygulamasındayız. Dolayısıyla güneşe geç kavuşuyoruz, sabahımızın en güzel saatleri karanlık geçiyor.
Ya bu sahile ne demeli. Beyaz köpüklü dalgalar kumsala vuruyor, güneş parlak .Fotoğrafa baksan yazın en civcivli zamanı gibi. Oysa serin lodosun sesi kulaklarda, insanlarda sahilden karaya çekilmiş.
Yapay Zeka ile Kek..
Evde kararmaya başlayan üç adet orta boy muz var. Nedense muzun en tatlı hali kararmaya başladığı zaman ki hali oluyor. Buna rağmen bu haldeki muzu evde kimse sevmiyor. Hafif bir kokusu oluyor ,belki ondandır. Bende kek yapayım ,dedim. Lakin çok şekerli ya da kalorisi fazla bir kek de olsun istemedim. Bu sefer ben internette arayacağıma, yapay zekaya sorayım, dedim. Kendisi de bana muzla yapılacak , 'şekersiz 'bir muzlu kek tarifi veriverdi!
Bizim Buralar
Eğitim öğrenim hayatım Artvin'de başladı. Anaokulu ve ilkokul birinci sınıfı Artvin'de okudum. Tabi çocukken insan her şeyi çabuk kapıyor. Hemen öğreniyor. Oranın insanı "bizim Artvin da " derdi ve çocuk halimle hafızama o kelimeler yer edivermişti. İstanbul' a gittiğimiz de ben "bizim Artvin da" dedikçe büyükler gülerdi. Bir de fotoğrafçı vardı çocukken resim çektirmeye gittiğimiz. Kıpırdamadan duralım diye ''canlanma çekiyrum'' derdi, kıkır kıkır daha çok gülerdik.
Hey gidi günler..
Artvin nereden çıktı ?derseniz. İşte dün şöyle bir yürüyüş ve bir kaç iş için Kartal'a indim. Minibüsten inince tren yolu altında bir geçit vardır. Çarşı meydanı ve sahil ile yolu ayırır. Güzel bir düzenleme yaptılar, oturma yerleri var. Genelde müzisyen gruplar şarkı söyler, gitar çalar. İsteyen oturup soluklanırken müzik dinler. Bu gün Karadeniz şarkıları söylüyorlardı. Kartal'da yaşayan Karadeniz'li çoktur. Benim de Artvin oradan aklıma geldi sanırım.
Güzel Karadeniz ezgilerinin yankılaması duyulan geçitten geçip ,çınarların gölgesindeki meydana geliniyor. Oradan az ilerde sahil yolu ve marmara denizi sizi karşılıyor.
Biraz yürüyüş yaptık. Sahil manzaraları çektik . Balıkçıya uğrayıp, bu aralar bolca bulunan hamsi aldık. Akşam nevalesi de tamamlandıktan sonra haydi vakit tamamdır ,dedik, eve dönüş zamanı ..
Bugünlük için de bir kaç sahil resmi çektim. Onlarda burada dursun. Hem günün anısı, hem de Artvin'i aklıma düşüren çarşı gezisinin izi olsun.
Gilindire Mağarası
Gilindire mağarasının giriş ağzı denizden 45 metre yukarıda, yani ulaşmak için biraz merdiven inip çıkmak gerekiyor ama inanın, içeri girdiğinizde o yorgunluk bir anda unutuluyor. Sarkıtlar, dikitler, dev sütunlar, duvarlardan sarkan taş iğneler… Her biri adeta birer sanat eseri. Işık vurdukça parlıyorlar, tıpkı camdan yapılmış gibi.
Mağaranın en etkileyici kısmı ise sonundaki büyük göl. Su o kadar berrak ki, yansımadan dolayı “Aynalıgöl” denmiş zaten. Gölün sessizliği, damlayan su sesleriyle birleşince bambaşka bir atmosfer oluşuyor.
Bilim insanları bu mağaranın çok eski dönemlerde, hatta Buzul Çağı öncesinde oluştuğunu söylüyor. Yani burası sadece bir doğa harikası değil, aynı zamanda geçmişin iklimine dair izler taşıyan doğal bir arşiv gibi.
Gilindire Mağarası 2013 yılında Tabiat Anıtı ilan edilmiş. Günümüzde hem doğa meraklılarını hem de fotoğraf tutkunlarını kendine çekiyor. Benim içinse, Akdeniz’in sıcak rüzgârı eşliğinde biraz serinlik, biraz da huzur demek oldu.
Eğer yolunuz Mersin tarafına düşerse, biraz merdiven inmeyi göze alın derim. Çünkü sizi bekleyen şey, taşların sessizliğinde saklı büyüleyici bir dünya. 🌊✨
Gitmeden Önce Bilmeniz Gerekenler
-
Mağaraya giriş için belirli saatler var; sabah erken gitmek; hem serin hem sakin olur.
-
Girişe kadar yaklaşık 560 basamak bulunuyor, rahat ayakkabı şart!
-
İçerisi serin ama nemli, oldukça fazla nemli.
-
Fotoğraf çekmek serbest, ancak flaş kullanımı yasak.
-
En yakın yerleşim yeri Aydıncık merkez, ihtiyaçlarınızı orada karşılayabilirsiniz.
Savarona
![]() |
| Saygı ve minnetle anıyoruz. Her daim yüreklerimizde yaşıyor. |
Bir Tabak Hatıra
Kanlıdivane Obruğu
Mersin’in Erdemli ilçesinde, antik Kanytellis kentinin kalbinde yer alan Kanlıdivane Obruğu, ilk bakışta insanı büyüleyen bir doğa harikası. Dik yamaçlarla çevrili, 95 metre derinliğinde dev bir çukur. Aslında bu devasa boşluk, yer altındaki kireçtaşı mağarasının tavanının çökmesiyle oluşmuş. Zamanla doğanın sabırsız gücü ve yerin altındaki sessiz hareketler birleşince ortaya bugünkü görkemli obruk çıkmış.
Obruğun güney ve batı duvarları çökme ve erimelerle mağaramsı bir yapı kazanmış. Batıdaki doğal teraslı yapının üzerine ise zaman içinde kayaya oyulmuş basamaklar yapılmış. O basamaklardan aşağı bakarken, binlerce yıl önce burada neler yaşandığını düşünmeden edemiyor insan.
Obruğun çevresinde antik Kanytellis’in izleri hâlâ canlı. Hellenistik Dönem’e ait gözetleme kulesi, kiliseler, sarnıçlar ve hatta bir zeytinyağı atölyesi… Her biri ayrı bir hikâye anlatıyor. En dikkat çekici kalıntılardan biri de Rahip Aba’nın Mezarı. Tüm bu yapılar, sanki o dev çukurun sessizliğine tanıklık eden taş hafızalar gibi çevresinde dizilmiş.
Kanlıdivane’nin isminin nereden geldiğine dair farklı söylentiler var. Kimi “kanlı kurban törenlerinden” söz eder, kimi “kızıl taşların gün batımında aldığı renkten”. Hangisi doğru bilinmez ama güneş batarken o kızıllığın obruğun taşlarında nasıl yankılandığını görünce, adının hakkını verdiğini düşünüyorsun.
Burası sadece bir antik kent değil, doğanın ve tarihin iç içe geçtiği sessiz bir hatıra mekânı. Her taşında hem doğanın gücünü hem insanın izini hissediyorsun.
Obruğun kenarında durup aşağı baktığımda rüzgarın sesiyle taşların hikâyesi birbirine karıştı. Kanlıdivane gerçekten de hem ürkütücü hem büyüleyici bir yer.
Kadınlar Matinesi..
![]() |
| (İnternetten alıntı) |
Çocukluk zamanımdan beri bir kaç kez içinde bulunduğum bir etkinlik ; Kadınlar Matinesı.
Belki bizim memlekete has bir eğlence kültürü, yabancılarda da var mı bilemiyorum. Daha çok kapalı yani kadın ve erkek olarak iki cinsin bir arada eğlenmesinin ''münasip'' görülmediği toplumlara has olabilir. Belki dini belki geleneksel belki başka sebeplerle. Her neyse işte, yine de Kadınlar matinesi şahane bir eğlence olayıdır, her dönemde :)
Matine; gösteri dünyasında gündüz yapılan gösterilere verilen isim. Kadınlar Matinesi de genelde gündüz yapılan kadın kadına eğlenceler anlamında kullanılır. Çocukluğumda Gazino kültürü vardı İstanbul'da. Genel olarak geceleri içkili, yemekli gazinolarda ünlü bir assolist ve alt kadrosu sahne alır, kadınlı erkekli müşterilerini eğlendirirdi. Bu gazinolar bir de haftanın belirli gününde/genelde çarşamba günleri/ sadece kadınlara gündüz programı yapardı. Kadınlar evden pikniğe gider gibi hazırlayıp götürdükleri yiyeceklerle ,dolmalarla,böreklerle, hem yer içer hem de ünlü sanatçıları dinleme şansını elde ederlerdi. Babamın mesleği nedeniyle Anadolu'da yaşadığımızdan sadece yaz tatillerinde İstanbul'daydık. O nedenle hatırladığım bir iki matine olayı vardır.
Ama Mesela hatırladığım Caddebostan Maksim Gazinosunda (şimdi ki migros) Hülya Koçyiğit'i izlemiştik. Beyaz, göbek kısmı dekolteli ,vücudunu saran çok hoş bir kıyafet giymişti. Sesi pek yoktu ama çok güzeldi. O zamanlar sinema artistleri sahne alsın diye talep vardı, güzel söyleseler de söylemeseler de gazinolarda görünüyorlardı. Bir de daha sonra artık gazinoların son demlerinde Taksim'deki Maksim gazinoya gitmiştik. Emel Sayın çıkacak sahneye diye hevesle gittiğimiz gazinoda, sanırım rahatsızdı ya da belki başka sebeple onun yerine Samime Sanay çıkmıştı. Samime Sanay'ın sesi de bir başkaydı hani. Emel Sayın belki hem ses hem göze hitap eden bir kadın olsa da Samime Sanay ile ses konusunda yarışamaz gibi geliyor.
Bu Kadınlar matinesi konusu nereden açıldı derseniz ,yıllar yıllar sonra kadınlar matinesi günümüz versiyonu ile buluştum. Aklımın ucundan geçmeyen bir yerde. Kendime hediye ettiğim tatilde dördüncü geceydi. Anamur'da kalacağımız otele geldik. Otel sahibi bize o gece her ay düzenledikleri Kadınlar Matinesi olduğunu ve bize de bir masa ayırdığını bildirdi. Mutlu olduk tabi. Akşam saat sekizde masamıza yerleştiğimizde yöre halkının kadınları yavaş yavaş teşrif ettiler. Kapalı, açık, çoluk çocuk hepsi şık ,düğüne gidercesine giyimli, kuşamlı geliyorlardı. Salon tam kapasite doldu. Önce yemekler hızla servis edildi, yenildi, tatlılar meyveler geldi ve kısa süre sonra ortalığı kasıp kavuracak şarkıcı delikanlımız sahne aldı. Aman ondan sonrası vur patlasın çal oynasın. Kimse oynamaktan yerinde oturmadı, pist hiç boş kalmadı, zılgıtlar, halaylar, göbek havaları ve ilk duyduğum yöre şarkıları ile iyice kurtlar döküldü, keyifler zirve yaptı. İnanın İstanbul'da kadınların böyle rahat rahat eğlendiklerini görmedim. Gece saat on iki yi gösterdiğinde artık piller bitmiş, eğlenceye doyulmuştu. Bizler odalarımıza çekilirken misafirler geldikleri araçlarla otelden ayrıldılar.
O gece çocukluğumun Kadınlar Matineleri ile günümüzün kadınlar matineleri arasında bir köprü gibiydi. Kadınlar toplum baskısından , rollerinden sıyrılıp özgürce kahkahalar atmak, eğlenmek istiyorlar ve bu zamanlar değişse de değişmiyor.
Velhasıl tatilimden güzel bir anı olarak zihnimde yerini aldı, bu şekilde de kaleme döküldü..
Veda..
Bu gece aniden çalan telefonda çocukluk arkadaşımın adını görünce, ''Kurtulmuş..'' dedim. Zar zor gözlüğümü bulup kapanan telefonu tekrar açıp, aradım arkadaşımı. Sesi ağlamaklıydı.
''Kaybettik..'' dedi. Bu saatte aradığı için özür diledi.,
'' Ne demek o,saçmalama,'' dedim. Cenazenin kaçta kalkacağını bilmediğini, sonra haberdar edeceğini söyleyip kapattık. Bir süre uyuyamadım. Baktım olmuyor ,kalkıp dualar ettim. Uyumuşum.
Müzeyyen teyze, çok güzel bir kadındı. Hatta sokağımızın en güzel kadını. Gür siyah saçları, beyaz teni, kırmızı rujlu dudakları ,hoş duruşu, güzel konuşması. Çocukken hayran olduğumuz kadınlardan. Eşini çok genç yaşta kaybetmişti. sanırım biz o zamanlar 20'lerimizi başındaydık. Arkadaşım ve on yaş küçük erkek kardeşine , hem anne hem baba oldu yıllarca. Bir daha evlenmedi, hep çocuklarını çevresinde tuttu, onlarla birlikte yaşadı.
Arkadaşım evlendi ,Müzeyyen teyze yine onlarlaydı. Evlilik yürümedi, damat gitti onlar ana-kız ayrılmadılar. Yıllar sonra arkadaşım ikinci kez yuva kurdu ;bu kez annesinden ayrı bir evde yaşama kararı aldı ama sadece iki apartman ötede. Zaten Müzeyyen teyze de oğlunu evlendirmiş ve gelinini yanına almıştı. Şanslıydı; gelini ona ikinci bir kız evlat oldu ,arkadaşım içinse olmayan kız kardeş gibi.
Uzun yıllar, herkes gibi inişli çıkışlı da olsa, güzel bir yaşamları oldu. Gel gelelim hayat bir yere kadar düzgün gidiyor. Yaş ilerledikçe hastalıklar artmaya başladı. Gençliğinden beri çok fazla sigara içen Müzeyyen teyze ,pandemi yılları ile birlikte sıkıntılı süreçlere girdi, hastalıklarla boğuştu . Sonuçta hepimizin kaçınılmaz sonu ile bir sonbahar günü ,yirmi altı gün kaldığı yoğun bakım odasında karşılaştı. Hayata veda etti.
Dün ikindi vakti cenazesindeydik. Kapalı bir havada koyu gri bulutlar, serpiştiren yağmur taneleri ve esen lodos rüzgarı eşliğinde uğurlandı. Cenaze mezarlığa defnedilirken ,kalabalık dualarla yanındaydı. ''Önceden kadınlar mezarlığa gelmezdi'' dedi arkadaşım.
''Evet,'' dedim ''cenaze adetleri de değişti.''
Hoca efendi getirdiği mikrofonla, ekolu sesiyle bir mezarın kenarına oturmuş ,dualar okumaya devam etti. Toprağa verilme bittikten sonra, arkadaşım ve kardeşi kenarda düzgün bir yerde durup taziyeleri kabul ettiler. Sırayla sıkılan eller, üzgün yüzler , teselli kelimeleri..
Müzeyyen teyze ile vedalaşma zamanı. Mekanı cennet olsun.
Not:Haftasonu kaybettiğim can arkadaşımın annesi için bir anı olarak kaleme aldım.
Kız Kalesi🏰
🌅 Efsanelerle Başlayan Bir Hikâye
Mersin’in güzel ilçesi Erdemli’ye bağlı Kızkalesi, adını sahilin hemen açıklarında, denizin ortasında yer alan tarihi Kız Kalesi’nden alıyor. Kale, Bizans döneminde, Haçlı Seferleri sırasında Bizans imparatorları tarafından inşa edilmiş. Kıyıya oldukça yakın konumu sayesinde hem stratejik hem de görsel bir simge haline gelmiş.
Bu kalenin adı, Türk coğrafyasının birçok yerinde tekrar karşımıza çıkar — ve çoğu zaman aynı temaya sahip bir efsaneye dayanır:
Bir kral, güzeller güzeli kızını çok sever. Ancak bir kahin, kızının bir yılan sokmasıyla öleceğini söyler. Kral, onu korumak için kaleye kapatır. Ne var ki kaderden kaçılmaz: bir gün kaleye gönderilen meyve sepetinin içine gizlenen yılan, prensesi sokar.
Efsane, her anlatıda değişse de özü hep aynıdır:
Kaderden kaçış yoktur.
🏖️ Günümüz Kızkalesi: Betonun Arasında Bir Cennet
Bugün Kızkalesi, bu efsanenin gölgesinde yaşayan canlı bir tatil beldesi.
Sahili uzun, sığ ve pırıl pırıl. Denizi berrak, kumsalı incecik. Sahil boyunca oteller sıralanmış; arka sokaklarda ise Mersin’in ünlü apartman yazlıkları yükseliyor. Ancak güzelliğin ortasında insanı üzen bir manzara da var: aşırı betonlaşma.
Dağ taş yüksek katlı sitelerle dolmuş; nefes alacak alan neredeyse kalmamış. Plansız ve düzensiz yapılaşma, doğanın güzelliğini gölgede bırakıyor.
🌍 Turizmde Farklı Kaderler
Mersin, Tarsus ve Anamur sahilleri muhteşem olmasına rağmen, turizm yatırımları sınırlı kalmış. Bölgedeki oteller küçük ölçekli ve genellikle yerli tatilcilere hitap ediyor.
Oysa Antalya, Side, Manavgat ve Alanya bölgelerinde devasa, konseptli oteller birbiri ardına dizilmiş.
Bazıları 5000 odalı — neredeyse bir kasaba büyüklüğünde! Bu tesisler, Avrupa ve İskandinav ülkelerinden gelen turistlerle dört ay boyunca tam kapasite çalışıyor.
💭 Bir Efsanenin Gölgesinde
Kızkalesi hâlâ kendi efsanesini yaşatıyor.
Tarihiyle, deniziyle, sahiliyle büyülüyor; ama bir yandan da modern dünyanın baskısı altında nefes almaya çalışıyor.
Belki de Kızkalesi’nin prensesi gibi, bu topraklar da kendi kaderine mahkûm…
Güzelliğiyle büyülüyor ama insan eliyle yavaş yavaş boğuluyor.
Toros Dağlarının İzinde
Bu yıl benim için Toros dağları yılı oldu. Mayıs ayı başında Ermenek, Karaman’dan başladığım Toros dağları civarı gezmelerimi, Akdeniz’de uzanan Toros dağlarını gezerek sonlandırdım. Kimi zaman içeri girerek, kimi zaman denize inerek, açık bir “M” harfi şeklinde tüm Akdeniz boyunca sıralanan Toroslar muhteşem dağlar. İsmini Tauros, yani başı boğa gövdesi insan olan bir tanrıdan aldığı söylenir.
Her bölgesi ayrı bir güzellikte olan Toroslar bu yıl bana ülkemizin ne kadar güzel, verimli, doğal ve tarihi yapılara sahip olduğunu bir kez daha gösterdi.
Toroslar sadece görkemiyle değil, barındırdığı yaşamla da büyüleyici. Dağ köylerinde hâlâ geleneksel yaşam sürüyor; keçi sürülerinin çan sesleri yankılanıyor, taş evlerin arasında tandır ekmeği kokusu dolaşıyor. Her vadide farklı bir hikâye, her zirvede başka bir manzara var.
Antik çağlardan bu yana birçok uygarlık Torosların eteklerinde yaşamış. Dağların arasında gizlenmiş antik kentler—Olba, Diocaesarea(Uzuncaburç), Termessos, Selge, gibi—bugün hâlâ zamana direnircesine ayakta duruyor. Bir zamanlar ticaret yolları bu geçitlerden geçer, insanlar hem denize hem dağlara uzanan bir yaşam kurardı. Toroslar, doğa ile tarihin el ele verdiği bir açık hava müzesi gibi.
Çınarların gölgesinde dinlenirken, dağdan inen serin suların sesi insanı başka bir zamana götürüyor. Her adımda hem Anadolu’nun köklü geçmişine hem de doğanın saf güzelliğine dokunuyorsunuz.
Toroslar bana bu yıl sabrın, dinginliğin ve doğaya yakın olmanın önemini hatırlattı. Her zirvesi, her taş yolu insana hem tarih hem huzur fısıldıyor.
Memleketimiz bir cennet..
Kıymetini bilelim..
Yolculuk..
Bugün önce havaalanına götürecek araç için yapılan görüşmelerle başladı. Saat konusunda bir kaç kez fikir değişti. İstanbul'da trafik ve havaalanının durumları tahmin edilebilir değil. Ama ben erken gidip beklemekten yanayım. Sabah altı buçuktaki uçağımız için rehberimiz dörttte alanda olun diyorsa erken çıkılacak demektir yola. Neyse ki SGH bize çok yakın. Akşam üzeri bavulda hazırlandı. Sıcak yerlere gitmek güzel, bavul hafif oluyor. Zaten ağır taşıyamam ,omuzum pes edebilir, protezde sıkıntı yaratır.
Araç tam zamanında geldi, vakitli gidip uzun süre bekledik. Sonra kalabalık bir apron otobüsü ile uçağımıza bindik. Kaptanımız bizi gayet rahat uçurdu.✈️ Bu arada ulaştırma bakanın söylediği bedava su ikramımız da yapıldı. 🥛
Bir saat sonra Adana 'ya indik. Daha doğrusu Tarsus'a çok yakın olan yeni Çukurova havaalanına indik.Adana'daki havaalanı kapatılmış.
Adana sabah bizi hafif bir yağmurla karşıladı. Önce Seyhan nehri üzerindeki Taşköprüyü görmeye gittik. Taşköprü bir Roma dönemi eseri.21 gözlü inşaa edilen, köprü şu an 14 gözlü olarak hizmet veriyor. Adana'nın Seyhan ve Yüreğir ilçelerini birbirine bağlıyor. Seyhan nehri kıyısında Adana güzel yerleşim yerleri oluşturmuş. Adana bilindiği gibi Türkiye'de tarım denilince akla gelen şehirlerden, bir zamanlar pamuk tarlaları ile ünlüydü. Şimdilerde başka pek çok üründe yetişiyor ama pamuk eskisi kadar yok. Verimli ve çok sıcak topraklar.
Türkiye'nin en uzun saat kulesi. 32 metre yüksekliğinde, Seyhan'da bulunuyor.1882'de inşaa edilmiş. Bu arada ikinci en yüksek saat kulesi de Dolmabahçe'deki saat kulesidir.
Tabii ki yemekleri , mutfağı da insanların buraya gelme sebeplerinden. Hele bir kebabı var ki nefis. İstanbul'a kıyaslanmayacak kadar ucuz ve bol ikramlı. Bir de bici bicisini merak ediyordum ama pek çok yerde sokakta satılıyor .İşte bunun için tatmaya cesaret edemedim.
Evet bu gezimizde Adana'dan yola çıkıp Tarsus ,Mersin , Silifke,Anamur, Taşucu, Alanya,Side ve Manavgat vardı..
Yeni yollara çıktık. Hepsini yazar mıyım? Bilemiyorum. Ama etkilendiklerim ve dikkatimi çekenler yazılarıma konu olacaktır.
Bugünlük.
Dolapta kalan iki adet yufka ile yaptığım uydurmasyon börek nasıl da kabardı, nasıl da lezzetli oldu. Bazen o kadar özenirim, malzemeleri özenle seçerim, tarifi kılı kırk yarar uygularım ,sevgi ise onu da katarım, ı ıhh ,olmaz . Bir şeyi eksi olur o kadar özendiğim gibi olmaz, tat vermez, az pişmiş, çok pişmiş yani bir şeyi eksik olur işte.
Bazen de böyle uğraş vermeden ,şip şak yaparsın, nefis olur.
Dünkü masmavi, pırıl pırıl günlük güneşlik cam gibi havadan sonra bugün İstanbul kapalı, serin, yağmurlu. Dün o güzel havada hiç dışarı çıkmadım, balkonda güneşin karşısında mavi üzerine beyaz serpmeli bulutlara bakarak epey oturdum.
Bugün yağmurda olsa çıkıp yürümek lazım. Beden çalışırsa ,zihin dinlenirmiş.
Gökyüzünde Nehirler Var..
Bu haftasonu Elif Şafak tarafından yazılan Gökyüzünde Nehirler Var isimli romana başladım. Sevdiğim yazarların romanlarını hemen okumaya başlayamam. Sakin, huzurlu ,keyifli bir vakit beklerim. Mesela o an gibi. İşlerim bitmiş. Planım yok, oturmuşum okuyorum. Kendimi bir su damlası gibi hissedip zamanlar arası dolaşıp masalları dinlemeye hazırım. Kitabın tadına vararak okuyacağım zamanlar. Acelem yok, yavaş yavaş okumak en güzeli. Roman bir su damlasının yıllar , yüzyıllar içinde eşlik ettiği hayatlarla ilgili. Kimbilir böyle su damlaları bizimde hayat öykülerimize bazı izler taşıyordur. Bunu bilemeyiz ama hayal edebiliriz.
Bugünlük Gri İstanbul.
Ayşe Barım'ı tanımazdık. Çalıştığı çok ünlü sanatçı, oyuncu varmış, onları bilirdik. Menajerlerin ne iş yaptığını ,oyuncular açısından ne kadar önemli olduğunu da bilmezdik. Olaylar belki de ''Menajerim Sensin'' dizisindeki gibiydi. Sonra bir gün Ayşe Barım adında menajeri ,üzerinden yıllar geçen gezi olayları dolayısı ile tutukladılar. Kadın hastaymış, dinlemediler, tutuklu yargılansın ,dediler. Aylardır içerde yatıyor. Sonra davası görüldü tahliye edildi, sağlık sorunlarından dolayı. Hiç tanımam, bana ne diyebilirim ama bir sevindim. Ben bazen böyle hiç tanımadığım kişiler için üzülür, şaşırır, telaşlanır ya da sevinirim. Bu da onlardan biriydi.Mesela hasta olup tutuklu yargılanan eski Beylikdüzü belediye başkanı Mehmet Murat Çalık içinde üzülüyoruz. Ne yapmış olabilirler bu kadar uğraştırılıyorlar? diye düşünüyoruz.
İşte bu sabah yeni bir haber duyduk,Ayşe Barım tekrar tutuklu yargılanacakmış. Yani bir çeşit eziyet. Daha önce bunu bir belediye başkanına da yaptılar. Mahkemeler arası bir anlaşmazlık mı oluyor, herkes hukuku farklı farklı mı yorumluyor, bilemiyoruz.
Türkiye'de yaşayan yurdum insanı ,artık evham ve endişe sıralamaları arasına; gözaltına alınmayı ve tutuklanmayı da koyuyormuş. Yapılan araştırmalarda ekonomi, işsizlik, sağlık, kurumlara olan güvensizlik gibi konuların yanında direkt gözaltına alınma korkusu değil belki ama ifade özgürlüğü konusundaki kısıtlamalar, haksızlıklar özellikle gençler arasında kaygı bozuklukları yaratıyormuş ve gençlerin çoğunluğu kaygılıymış.
Nasıl olmasın?
Bu gibi sorunlarla yaşayan Türk insanı, yine bazı kamuoyu araştırmaları ve yapılan üniversite çalışmalarına göre, mutluluk ve yaşamdan memnun olma sıralamalarında , dünya ortalamasının çok altında bir sırada yer alıyormuş. Çoğumuz mutlu değiliz, yaşadığımız hayattan memnun değiliz. Ama şikayetçi miyiz? Değiliz. Şükür diye bir duygumuz var , ona tutunuyoruz. Ama gençler öylemi? Yeni nesil nasıl? Bilemiyorum. Sorulduğu zaman çoğu yurtdışına gitmek istiyor. Ülkede huzurlu değiller demek bu şartlarda.
Nasıl olsunlar?
Bugün gazeteci Fatih Altaylı'nın duruşması vardı, tutuklu yargılanmasına devam, kararı çıktı. İddia edilen şu; padişahlardan verdiği örnekle cumhurbaşkanına tehdit suçu işlemesi.
Bir de şunu işittik haberlerde son dönemin ünlü şarkıcısı Mabel Matiz'in perperişan şarkısının sözlerinden dolayı 3 yıl hapis istemiyle yargılanacakmış. Şarkı sözünden dolayı. Müstehcen diye. İnanın bu şarkıyı ben bilmiyordum, böyle soruşturma falan olayı olunca baktım neymiş sözleri diye. Belki de tutmayacak bir şarkıydı. Şimdi hemen herkes öğrendi bu şarkının varlığını. Çoğu türkümüzde, şarkımızda yok mu böyle lastikli cümleler, benzetmeler.
Valla , içim bu gri İstanbul havası gibi kasvetli. Bunları işitince.
Ülke gündemi ne kadar ağırsa küçük sevinçler daha kıymetli oluyor.Neyse ki FB dün akşam yendi Nice'i de bir nebze mutlu olduk. GS'lıyım ama bu bir milli maçtı sonuçta.Sonrasında Samsun'da galip çıktı oynadığı maçtan. Biraz konularımız dağıldı. Azıcık iyi şeyler ,küçük mutluluklar yetiyor bazen..
İstanbul Havaları..
Dünkü gri havayı görmezden gelelim, neydi o öyle. Soğuk, yağış, herkesin hemen üzerine giydiği kışlık montlar. Daha geçen pazartesi ,adada denize girmiyor muydu bu İstanbullular?
Öyledir İstanbul. Epeydir yaşatmamıştı, bu değişkenliğini. Bir sıcak , birden soğuk. Bir lodos bir poyraz. Güvenilmez.
Bugün gayet güneşli, parlak, net bir hava var.
Bizde her zamanki mekanımızda kahve içmeye geldik.
Bahçede oturduk, bir ara yağmur atıştırmaya başladı. İçeri kaçan kaçtı. Biz şemsiyeyi açtırdık. Zaten yağmurda durdu. Damlalar ara ara düştü, çoğunlukla bulutlarda kalmayı yeğledi.
Bugünlük böyleydi.
Kınalıada
Diğer üç büyük adaya göre yeme içme mekanı olarak çok fazla seçenek yok. Sahilde plaj cafeler var, kocaman bir çınarın altındaki üç beş mekan var. Ufak da bir çarşısı var. İstanbul'da yaşayıp ,küçük bir sahil kasabası hayali kuran her İstanbullu buraya gelip, hayalinin ön izlenimini yapabilir.
Gerçekten İstanbul kaosundan kaçıp burada bedeninizi, ruhunuzu dinlendirebilirsiniz.
Trafiksiz, sessiz sokaklar.
Plajlar..
Denize açılan ağaçlı, gölgeli yollar..
İstanbul'un bozulmayan nadir köşelerinden birisi Kınalıada..


















































