Kartal'da yeni bir yer açılmış, oraya gittik annemlerle olan gün grubuyla:) Teyze ve ablalarım hep yeni yerler görmek istiyorlar. Derneğimizin üyesinin abisi, bu mekanın sanatsal boyama,resim vb işlerini yapmış. Dedi gidin görün çok güzel yer. Nasıl güzel olmasın denize sıfır. Burası yıllardır var, başka başka isimlerle açılıp kapandı. Bu sefer kalıcı olacak mı? bilemem. Modern ,temiz ,güzel dekore edilmiş bir kafe. Fakat artık fiyatlar pahalı geliyor , bir küçük cam bardakta çay 50 TL '' aa iyiy miş'' falan diyorlar da pahalı bence, alt tarafı çay. Eskiden olsa yemek sonuna ikram diye gelirdi, şimdi öyle adetler kalmadı.
dün dündür..
Kartal'da yeni bir yer açılmış, oraya gittik annemlerle olan gün grubuyla:) Teyze ve ablalarım hep yeni yerler görmek istiyorlar. Derneğimizin üyesinin abisi, bu mekanın sanatsal boyama,resim vb işlerini yapmış. Dedi gidin görün çok güzel yer. Nasıl güzel olmasın denize sıfır. Burası yıllardır var, başka başka isimlerle açılıp kapandı. Bu sefer kalıcı olacak mı? bilemem. Modern ,temiz ,güzel dekore edilmiş bir kafe. Fakat artık fiyatlar pahalı geliyor , bir küçük cam bardakta çay 50 TL '' aa iyiy miş'' falan diyorlar da pahalı bence, alt tarafı çay. Eskiden olsa yemek sonuna ikram diye gelirdi, şimdi öyle adetler kalmadı.
Kadıköy ..
Zaten denizi arkanızda bırakırsanız ,karaya dönerseniz yüzünüzü ,İstanbul bir kaos olarak tam yanınızda bitiverir. Yıllardır yenilenmeyen ,pejmürde yapılaşma, ufak tefek bir çok dükkanla dolu çarşı, bitmeyen Haldun Taner tiyatro restorasyon çalışması. Bir düzensizlik var , keşmekeş bir ortam ve İstanbul'un bir çok noktasına dağılmak üzere oradan gelip geçen bir güruh. Yenilenemeyen bir Kadıköy.
Ondan sebap hep denize bakılır İstanbul'da . Orada da Haydarpaşa'nın yıllardır süregelen ''Bitirilememe''hikayesi can yakar. Hele gençliğiniz oraya varan trenler, oradan giden vapurlarla harmanlanmışsa, daha da bir üzülürsünüz. Aklınıza gelir 7.30 treninde koştur koştur inip, Karaköy'e gidecek vapuru yakalamaya çalışmanız.
Bu kadar hatıranın üzerine kırk yıllık köftecide yemek yemeden dönülmez.80'lerden beri burada bu köfteci. Köftelerin tadı belki aynı ,porsiyonlar küçülmüş.Kahvaltı tabağına sıkıştırmışlar çok görünsün ,diye. Kadıköy yeme içme mekanı olarak çok sayıda dükkanı barındırıyor. İstediğiniz çeşit yiyeceği, yiyip içebilirsiniz. Sizi asla aç göndermez:) Mutlaka yiyecek bir şeyler canınız çeker.
Bir Kış Sabahından..🌫
Saat:8:00
Kötü Hissetmek..
Saat: 07.47 ,dışarıda çoktan hareket başladı. Hava karanlık , hayat ışıklı,araç trafiği artmış, kondüktörün çaldığı düdük sesi ,martıların sesine karışıyor. Trenler 06.00 dan beri seferde, martılar daha erken.
İnat edilerek devam eden bu yaz saati uygulaması insanları sabah iki saat karanlıkta iş görmeye zorluyor. Ama buna da alışıldı. Alışılmasa ne olur, gücün kadar sözün var. Sadece karanlık olan sabahlar değil ki çoğumuzun içi de karanlık. Sıkılıyoruz, korkuyoruz, endişeleniyoruz. Cenderedeyiz. Hayat gailesi içinde debelenip duruyoruz. Evet bu sabah kötü hissediyorum. Var tabii ki sebebi.
İyi şeyler duymaya, rahat etmeye, of be yeter! değil de oh be şükür! demeye ihtiyacımız var.Kendi çabalarımızla oluşturduğumuz küçük mutluluklarla yetinmek değil, toplumca huzurlu ,refah içinde umutlu yaşamak istiyoruz. Ben kendi adıma bunu istiyorum.
Bak ,Cumhuriyeti kurup bu ülkeyi bize emanet eden atalarımızı nasıl minnetle anıyoruz. Peki ilerde, böyle bir döneme sebep olan bizim nesil nasıl anılacak? Az çok tahmin ederiz sanırım, iyi ki görüp duymayacağız.
Birlikte Geçen Zamanın Kıymeti..
Dün annem ve babamla AVM'ye gittik. Epeydir yeni kışlık ayakkabı ihtiyacı olduğunu söylüyorlar ama hep bir bahane üretiyorlar. Emrivaki yapınca ki belki onu bekliyorlardı ''tamam gidelim dediler'' Annem yaşını göstermez, maşallahı var. Babam ise artık epey belli ediyor. yaşını. Gezerken hemencecik yoruldu, son zamanlarda ayaklarını sürüyerek yürümeye başladı,tedirgin yürüyor,farkediyorum.Bu yaz başında geçirdiği kalp krizi ve takılan stent ,onu bunalıma soktu, ölüm korkusu yaşattı. Babamın bu korkusu yaşı ile ilgili değil. Annemle yeni evlendiklerinde de böyle bir bunalımlı dönem geçirmiş. O zaman arkadaşının vefatı ile başlamış bu durum. Askerlik mesleği bile önleyememiş bunalıma düşmesini. Sonra düzelmiş. Bu yaz başında da böyle bir döneme girdi ama çok şükür şimdi iyi, yaşam enerjisini buldu yine.
Ayakkabılarını hemencecik seçti, sonra eşimle beraber bir kafeye oturdular, biz annem için dolaştık biraz daha. O da ihtiyaçlarını gördü ama biz kadınlar biraz daha seviyoruz galiba alışveriş için dolaşmayı. Gerçi cinsiyet ayrımı yapmayayım alışveriş seven erkeklerde var mesela eşim bayılır mağaza dolaşmayı, özellikle elektronik eşya satan yerleri sabah girsin akşam çıkar.
Biz de alacaklarımızı aldık ,onlara da biraz değişiklik oldu. AVM'lerde şimdi en ışıltılı dönem,her yer süslenmiş, ışıklandırılmış, kocaman yılbaşı ağaçları süslenmiş. Hoş bir hava var. Çoğu yerde indirimlerde başlamış. Güzel.
Çıkışta güzel bir de yemek yedik. Babamın doğum günü şerefine:) Tabii ki ne kadar doğru bir tarih bilmiyor ama nüfus cüzdanına yazılan tarihe göre doğum günü bugünse ,biz de ona göre kutladık.
Annemin kimliğinde ağustos ayı ama '' ben ocak ayında doğmuşum '' dediği için ocak ayında kutluyoruz doğum gününü.
Aslında bizim evde ben gençken doğum günü falan kutlanmazdı. Bazı ailelerde özel günler, tarihler önemlidir, günler öncesinden hazırlanılır, kutlanır. Bizim evde hiç öyle büyümedik, görmedik . Kardeşimin kutlanırdı ,biraz tekne kazıntısı olduğu için. Ben de yazın en ortasında doğduğumdan arkadaşlarım tatilde, biz tatilde olurduk, geçiştirirdik. Annemle babamın ki konu bile olmazdı.
Neyse yıllar geçip İstanbul'a dönünce, teyzemin de katkıları ile annemin doğum gününü kutlamaya başladık. Bir gün babam ''benim hiç doğum günümü kutlamıyorlar'' demiş anneme. Of tabi bu bir şaşkınlık ve üzüntü yarattı.Acıma, pişmanlık, şevkat hepsi karışık duygular. Kimliğinde yazan tarihe bakıp ,onun içinde kutlama yapmaya başladık. Kutlama dediğimde,hatırlama babında, bir pasta ve bir araya gelme işte o kadar. Lakin o bundan çok memnun. İşte dün de böyle biraz gezip ,üzerine de güzel bir doğum günü yemeği yiyince yine mutlu oldu, yüzü güldü.
Allah hayatta olan ana babalara sağlık, huzur versin, göçüp giden büyüklerimize de rahmet etsin.
bugünlük..
Cumartesi olanlar.
Tüm gün oturup sekiz bölümlük Kasaba'yı izlerken, pencereme martı kondu. Yine camları karıştırmış anlaşılan.Alt komşu ekmek parçası koyuyor cam kenarına. İhtimal küçük oğlu kuşları yakından görsün diye.
Akşam yemeğe kızıma gittik. Damadımızla kızım, ikisi de yeni işlerine başladılar bir süre önce. Onlara gelen çiçeklerden bir tanesini ,aynı çiçekten ikisine de geldiği için, bize verdiler.
Manzara..
İstanbul'un yine güzelliği üzerindeydi.
Durgun, temiz bir hava, berrak denize yansımış beyaz pamuk bulutlar,uçuşan martılar. Giyimini kuşamını yapmış, ortalığa çıkmış, gösteriş yapıyor.
Biz de uzun bir yürüyüş yaptık sahilde. Aralık için şahane bir hava vardı.
Oysa bu sabah İstanbul'da ,dünün aksine ,gri bir sabah. Mazhar Fuat Özkan'ın şarkısındaki gibi;
29 Yıl
Evlenme yıldönümümüzü çok eğlenceli kutladığımız söylenebilir. Yirmi dokuz yıl oldu. Üç yıl da öncesi var. Nasıl geçti o kadar yıl ,şimdi geriye bakınca inanılmaz geliyor. İçinde neler saklı ,neler yaşanmış, kimler varmış, kimler gitmiş, nerelere gitmişiz, nerelerden gelmişiz. Ne acılar , ne tatlılıklar, ne hüzünler ,ne sevinçler.
Mamure Kalesi
Bu sonbahardaki Akdeniz bölgesi gezimden beni en çok etkileyen tarihi yerlerden birisi Mamure kalesi oldu. Etrafı beş metre genişliğinde su hendeğiyle çevrili muhteşem bir kale Mamure Kalesi. Tam olarak kimler tarafından yapıldığı bilinmiyor ama bir antik kent üzerine inşa edildiği düşünülüyor. 1300'lü yıllarda Karamanoğulları Bey'liği tarafından ele geçirilip ,onarılmış mamur edilmiş.Yani bakımlı hale , oturulacak hale getirilmiş o nedenle ismi de Mamure kalesi. Hemen dışında da bir hamam harabesi var. İç içe üç kısımdan oluşan kalenin 39 kulesi bulunmakta.
Magazinsel bir bilgi ile bitireyim; Cüneyt Arkın filmlerinde bazı sahneler, bu kalede çekilirmiş.Bugünlük..Tercihler ve Tekrarlar..
Nihayet yardım yemeğimiz yapıldı, ama ben katılamadım. Bizim yemek iki kez iptal olup üçüncüye tarih alınınca başka bir davet denk geldi, tercihimi ondan yana oldu. Tabi bu durum diğer tarafta hoş karşılanmadı. Olur öyle şeyler. Sonuçta tercihler bize ait, sonuçlarını da biz göğüsleriz. Burada sorun karşı tarafın sizi anlamamakta direnmesi yahut illa kendi isteğini dayatması. Ancak böylesi iki durumda tatsızlık kaçınılmaz oluyor.
Aralık
Hoşgeldin aralık ayı, yılın son ayı, ayın da ilk haftası, güzellik getir hepimize..
Evde Geçen Vakitlerde..
bir roman...
Elif Şafak'ın romanı Gökyüzünde Nehirler Var 'ı bitirdim. Sürükleyici, masallardan masallara oradan acı gerçeklere varan hikayelerden oluşan bir roman. Kitabın kapağında, yazarın ismi ,romanın isminden büyük ve daha dikkat çekici yazılmış . Yine kapakta lapis lazuli taşı renginde kocaman bir su damlası var. Hikayenin başlangıç noktası bir su damlası ve devamında lapis lazulu taşı ve mavisi..
İki nehir Dicle ve Fırat, onlara çok uzaklarda akan Thames nehri kenarında geçen hayatların masalsı hikayesi var romanda. Arthur 1800'lü yıllarda doğan bir adam, Narin ve Züleyha ise 2000'lerde yolları kesişen iki kadın . Sonda üçünün birbirine zincirleme bağlı öyküsü. Arada Dicle, Fırat ve Thames nehirlerinin sularla akan hayatı. Büyük mezopotamya hükümdarı Asurbanipal'dan bir lapis lazuli tableti ile günümüze uzanan hikayeler zinciri.
Çok güzel ,sürükleyici bir roman.
Homeland dizisi pandemi döneminde evde kaldığımız zamanlar bir solukta izlediğimiz dizilerdendi,yedi sezon izlemiştik. Hatta dizi konusu ile ilgili de bir yazı yazmıştım ((tık tık) Şimdi son sezonu yayınlandı. Araya beş yıl gibi bir zaman girse de Ajan Carrie yine heyecan dolu maceralarda..Geçen zaman onu da yıpratmış;) Ama maceralar Afganistan ve yeni Başkan ile tam gaz devam etmiş. On iki bölüm yine heyecanla izlendi.
İptal..
Yine turunculu ama bulutlu gökyüzü ile sıcak bir kasım sabahı. Aslında bugün kalabalık,eğlenceli ve iyi niyetli bir amacı olan yemekli toplantımız vardı. Bir kaç aydır düşündük, hazırlandık, davetliler istekli biz heyecanlı. Ülkemiz hep olaylı, kanıksamışız artık. Acımız hep var. İlk tarihimiz tam da yirmi şehidimiz olduğu günlere denk geldi, hemen iptal ettik. Bu güne karar kılındı. Bir gün önce teyitleşildi. Ama sonrasındaki sabah dokuzda arandık, aynı acımız sebebiyle uzunca bir süre bu tip etkinlikler iptal edilmiş, bildirildi.
Güzel Havalar.
Bu sabah penceremden görünen gökyüzü henüz turuncuya çalıyor. Güneş tam ışıklarını salıverip ortalığı parlatmadan önceki dakikalar .Oysa saat sekizi geçti. Yıllardır enerjiden tasarruf edilecek diye hep yaz saati uygulamasındayız. Dolayısıyla güneşe geç kavuşuyoruz, sabahımızın en güzel saatleri karanlık geçiyor.
Ya bu sahile ne demeli. Beyaz köpüklü dalgalar kumsala vuruyor, güneş parlak .Fotoğrafa baksan yazın en civcivli zamanı gibi. Oysa serin lodosun sesi kulaklarda, insanlarda sahilden karaya çekilmiş.
Yapay Zeka ile Kek..
Evde kararmaya başlayan üç adet orta boy muz var. Nedense muzun en tatlı hali kararmaya başladığı zaman ki hali oluyor. Buna rağmen bu haldeki muzu evde kimse sevmiyor. Hafif bir kokusu oluyor ,belki ondandır. Bende kek yapayım ,dedim. Lakin çok şekerli ya da kalorisi fazla bir kek de olsun istemedim. Bu sefer ben internette arayacağıma, yapay zekaya sorayım, dedim. Kendisi de bana muzla yapılacak , 'şekersiz 'bir muzlu kek tarifi veriverdi!
Bizim Buralar
Eğitim öğrenim hayatım Artvin'de başladı. Anaokulu ve ilkokul birinci sınıfı Artvin'de okudum. Tabi çocukken insan her şeyi çabuk kapıyor. Hemen öğreniyor. Oranın insanı "bizim Artvin da " derdi ve çocuk halimle hafızama o kelimeler yer edivermişti. İstanbul' a gittiğimiz de ben "bizim Artvin da" dedikçe büyükler gülerdi. Bir de fotoğrafçı vardı çocukken resim çektirmeye gittiğimiz. Kıpırdamadan duralım diye ''canlanma çekiyrum'' derdi, kıkır kıkır daha çok gülerdik.
Hey gidi günler..
Artvin nereden çıktı ?derseniz. İşte dün şöyle bir yürüyüş ve bir kaç iş için Kartal'a indim. Minibüsten inince tren yolu altında bir geçit vardır. Çarşı meydanı ve sahil ile yolu ayırır. Güzel bir düzenleme yaptılar, oturma yerleri var. Genelde müzisyen gruplar şarkı söyler, gitar çalar. İsteyen oturup soluklanırken müzik dinler. Bu gün Karadeniz şarkıları söylüyorlardı. Kartal'da yaşayan Karadeniz'li çoktur. Benim de Artvin oradan aklıma geldi sanırım.
Güzel Karadeniz ezgilerinin yankılaması duyulan geçitten geçip ,çınarların gölgesindeki meydana geliniyor. Oradan az ilerde sahil yolu ve marmara denizi sizi karşılıyor.
Biraz yürüyüş yaptık. Sahil manzaraları çektik . Balıkçıya uğrayıp, bu aralar bolca bulunan hamsi aldık. Akşam nevalesi de tamamlandıktan sonra haydi vakit tamamdır ,dedik, eve dönüş zamanı ..
Bugünlük için de bir kaç sahil resmi çektim. Onlarda burada dursun. Hem günün anısı, hem de Artvin'i aklıma düşüren çarşı gezisinin izi olsun.
Gilindire Mağarası
Gilindire mağarasının giriş ağzı denizden 45 metre yukarıda, yani ulaşmak için biraz merdiven inip çıkmak gerekiyor ama inanın, içeri girdiğinizde o yorgunluk bir anda unutuluyor. Sarkıtlar, dikitler, dev sütunlar, duvarlardan sarkan taş iğneler… Her biri adeta birer sanat eseri. Işık vurdukça parlıyorlar, tıpkı camdan yapılmış gibi.
Mağaranın en etkileyici kısmı ise sonundaki büyük göl. Su o kadar berrak ki, yansımadan dolayı “Aynalıgöl” denmiş zaten. Gölün sessizliği, damlayan su sesleriyle birleşince bambaşka bir atmosfer oluşuyor.
Bilim insanları bu mağaranın çok eski dönemlerde, hatta Buzul Çağı öncesinde oluştuğunu söylüyor. Yani burası sadece bir doğa harikası değil, aynı zamanda geçmişin iklimine dair izler taşıyan doğal bir arşiv gibi.
Gilindire Mağarası 2013 yılında Tabiat Anıtı ilan edilmiş. Günümüzde hem doğa meraklılarını hem de fotoğraf tutkunlarını kendine çekiyor. Benim içinse, Akdeniz’in sıcak rüzgârı eşliğinde biraz serinlik, biraz da huzur demek oldu.
Eğer yolunuz Mersin tarafına düşerse, biraz merdiven inmeyi göze alın derim. Çünkü sizi bekleyen şey, taşların sessizliğinde saklı büyüleyici bir dünya. 🌊✨
Gitmeden Önce Bilmeniz Gerekenler
-
Mağaraya giriş için belirli saatler var; sabah erken gitmek; hem serin hem sakin olur.
-
Girişe kadar yaklaşık 560 basamak bulunuyor, rahat ayakkabı şart!
-
İçerisi serin ama nemli, oldukça fazla nemli.
-
Fotoğraf çekmek serbest, ancak flaş kullanımı yasak.
-
En yakın yerleşim yeri Aydıncık merkez, ihtiyaçlarınızı orada karşılayabilirsiniz.
Savarona
![]() |
| Saygı ve minnetle anıyoruz. Her daim yüreklerimizde yaşıyor. |
Bir Tabak Hatıra
Kanlıdivane Obruğu
Mersin’in Erdemli ilçesinde, antik Kanytellis kentinin kalbinde yer alan Kanlıdivane Obruğu, ilk bakışta insanı büyüleyen bir doğa harikası. Dik yamaçlarla çevrili, 95 metre derinliğinde dev bir çukur. Aslında bu devasa boşluk, yer altındaki kireçtaşı mağarasının tavanının çökmesiyle oluşmuş. Zamanla doğanın sabırsız gücü ve yerin altındaki sessiz hareketler birleşince ortaya bugünkü görkemli obruk çıkmış.
Obruğun güney ve batı duvarları çökme ve erimelerle mağaramsı bir yapı kazanmış. Batıdaki doğal teraslı yapının üzerine ise zaman içinde kayaya oyulmuş basamaklar yapılmış. O basamaklardan aşağı bakarken, binlerce yıl önce burada neler yaşandığını düşünmeden edemiyor insan.
Obruğun çevresinde antik Kanytellis’in izleri hâlâ canlı. Hellenistik Dönem’e ait gözetleme kulesi, kiliseler, sarnıçlar ve hatta bir zeytinyağı atölyesi… Her biri ayrı bir hikâye anlatıyor. En dikkat çekici kalıntılardan biri de Rahip Aba’nın Mezarı. Tüm bu yapılar, sanki o dev çukurun sessizliğine tanıklık eden taş hafızalar gibi çevresinde dizilmiş.
Kanlıdivane’nin isminin nereden geldiğine dair farklı söylentiler var. Kimi “kanlı kurban törenlerinden” söz eder, kimi “kızıl taşların gün batımında aldığı renkten”. Hangisi doğru bilinmez ama güneş batarken o kızıllığın obruğun taşlarında nasıl yankılandığını görünce, adının hakkını verdiğini düşünüyorsun.
Burası sadece bir antik kent değil, doğanın ve tarihin iç içe geçtiği sessiz bir hatıra mekânı. Her taşında hem doğanın gücünü hem insanın izini hissediyorsun.
Obruğun kenarında durup aşağı baktığımda rüzgarın sesiyle taşların hikâyesi birbirine karıştı. Kanlıdivane gerçekten de hem ürkütücü hem büyüleyici bir yer.
Kadınlar Matinesi..
![]() |
| (İnternetten alıntı) |
Çocukluk zamanımdan beri bir kaç kez içinde bulunduğum bir etkinlik ; Kadınlar Matinesı.
Belki bizim memlekete has bir eğlence kültürü, yabancılarda da var mı bilemiyorum. Daha çok kapalı yani kadın ve erkek olarak iki cinsin bir arada eğlenmesinin ''münasip'' görülmediği toplumlara has olabilir. Belki dini belki geleneksel belki başka sebeplerle. Her neyse işte, yine de Kadınlar matinesi şahane bir eğlence olayıdır, her dönemde :)
Matine; gösteri dünyasında gündüz yapılan gösterilere verilen isim. Kadınlar Matinesi de genelde gündüz yapılan kadın kadına eğlenceler anlamında kullanılır. Çocukluğumda Gazino kültürü vardı İstanbul'da. Genel olarak geceleri içkili, yemekli gazinolarda ünlü bir assolist ve alt kadrosu sahne alır, kadınlı erkekli müşterilerini eğlendirirdi. Bu gazinolar bir de haftanın belirli gününde/genelde çarşamba günleri/ sadece kadınlara gündüz programı yapardı. Kadınlar evden pikniğe gider gibi hazırlayıp götürdükleri yiyeceklerle ,dolmalarla,böreklerle, hem yer içer hem de ünlü sanatçıları dinleme şansını elde ederlerdi. Babamın mesleği nedeniyle Anadolu'da yaşadığımızdan sadece yaz tatillerinde İstanbul'daydık. O nedenle hatırladığım bir iki matine olayı vardır.
Ama Mesela hatırladığım Caddebostan Maksim Gazinosunda (şimdi ki migros) Hülya Koçyiğit'i izlemiştik. Beyaz, göbek kısmı dekolteli ,vücudunu saran çok hoş bir kıyafet giymişti. Sesi pek yoktu ama çok güzeldi. O zamanlar sinema artistleri sahne alsın diye talep vardı, güzel söyleseler de söylemeseler de gazinolarda görünüyorlardı. Bir de daha sonra artık gazinoların son demlerinde Taksim'deki Maksim gazinoya gitmiştik. Emel Sayın çıkacak sahneye diye hevesle gittiğimiz gazinoda, sanırım rahatsızdı ya da belki başka sebeple onun yerine Samime Sanay çıkmıştı. Samime Sanay'ın sesi de bir başkaydı hani. Emel Sayın belki hem ses hem göze hitap eden bir kadın olsa da Samime Sanay ile ses konusunda yarışamaz gibi geliyor.
Bu Kadınlar matinesi konusu nereden açıldı derseniz ,yıllar yıllar sonra kadınlar matinesi günümüz versiyonu ile buluştum. Aklımın ucundan geçmeyen bir yerde. Kendime hediye ettiğim tatilde dördüncü geceydi. Anamur'da kalacağımız otele geldik. Otel sahibi bize o gece her ay düzenledikleri Kadınlar Matinesi olduğunu ve bize de bir masa ayırdığını bildirdi. Mutlu olduk tabi. Akşam saat sekizde masamıza yerleştiğimizde yöre halkının kadınları yavaş yavaş teşrif ettiler. Kapalı, açık, çoluk çocuk hepsi şık ,düğüne gidercesine giyimli, kuşamlı geliyorlardı. Salon tam kapasite doldu. Önce yemekler hızla servis edildi, yenildi, tatlılar meyveler geldi ve kısa süre sonra ortalığı kasıp kavuracak şarkıcı delikanlımız sahne aldı. Aman ondan sonrası vur patlasın çal oynasın. Kimse oynamaktan yerinde oturmadı, pist hiç boş kalmadı, zılgıtlar, halaylar, göbek havaları ve ilk duyduğum yöre şarkıları ile iyice kurtlar döküldü, keyifler zirve yaptı. İnanın İstanbul'da kadınların böyle rahat rahat eğlendiklerini görmedim. Gece saat on iki yi gösterdiğinde artık piller bitmiş, eğlenceye doyulmuştu. Bizler odalarımıza çekilirken misafirler geldikleri araçlarla otelden ayrıldılar.
O gece çocukluğumun Kadınlar Matineleri ile günümüzün kadınlar matineleri arasında bir köprü gibiydi. Kadınlar toplum baskısından , rollerinden sıyrılıp özgürce kahkahalar atmak, eğlenmek istiyorlar ve bu zamanlar değişse de değişmiyor.
Velhasıl tatilimden güzel bir anı olarak zihnimde yerini aldı, bu şekilde de kaleme döküldü..
Veda..
Bu gece aniden çalan telefonda çocukluk arkadaşımın adını görünce, ''Kurtulmuş..'' dedim. Zar zor gözlüğümü bulup kapanan telefonu tekrar açıp, aradım arkadaşımı. Sesi ağlamaklıydı.
''Kaybettik..'' dedi. Bu saatte aradığı için özür diledi.,
'' Ne demek o,saçmalama,'' dedim. Cenazenin kaçta kalkacağını bilmediğini, sonra haberdar edeceğini söyleyip kapattık. Bir süre uyuyamadım. Baktım olmuyor ,kalkıp dualar ettim. Uyumuşum.
Müzeyyen teyze, çok güzel bir kadındı. Hatta sokağımızın en güzel kadını. Gür siyah saçları, beyaz teni, kırmızı rujlu dudakları ,hoş duruşu, güzel konuşması. Çocukken hayran olduğumuz kadınlardan. Eşini çok genç yaşta kaybetmişti. sanırım biz o zamanlar 20'lerimizi başındaydık. Arkadaşım ve on yaş küçük erkek kardeşine , hem anne hem baba oldu yıllarca. Bir daha evlenmedi, hep çocuklarını çevresinde tuttu, onlarla birlikte yaşadı.
Arkadaşım evlendi ,Müzeyyen teyze yine onlarlaydı. Evlilik yürümedi, damat gitti onlar ana-kız ayrılmadılar. Yıllar sonra arkadaşım ikinci kez yuva kurdu ;bu kez annesinden ayrı bir evde yaşama kararı aldı ama sadece iki apartman ötede. Zaten Müzeyyen teyze de oğlunu evlendirmiş ve gelinini yanına almıştı. Şanslıydı; gelini ona ikinci bir kız evlat oldu ,arkadaşım içinse olmayan kız kardeş gibi.
Uzun yıllar, herkes gibi inişli çıkışlı da olsa, güzel bir yaşamları oldu. Gel gelelim hayat bir yere kadar düzgün gidiyor. Yaş ilerledikçe hastalıklar artmaya başladı. Gençliğinden beri çok fazla sigara içen Müzeyyen teyze ,pandemi yılları ile birlikte sıkıntılı süreçlere girdi, hastalıklarla boğuştu . Sonuçta hepimizin kaçınılmaz sonu ile bir sonbahar günü ,yirmi altı gün kaldığı yoğun bakım odasında karşılaştı. Hayata veda etti.
Dün ikindi vakti cenazesindeydik. Kapalı bir havada koyu gri bulutlar, serpiştiren yağmur taneleri ve esen lodos rüzgarı eşliğinde uğurlandı. Cenaze mezarlığa defnedilirken ,kalabalık dualarla yanındaydı. ''Önceden kadınlar mezarlığa gelmezdi'' dedi arkadaşım.
''Evet,'' dedim ''cenaze adetleri de değişti.''
Hoca efendi getirdiği mikrofonla, ekolu sesiyle bir mezarın kenarına oturmuş ,dualar okumaya devam etti. Toprağa verilme bittikten sonra, arkadaşım ve kardeşi kenarda düzgün bir yerde durup taziyeleri kabul ettiler. Sırayla sıkılan eller, üzgün yüzler , teselli kelimeleri..
Müzeyyen teyze ile vedalaşma zamanı. Mekanı cennet olsun.
Not:Haftasonu kaybettiğim can arkadaşımın annesi için bir anı olarak kaleme aldım.
Kız Kalesi🏰
🌅 Efsanelerle Başlayan Bir Hikâye
Mersin’in güzel ilçesi Erdemli’ye bağlı Kızkalesi, adını sahilin hemen açıklarında, denizin ortasında yer alan tarihi Kız Kalesi’nden alıyor. Kale, Bizans döneminde, Haçlı Seferleri sırasında Bizans imparatorları tarafından inşa edilmiş. Kıyıya oldukça yakın konumu sayesinde hem stratejik hem de görsel bir simge haline gelmiş.
Bu kalenin adı, Türk coğrafyasının birçok yerinde tekrar karşımıza çıkar — ve çoğu zaman aynı temaya sahip bir efsaneye dayanır:
Bir kral, güzeller güzeli kızını çok sever. Ancak bir kahin, kızının bir yılan sokmasıyla öleceğini söyler. Kral, onu korumak için kaleye kapatır. Ne var ki kaderden kaçılmaz: bir gün kaleye gönderilen meyve sepetinin içine gizlenen yılan, prensesi sokar.
Efsane, her anlatıda değişse de özü hep aynıdır:
Kaderden kaçış yoktur.
🏖️ Günümüz Kızkalesi: Betonun Arasında Bir Cennet
Bugün Kızkalesi, bu efsanenin gölgesinde yaşayan canlı bir tatil beldesi.
Sahili uzun, sığ ve pırıl pırıl. Denizi berrak, kumsalı incecik. Sahil boyunca oteller sıralanmış; arka sokaklarda ise Mersin’in ünlü apartman yazlıkları yükseliyor. Ancak güzelliğin ortasında insanı üzen bir manzara da var: aşırı betonlaşma.
Dağ taş yüksek katlı sitelerle dolmuş; nefes alacak alan neredeyse kalmamış. Plansız ve düzensiz yapılaşma, doğanın güzelliğini gölgede bırakıyor.
🌍 Turizmde Farklı Kaderler
Mersin, Tarsus ve Anamur sahilleri muhteşem olmasına rağmen, turizm yatırımları sınırlı kalmış. Bölgedeki oteller küçük ölçekli ve genellikle yerli tatilcilere hitap ediyor.
Oysa Antalya, Side, Manavgat ve Alanya bölgelerinde devasa, konseptli oteller birbiri ardına dizilmiş.
Bazıları 5000 odalı — neredeyse bir kasaba büyüklüğünde! Bu tesisler, Avrupa ve İskandinav ülkelerinden gelen turistlerle dört ay boyunca tam kapasite çalışıyor.
💭 Bir Efsanenin Gölgesinde
Kızkalesi hâlâ kendi efsanesini yaşatıyor.
Tarihiyle, deniziyle, sahiliyle büyülüyor; ama bir yandan da modern dünyanın baskısı altında nefes almaya çalışıyor.
Belki de Kızkalesi’nin prensesi gibi, bu topraklar da kendi kaderine mahkûm…
Güzelliğiyle büyülüyor ama insan eliyle yavaş yavaş boğuluyor.


















































